12 Kasım 2010 Cuma

frambuaz

böğürtlen, çilek, sakız ağacı, denizin tuzu, yağmurun çıkardığı ses, el çırpmayı yeni öğrenmiş bir bebeğin ellerinden çıkan ses, cola'daki köpük, ağır abi: Türk kahvesindeki köpük, böreğin çıtırtısı, muhallebinin üstündeki fındık, sabah içilen ilk sigara, telefonda aramasını istediğin kişinin sesini duymak, gerçekten iyi bir şaka, gerçekten iyi ve kısa bir şiir, gürültüsüz bir film, otobüsle giderken dağ eteklerini seyretmek, susabildiğin biriyle vakit geçirmek, bağıra bağıra şarkı söyleme isteği, aniden patlamış kahkaha.
:)

8 Kasım 2010 Pazartesi

kendime

insan dediğin güzelliğine de derdine de şahit istiyor.
bazen vakarla bazen salya sümük bunu bekliyor.
satırları okuyup aklına ama canım diye başlayan cümleleri aklından geçirecek olanlara sabır dilerim...yapmayın, geçirmeyin. insansan paylaşabilirsin.

bazı savaşlar insanın o güne kadar inandığı masallara karşı veriliyor.
bazı savaşlarda savaştığın şey kendinsin.
kendi doğru bildiklerin, kendi inandıkların..sana diyor ki ama yapmaaa..sen bana inandığın için ben doğru olmak zorunda değilim.

anladığın an kazanmaya başladığın an.
kolay demedim..
kazandığın an dedim.
üstüne nasıl bir strateji geliştireceksin, bunu da çok merak ediyorum.
elde var bir doğru.
hadi inşaa et bakalım yeni kendini.:)
sevgiler Ünsüm.

7 Kasım 2010 Pazar

evet

kendime siyah bir tayt aldım.
çünkü dizüstü tabir edilen uzunlukta bir adet bluzum var idi.
onu kot pantolon üstüne giydiğimde görünüşü hoşuma gitmedi.
korkakmışım gibi geldim kendime.
ben kendime korkak dedirtir miyim üleynn..
sabredin daha fazla saçmalamayacağım.
en azında öyle umudediyorum.

taytı aldım.
giydim,beğendim.
ama evde.
hala dışarı çıkarken onu giyip de üzerine dizüstü bluzumu ekleyip sokağa çıkabilmişliğim yok.

ay evet azıcık korkağım.:)))
tarz değiştirmek için çok mu geç kaldım acaba?

31 Ekim 2010 Pazar

benim sevgi'm

tesbit insanı bildiriyor:
Sevgi'yi anlatıcam.
onu kıracağıma kafamı kırarım...desem yok ne o kırılsın ne benim her bir tarafa yetişen minik kafam.

her insanın kendini bir görüş şekli vardır. yani bu saçma laf şunu demek istiyor:bana beni sorsalar anlatırım ama beni kime sorsalar bambaşka bir şey anlatır. bunlar nadiren birbirini tutar.
hah işte bu yazı da benim Sevgi'yi görüşüm. onu tanıyışım. Sevgi bir nedir? dediklerinde vereceğim cevap.

Sevgi bir mizahtır her şeyden evvel. dün de yorum altlarında demiştim. ani ve beklenmedik bir mizah anlayışıdır Sevgi Hanım.

Sevgi ciddi bir biçimde karamsardır ayrıca..bundan zevk almayı öğrenmiş hatta daha da ileriye gidip onu okuyana da bundan hoşlanmayı öğretmiştir.

sakın haaa...Sevgi'ye ama..ama'larla yaklaşmayın, cıs yapar. hele toz pembiş şeyler hiç söylemeyin..bundan hoşlanır ve fekat bunu asla belli etmez, sizi ham yapar.:)

Sevgi'yi bırakın, yazsın.
Siz de uslu uslu okuyun.

Onun yazdıklarını okurken beklenmedik şeyler olur genelde.
Çarpıcı bir fotoğraf ya da resim vardır yazının üstünde.

Genelde sizi ürkütür bu obje ama siz Sevgi'nin hayal alemindesiniz, karışmak olmaz. Hiç bir blog yazarına karışılmaz zati. Bunu öğrenmediyseniz sizi başka bir aleme alalım, pardon.:)

Sonra gözler harflere doğru iner. Yes..Bazen kısa bir kaç cümle, bazen uzun uzun dökülmüş bir Sevgi vardır.
Kızmaktadır, arada şikayet etmekte, arada lafa takla attırmaktadır.
Taklalar kıvrak ve estetiktir.

Sakın müdahele etmeye kalkmayınız, okuyunuz derim ben.
Arada çarpıcı bir mizah..ki kendini hep gösterir. Sevgi şaka anlayışını saklamaz, bunu gözünüze de sokmaz ama oradadır o anlayış ve sizi güldürür.

Yazı bittiğinde sizin de ruh halinize bağlı olarak bir müddet göz kırpıştırırsınız.
Bu bazen iyidir, bazen değildir..:)

Sevgi zeki, çevik ve ahlaklı bir blog yazarımızdır şeklinde nahoş birşey demek üzereyken kendimi tutup demekten vazgeçiyorum.
Evet Sevgi zekidir...ama azıcık çabuk sıkılır..bazen küser, bazen çastara çatara ças diye dört bir yanı zil çalarak neşeyle gelir. Sen kuyunun dibindeysen bile seni güldürür ve oradan çıkarır.

İyi bir şeydir bu. Sahalarda daha fazla görmek istediğimiz hareketlerden.

Çok okuyor ayrıca anladığım kadarıyla. Sana bahsedeceği ve senin bilmediğin şeyleri var hep.

haaa...en sevdiğim özelliği..bu sizin ilginizi çekmeyebilir sevgili dostlar ama ben Sevgi'de en çok bunu severim:
Çok güzel laf tokuşturulur onunla..
Çok...
kelimeler, harfler, uçuşur..
bir eğlence satrancı gibi adım adım yazışılır.

eskiden..
msn denen o nanede yazışırdık.
kendimize ait bir dilimiz bile oluşmuştu.
dili, çibik, tuhif..ha tatlım? ;)

sonra Sevgi yine küstü bir şekil..bana değil. bana da küser de..bu küsüş sanırım bana değil.

msn hayatımız bitti. şimdi daha seyircili bir yazışma tarzımız oluştu..

daha kısıtlı, daha dikkatli, daha az orijinal..

ama ben onunla kelime tokuşturmayı severim.
bundan çok hoşlanırım.
hiç kötü niyetimiz yoktur bunu yaparken.
zaten ne olabilir? ha ha.
harfleri, kelimeleri, o kelimelerin zihnimizde bağlı olduğu objeleri kendimizce komik bir şekilde çatmak beni hep dinlendirir.

o bazen aniden yine küser.:)
evetttt, bunu yapar, hiç hayır demesin.
bazen onu beklerim, anlamam çünkü gittiğini.
bazen anlarım, ben de giderim.
sonra biz yine birbirimizi buluruz.

keyfimizin kahyasının canı isteyince.
ayar budur.

onu tanıdığım için gerçekten sevinmekteyim.
beni sever zannımca, bu da beni mutlu etmekte.

ama bir arzuhalim var kendisinden..
bazen beni olduğumdan güçlü sanıyor, değilim.:)
kimse değildir zati.
bunu bilsin istiyorum.

Tatlı insan, güzel dilekleri olan güzel insan..
umarım tüm dileklerin gerçekleşir.
Umarım tüm neşemizle o gölün kıyısında bir çay içeriz.
Valla seni seviyorum.
:)

30 Ekim 2010 Cumartesi

tıngır mıngır

insan insana seslenmeden hayatın tadı mı var? ha ha..daha güzel iface edilebilirdi evet de bu yazı derdini anlatıversin yeter.

vitrindeki renklerin büyüsüne kapılıp bir mağazaya dalarsın hani. içeride aklına bile gelmeyecek, hiç de ihtiyacının olmadığını düşündüğün o bluz seni beklemektedir. sen onu görür de vurulursun, o sana nazlı nazlı göz kırpmaktadır. seni beklemiştir, onu çizen, dokuyan, kesen, biçen seni düşünmüştür...emeğini kimbilir hangi zor şartlarda ortaya dökerken. çok sevilir o bluz. yıllar geçip giyilemeyecek duruma bile gelse, kıyılıp da kimselere verilemez. bir gün belki denip dolabın bir köşesine tekrar konulur.

bir saatim olmuştu bu duygularla aldığım. Sapı açık kahve, kendisi ortalama büyüklükteydi. kadrandaki rakamlar büyükçeydi ve birbirinin içine geçmişti hepsi. Çok sevmiştim. Çalışıyordum, işe yeni başlamıştım, bekardım da, yani o saati alabilirdim. ama neden hatırlamıyorum, onu alabilmek için biraz beklemem gerekmişti.

Her gün işe gidip gelirken yaş sanırım 19-20, görünüş zaten ufak tefek olduğundan..çocuk gibi saatçinin vitrinine bakar o saati izlerdim.

söyleyin bunun aşktan farkı ne?
:)))

Sonra o saati aldım. ki saat sevmem ben. aldım. Uzun zaman da kullandım. Sevgim hiç değişmedi.

Sonra bozuldu o saat.

Tamir ettirmek istedim...ama olmuyomuş bişey bişey yüzünden.
neyse.

hala durur işte.
hala severim.

İnsanlara...kumumun bana seslenip beni uyuyp durduğum, kendime üzüldüğüm koltuğumda güldürmesine, ataletimin bu seslenişe katılmasına sevindim.
Bu yazıyı da oraya bağlayacaktım. ama saat aklıma gelince hepsi uçup gitti.:)

söyleyin bunun aşktan farkı ne?
:)))

blogların fıkır fıkır fıkırdadığı...
uyanıştan hemen sonra tüm blogların gezildiği
hatta akşamüstü gezintisi dahilinde hepsinin tekrardan dolaşıldığı

bitter'in başkan kaçırma planlarını neşeyle anlattığı
hatta fotoğrafladığı

benim sözümona Okan Bayülgen'le yaptığım röportajları aktardığım

buradmm...oyyy benim canım burdam'ın neşeli hayvan hikayeleri, hayata dair anlattığı her, temiz, güzel neşeli hikaye...

sevginin ani ve beklenmedik mizahı

ataletin bizi dalıp kaldığımız anlarda uyandırıp kafalarımızı o güzel ve özel kadınlara takmamızı sağlaması...

kumun elmalı pastası...turta mıydı yoksa?:)))
hepsi güzeldi.

blogların bu hali de güzel.
bir kadının ya da erkeğin olgunluk hali gibi.
sorunları var.
çözmeye çalışıyor, dertli ama hala açık.
gülmeye, dertleşmeye, paylaşmaya açık.:)

seviyorum.

26 Ekim 2010 Salı

bir takım yetenekler

hayatın içinden gelmiş insanlar vardır. yetenekleri:durum okumak.

genellikle kalabalık ailelerde büyümüşlerdir. kardeşler, kuzenler, yeğenler, halalar, dayılar, abla ve abiler..

çok fazla kişiliğe, derde, sevince, dedikodu ve entrikaya, barışmaya ve affetmeye tanık olmuş, taraf olmuşlardır.

sorun çözmeyi bilirler. ne zaman hamle edeceklerini, ne zaman alttan alacaklarını, sadece söyleneni değil söylenmeyeni de duymayı bilirler.

kişisel karakterleri farklı farklıdır. bencil olanları, bu yteneği kendi kişisel zaferleri için kullanmayı seçenleri de vardır...
alevlenen ortamları ferahlatmayı, gerilmiş sinirleri kahkahaya çevirmeyi bilenleri de.

ama bu tecrübeli insanlar ortamın her anını farkederler.
karşısındakinin bakışındaki farklılığı
ona söylenmiş yüzlerce kelime arasından hiç alakasızca imdat diyen tek kelimeyi farkederler.
o kelimenin üzerine gidip seni çözerler.

ben o insanları severim.

24 Ekim 2010 Pazar

yeminle

benim karamsar halim çekilir şey değil.yakınımdaki 'şanslı' insanlar ne düşünüyur bilmiyorum ama ben kendimden çok sıkıldım. kendime dil çıkarıp, nanik yapmak, popoma bir şaplak vurup yeter artık demek istiyorum. dedim. ne kadar sürer bilmem. söz vermiş de olmayayım.

21 Ekim 2010 Perşembe

oho

kendini yeni baştan inşaa etmeye çalışırken..
hele bunu orta yaştan sonra yapmak zorunda kalmışsan..
eski ben'i hayal meyal hatırlıyor, onu arıyor ve seviyor ama nasıl bir şeydi tam da çıkaramıyorsan..
psikoloji eğitimi olan br dost çok işe yarıyor.

dost: pek çok şeyi konuşabilirsin demek.
eğitim: sana cevaplara giden yolları gösterebilir demek.

biraz basit ama duygular formüle ediliyor bu sayde.
haaa diyorsun, demek bu nedenle...

aç bir ruh, iştahlı bir merakla anlatıp, dinliyorsun.

haaa diyorsun, yeniden, demek bu nedenle...

hoş...
kendinden soyutlanıyor insan.
kendini proje, müsvedde, hatta buruşturulup atılmış kağıt gibi hissediyor bu çabanın sonunda.
ama kendin olmaya başlamaya karar verdiğinde, elinde bir taslak oluyor. epey net ve doğru bir taslak.

ben mesela, çok hassasmışım.
bu bir tesbit.
öyleyim.
zaten öyleydim ama
beni koruyan bir zırhım vardı. asabiyet, gurur, hayata güven.
bunlar düştüğünde savunmasız kaldım.
çok.

şimdi nerede korunmaya muhtaç olduğunu düşündüğüm birini görsem, aiırı bir ilgi gösteriyorum.
ama sen beni korumadın hayat, demek belkş de bu bilmiyorum.
herkes de az çok vardır bu hisler benimki fazlalaştı farkındayım.

bir taraftan incelikten kırılır bir haldeyim.
an geliyor ağzımdan aklıma gelmeyecek küfürler çıkıyor.

"soracahsan ki neye?
işte eyle."
:)

kuşlar böcekler gördüğümde beni mutlu eden "küçük detaylar" (ay iğrenç bir yeni moda laf bu, tesbit yapıyor, yaptığı durumla gönül bağı yok)beni bu ara mutlu etmiyor.

etmesi için kendimi zorlamayacağım.
mutlu olmak zorunda değilim.
mutlu görünmek zorunda da değilim.

mutluluk mutsuzluk, bunları geçtim, çoğu zaman beni ele geçirmiş duygu hep: telaş. ve endişe.
göz altlarım isyan ediyor.
hep olduğundan ufak gösteren suratım gittikçe yaşlanıyor sanki.

kendimi rahat bırakmak istiyorum.
kendime delilik izni verdim.
çünkü gerçekten herkesi idare etmekten yoruldum.
alttan almaktan da.
üstelik bunu ne kadar yaparsam yapayım, kendimce inanılmaz bir çaba göstersem de, karşı taraftakiler daha fazlasını istiyor.
oysa hepimizin bir yaradışılı, bir yapısı var.
eğilmek, terbiye olmak başka, doğaya karşı gelmek başka.
ben ise bana bunun yapılmaya başladığını hisediyorum sanki.

belki bunların hepsini popomdan uydurdum.
kimse benden bir şey beklemiyor.
(öyle mi?)
bunları bana söyleyen, benden isteyen benim.
her ne ise de.

delilik iznimdeyim.
sayfa açarım.
sayfa kaparım.
küserim, darılırım, barışırım.
isteyen bana ayak uydurabilir.
azıcık izindeyim.:)

18 Ekim 2010 Pazartesi

aynı ıstırabı hisseden var mı diye de merak etmekteyim...

güç farklı farklıdır. bazen para, bazen silah, bazen fiziki bazen de psikolojik üstünlük gerektirir.

öyle insanlar var ki, çok güçsüz görünürler. sevmelik, tatlı dilli, yardıma muhtaç, sevgi dolu bir halleri vardır.

öyle insanlar da var ki, çok güçlü görünürler. net, çoğu zaman keskin br duruşları vardır ve kendilerinden emin, her savaşa atılabilir görünürler.

ilk örnektekiler genellikle ikinci örnektekileri bir güzel afiyetle yerler.
tıka basa, tüküre tüküre yerler.

umurlarında bile olmaz demek yanlış olur, kimi neden ve nasıl yediklerini fark bile etmezler.

güçlü görünen kendni saklamaz. nettir dedik, flu tarafı yoktur, hamlesi önceden farkedilebilir.

oysa diğeri türlü çeşit atraksiyonuyla bilinmezlik doludur. rakibini feci hırpalar.
eğer sana kafayı taktıysa istediğin kadar saklan ondan, kurtulamazsın.

ta ki şu tanımları yapabilene dek.

sen hangisisin.
eğer bu tür bir ıstırap yaşıyorsan büyük ihtimal savaşçı olansın.
yanlış: savaşçı olarak algılanansın.

şimdi seçimini yapmalısın dostum:
aptal değilsin
dürüstsün
sevgin de nefretin kadar gerçek ve temiz.
fedakarsın.
hem de karşındaki insana saygı duyup, onun kişiliğini budamaya kalkmayacak kadar.
sen cidden güçlüsün.
o zaman silahlarını ve stratejini tekrar gözden geçir.

yolun zor yol.
sen silahların meydanda yaşamaya alışmışsın. aksi senin için hile demek. kendine saygı duyman lazım, bunsuz yapamazsın. gözyaşları kendiliğinden gözlerinden fışkırana dek ağlayamazsın. rol yoktur. hayat gerçektir senin için. idealler, ilkeler senin için yazılmış gibidir. dışına çıkamazsın.

ama esnemeden bu savaşı kazanman imkansız. bunu da anlarsın.

ne yapacaksın dostum?
kendine ihanet edecek misin?
kaderine lanet mi edeceksin?

o zaman biraz sus.
susmalısın.

sen sus çünkü unuttuğun bir şey var.
diğerleri.

sus ve onlar hakem olsun.
yavaş yavaş, adım adım sus.
ve bekle.

11 Ekim 2010 Pazartesi

kendine ait olmak

ne demek?

rahatça ağız dolusu küfredebilmek.
bulaşığı canın ne zaman isterse o zaman yıkamak.
istediğin kanalı izlemek.

zırt pırt keyfime dokunulmasından bıktım.
beni rahat bırakın.

9 Ekim 2010 Cumartesi

kız mutluydu

sabah uyandığında kendini yokladı önce bir. gözlerini bile tam açmadan kendi kalbinin sesini dinledi: deli gibi çarpmıyor. oh dedi. dün'ü düşündü bir çırpıda. iyi bir gün olmuştu dün. düşüncelerini bugüne kaydırdı. sakinlik vadediyor: plan yok, hava ılık, mutfak tezgahı temiz tek bir kirli bardak bile yok, ev derli toplu. "canım ne isterse yapabilirim" diye düşündü. "herkes iyi."

olmayan şey endişeydi aslında...suçluluk duygusunu kullanmaya bile gerek kalmamıştı. her şey iyiydi.

şimdi artık ağaçlıklı yollar benim, kedi yavruları benim, deniz kenarı benim, çay partileri, neşeli kahve fincanları, vitrinlerde şıkırdayan yeni giysiler, porselenler, perdeler benim diye düşündü.

şimdi artık...göğe baktığımda sadece şükür var, huzurlu hayaller kurabilirim, birine kızdığımda rahatça bunu ifade edebilirim. tekrar ben olabilirim diye düşündü.

birkaç dakika daha sükunetini yudumladı. sonra yavaşça, önce sağ adımını atarak hayata dalıverdi.

23 Eylül 2010 Perşembe

günlük

eski eşyaları karıştırırken buldum onları. Yıpranmış, üzeri pek çok türlü kalemle yazılmış kağıtlar. Bir dolu mektup, teksir kağıdı ya da defterden koparılmış yapraklar. Bir fotoğraf. Kartpostallar. Mektupların bir kısmı bana yazılmış, bir kısmını da ben yazmışım ama yollamamışım. Şimdi elimde günlük olarak kalmışlar. Ama ya yollasaydım ne olurdu sorusu da az düşündürtmüyor değil hani...

Okulu yani Üniversiteyi bırakıp gelince ne çok üzülmüşüm. Biliyordum bunu da... o genç kızın kelimelerini bugünkü aklımla okuyunca daha bir etkilenim. Kendime üzüldüm. ki hiç sevmem bunu. Kendi saçlarımı sevesim geldi.
Dert yanmışım çok sevdiğim insanlara, onlar da bana akıllar vermişler, moraller vermişler. falan filan.

Ergen olmak ne zor bir de onu anladım. Bulabildiğimiz her kağıt parçasına tesbitler yapmışım, şimdi okuyunca ne olduğunu anlayamadığım. Sadece ben de değil. Şimdi adını bile hatırlamakta zorlandığım bir dolu arkadaşın tesbitleri de mevcut. Bir nev'i kişisel tarih müzesi belgesi gibi duruyorlar.

İyi de şu anda yaptığım şey de farklı değil. O zamanlar olmayan bir şeye, ekrana yazıyorum sadece, fark bu. Ve eşya yerleştirirken bulunamayacak bu satırlar, bir yerlerin bir yerlerinde dijital kayıtlar olarak kalacaklar.

Kendimi çok yormamaya karar verdim. Hem fiziken hem ruhen haddimi aşmış durumdayım çünkü.
Bu konuyu da öylesine düşünüp geçiştireceğim.
Ama hoşuma gitti. Eski benle karşılaşmak. Onu anlamak ve sevmek.
İnsanlara fazlasıyla bağlandığımı gördüm. Hayatı çok ciddiye aldığımı. Gerçekten geri dönebilsem bunları yapmazdım.

Ha bir de eski katpostallar. Ne şirin çizimleri varmış. İçimi sevinçle doldurdular.

Truman

yavrucağzım sana akıl veren ne çok insan oldu. ne çok akıl verdiler. ne çok akıl dinledin. ama kimse...kimse. git kendin ne istiyorsan onu yap demedi. kimse.
sen ne istiyorsun?
soru bu.
cevabı sendeydi.
ama'lardan eğer'lerden bıktın.

zihninin önüne geçen perdeyi kenara çek.
sanki salkım saçak oradan oraya savrulan ve gözlerini kalbini engelleyen o düşünceler, korku ve endişelerden.

odaklan bakalım. kendine değil. sen oradasın zaten. kendinden dışarıya ver dikkatini.

bütün o kabullenmişlikler. hatta terbiye. hatta incelik. hatta sana öğretilmiş herşey. senin önüne kim koydu o engelleri. harcını sen dökmedin mi?

temizlen ey dünyam. yeniden keşfet. yeniden öğren.
çekilin bir Truman uyanıyor.
rastgele.:)

21 Eylül 2010 Salı

deniz ve ben

dün denizin üstündeydim.
bunun beni hala şaşırtıyor olmasına çok şaşırıyorum.:)

denize alışık biriyim.
hemen dibinde sahili olan bir şehirde temelli yaşamamış olsam da
yazlarım Marmara'da değişik koylarda geçti çocukluğum boyunca.

yine de denize bakınca ne çok su diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
ne çok su, nasıl bu kadar çok olabilir?

okyanus görmek neyse ki benim için uzak ihtimal. beynim algılama çabasından kaynayabilirdi.
:)

makineleri de anlayamıyorum.
değil uçak, gemi
Tv bile beni dumura uğratıyor.
nasıl çalışıyorsun sen diye sormak geliyor içimden.
madem sesi var, beni cevaplayabilir diye düşünüyorum.

işbu durumda
hem denizin üstünde
hem de bir vapurda olmak
beni büyülüyor.

çocuk gibi ayaklarımı pervaza uzatıyorum.
yanımdakinin omzuna büzülüyorum.
çok sevimli oluyorum.
(sanırım. bu kısmı sanırım yani. sevimlilik kısmı.)
etrafa öylece bakıyorum.
İzmirin yüksek ve geniş cepheli binaları.
tepeleri.
Konaktaki Türk Bayrağı.
canım canım.
martılara gülüyorum.
yanımdakiyle konuşuyorum.
şaşırıyorum.

ne çok su.
hakikaten.
:)

16 Eylül 2010 Perşembe

bak bir gün

Tenis Cafe'yi bilir misiniz?

Ege Üniversitesi'nin içerisindedir.
Çok yeşil, çok ağaç ve de küçük ve doğala yakın bir havuzu vardır. Şırıl şırıl su akar, bir ara minik bir kaplumbağa bile görmüştüm içinde.

Üniversitenin her yerinde içebileceğiniz kağıt bardaklara inat..Ajda Pekkan bardağı diye tabir edilen (niyeyse) normalden yüksek ve ince belli cam bardaklarla, taze çay içebilirsiniz orada.

Cheeseburgerini severim ben. Baskın bir tadı olmamasına rağmen...temiz, doyurucu ve güzel görünüşlüdür.

Sabah ilk iş kan verdikten sonra ya da muayene ertesi sonuç beklerken biz de oradayızdır.
Hastaneden kaçış noktası.
Eğer oraya huzurla ve mutlulukla ulaştıysak...dünyada en sevdiğim Cafe olur birden.
Gözüme masalsı görünür.
Yok endişe varsa yine...
Çok neşeli olurum, ağzım konuşur ve güler, gözlerim ağlar.

Self servistir. Kendi işini kendin görürsün.
Sanırım benim gözlüğümden dolayı...elemanlar bana da hep Hocam diye hitap eder.

Dün oradaydık yine.
Muayene sonrası, kaçış anı.
Mhv geldi.
Sevgili kardeşim ve arkadaşım...
Tatlı delim, güzel yüreklim, enerji bombam.

Kendine has giyim tarzıyla karşıda göründüğünde, o beni henüz görmeden, ona baktım birkaç saniye.
Ne şekersin diye içimden geçirdim.
Biliyorum beni gördüğü an, çocuklar gibi koşarak bana gelecek ve tattlımmm diyecek en çocuk sesiyle.


Ben, Umut, O...
neler konuşulacak...
Yıldız Savaşlarından Ulyses'e freestyle muhabbet.
Gülmece, sözcükler, bir dolu detay.

Sonra...
gördük birbirimizi koşarak sarılıştık.

Cafe'nin bu kısmına gelmemiştim daha önce dedi..güzelmiş dedi.
E, bahçe büyük, benim de gidip oturmadığım bir dolu yeri var, normal.

Kafam 15 bin yerde. Otururken, göğüse koştum, onkolojiye koştum geçen seferden kalan yatak üsretini yatırdım.
Reçete aklıma geldi.
Mhv'e sordum, Kardeşimi aradım: Biz bu ilacı nasıl alacağız diye.

(teknik sorunlar, boşverin)

Yine otururken birlikte...
kalktım eczanemize gittim, nasıl nasıl diye.
Rapor dediler.
Ahmet rapora koştu ben dönüşte, bekleyen dostları aradım.
neler konuştum bilmem.

Sonra kardeşin kız arkadaşı ki şu birlikte değiller, O aradı.
Onunla randevulaştım.

Hastanede geçen sefer Tv'mizi ve viledamızı bıraktık, onları eve nasıl götürsek dedim. onu düşündüm.
Sonra Umut ben sinemaya gidicem dedi. Kanlarımız düşük diyemedim, çünkü dün doğumgünüydü, tamam dedim.
Ülen bir de eve dönüş var. Kaçta döneceğiz, nasıl buluşacağız.
O ara Mhv gitti, Mügem geldi.

Onunla bizim hastanenin önünde buluştum, birazdan aşı var.
Ve bizim hemşirelerimizin yapmadığı aşı sanki yapılamamış gibi geliyor bana. öyle bir tuhaflık.

Kamile Abla aşıyı yaparken ben Mügeyle konuştum.
Sonra gittim Kamile Ablama sarıldım, elini öptüm.

Başa koymalı el öpüş değil. Saygıdan çok sevgi dolu, direkt el öpüş şeklinde.

Hep beraber Forum Bornova...yürüme mesafesinde.
Tv Ahmette, vileda Mügede...
Müge güzeldir...
bir ara güldüm kız çok komik görünüyorsun elinde viledayla sanki bütün hastaneyei temizleyip çıkmışsın gibi dedim.
Gülüştük.
Vileda mühimdir.:)

çay kahve faslı, kazık fiyatlar, filan.
Eve döndük.
Benim çıkmam lazım Mhv'le ikinci buluşmayı Karşıyakada gerçekleştireceğiz, ortak bir arkadaşa gideceğiz.

Ülen...
Bir baktım.
yani doğrusu kendimi bir dinledim.

Parmağım kımıladamıyo.
Değil yürümek oturmaya mecalim yok.


Gelemeyeceğim tatlım dedim.
Sürünerek kardeşin evine giriştim.
Çok az ama...hiç işe yaramayacak kadar.
Sonra akşam altı otobüsünde...
yanımda bir genç kız oturuyordu.
Benimle hiç iletişim kurmaya niyeti yoktu.
Benim de yoktu ama insan en azından gülümser...
ı ıh.
iyi peki uyuyarak gelmişim.

İnerken kıza azıcık sinirle baktım, bu kadar da mı soğuk olunur diye...:)

Sonra Ahmet anlattı. Kızın kucağına kıvrılıp uyumuşum yol boyu.
Yazık, sesini çıkarmamış..hatta bir ara gözlüğümü düzeltmiş.

Çok güldüm.:)))
sağolsun...:)))

14 Eylül 2010 Salı

bir sorum var çocuklar

kadınlar bu kadar toparlayıcı, sorun çözücü, tabağa yemek doldurucu ve cevval olmasalardı acaba bazı erkek kısmının kendi benliğini bulması daha mı mümkün olurdu?

11 Eylül 2010 Cumartesi

yeni

ümitler çiçekler gibi açıyor. mis kokuyor, sakincecik duruyorlar. deniz var, dalgasız ve pırıltılı. kuşlar uçuyor, cıvıldıyor. ben neşe istiyorum. gerçek neşe. :)

4 Eylül 2010 Cumartesi

Valla

ben bunaldım azıcık. ne yapsam? salak bir sırıtışla mı dolaşayım yine etrafta? ne olsaa...amaaannn efendim, mühim değil mi diyeyim? ne yapayım? burda görevli bir de psikolog var. çok şeker, onu vursam iyi gelir mi? çok gürültülü bir konserin açılış şarkısındaki kadar çok ses çıkarasım var.

sonracığıma...
aklını siyasete..
ideolojilere...
ya da daha fenası
kendi aklından daha büyük akla sahip olduğunu düşündüğü insanlara kul olmuş insanlara gıcığım.
ve bu gıcık olma durumum şu andaki en küçük sorunum.

yani sık sık bana ne beee...de diyebiliyorum.
ama bana çok komik geliyorlar.
onu da söylemem lazım.

bir kadın ahbap demişti ki bana...siz kendinizi akıllı sanıyorsunuz, halbuki ben 2 ile 2'yi bile toplamam...yanımda kim varsa cevabı ona soruveririm diye.

şaşırakaldıydım.
beğendim, iğrendim, hayran oldum. hepsi birden.
"tüh zavallı, süperzeka"
demek geldiydi içimden.

çünkü harbiden kendini yormamak ve hayatını kuştüyü minderde geçirmek için ideal yol.
ama bir yandan kullanılmamış 0 beyinle yerine iade edilecek olmak da var.

amannn...bana neee...
deyip yine de sinirleniyorum.

birinden alınan icazetle yaşamak zor bişey olmalı.
bunun tadını bilmek istemiyorum.
doğaçlama iyidir.
olmadık yerde aykırı bir espri yaparsın misal- en basitinden- olaylar gelişir.
macera olur.
bülbül gibi papağan gibi koyun gibi...yürü denilince yürümek... o böyle düşünüyor, mecbursun sen de kendi düşünceni tıkıştır, sıkıştır, kes biç, eğ, dik...o düşünceye uydur denmesi onur kırıcı olmalı.

abi yaa...kendi kafanızda bir reset yapsanız ya.

bu hayat çok zor.
senin öğrendiğin sana, benimki bana.
faydam olacaksa paylaşmaya hazırım.
seninkini dinlemeye hazırım.
canım isterse elbet.
keyfimin kahyası çoğu zaman benim. istemeyebilirim de yani.

böyle olsun hep.
alanının dışına taşma.
ben senin alanına basmamaya azami özen gösteriyorum çünkü.

bak işte, takmıyorum dedim...meğer fazlaca takıyormuşum bu konuyu kafama.
anlattım bitti.

gideyim de çay içeyim bari.

29 Ağustos 2010 Pazar

not

hayatı tıkır mıkır yolunda giden bir insanın ufacık sorunlara verdiği gürültülü tepkiyi özledim.

27 Ağustos 2010 Cuma

insana ait en değerli şey

uzatmayacağım; kendine ait düşünce sistemidir.

ne demek bu?

beni ilgilendiren olaylara verdiğim tepki.
sonrasında sakinleşip düşünmeye başladıkça, hislerimi açıp açıp onu düşüncelerimle yoğurdukça olaya karşı oluşturduğum duruş tarzım.

kocaman bişeydir bu.
zaman zaman değişir.
uysallaşır, öfkelenir, diklenir sonra yine uysallaşır, hele beni üzen olayı çözersem olgunlaştırır...yaşarken zehir gibi olan acı, başarmanın gururdan uzak ama lezzetli hazzıyla lokuma dönüşür.
dönüşür anlıyor musun?

beni rahat bırak.
bana akıl verme.

sormadığım sürece verme.
üstüme gelme.
biraz zaman ver bana.

bırak bir öfkemi atlatayım, sakinliğe kucak açayım.
Bırak bir...evren herşeyiyle karşımdaymış gibi geliyor, onun içinde olduğumu onun da benden yana olduğunu farkedeyim.

girdaplarını al ve git, azıcık uzak dur benden.
bana bulaşma.

keşke benimle bir yeldeğirmenlerine bağırabilsen, yapamazsın.
ben az sonra o yeldeğirmenleriyle barışacağım
en azından sus...zamanı akıtma.



bazı insanların sorunu sizi kendilerinden nefret ettirmeleri değildir.
sizi kendinizden nefret ettirmeyi başarmalarıdır.

26 Ağustos 2010 Perşembe

bak canım blog

hayat bazen çok zorluyor tamam. şu anda da öyle. sanki hiç iyi bir şey olamazmış gibi üzerime üzerime geliyor. nerede hata yaptım, yapıyorum soruları bütün zihnimi kaplıyor. suçlu olarak kendimi görüp, kendimi deşiyorum.
hayatın beni neden bu denli sevmediğini anlayamıyorum. yok eğer seviyorsa bu sevme biçimini de anlayamıyorum.
ay Valla başka da söyleyecek bir şeyim yok. hayatla blogdan konuşmak değil amacım. biraz rahatlasam ve iyi haber alsam yeter.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

eski yeni zamanlar, benim gözümden

nereden başlayayım?

Tv'de özellikle ya da sinemada filan...yeni bir yıldız adayı var mı dikkatinizi çeken?

benim yok. bunu ara ara düşünürüm. neden yok?

güzel kızlar, yakışıklı erkekler var...az bir kısmı yetenekli belki de.
ama yıldız değil hiç biri.
hiç birinin hayat hikayesini merak etmiyorum.
ne yapacakları, ne yapmak istedilleri beni ilgilendirmiyor.

Bu ilgiyi sağlayan şey ne olabilir?
Yeni bir yüz gördüğümde onu neden merak ederim, düşünceleri, yapmak istedikleri benim için neden önemli olur?

bunu sağlayan nedir? hangi duygudur?

amatörce yani kendimce cevaplarım:

o kişide beni hatırlatan bir şeyler olmalı.
benim hayallerimi, gençliğimi, hislerimi...

o başardıkça ben başarmış gibi olmalı,
o kırıldıkça ben kırılmış gibi üzülmeliyim.

başarsın istemeliyim.

ben tek kişiyim, demek o kişide hepimizi hatırlatan bir şeyler olmalı...ki yıldız dediğimiz şey olsun.

ona bazen kızmalı, bazen hayran olmalıyız.

hata yaptığında hepimizin onaylayacağı bir duygu için hata yapmış olmalı.
misal aşk için.
ki onu anlayıp, bağrımıza basmaya devam edebilelim.
mantıksız bile bulsak, ah canım diyebilelim.

peki bunu sağlayan ne?
nasıl hepimizden biri olabilir o küçük hanım, küçük bey?

bir şey diyeyim:

çekirdek aileden o yıldızın çıkması çok çok küçük bir ihtimaldir.

sadece anne babasını ve varsa kardeşini tanıyarak büyümüş bir çocuk nasıl hepimize birden benzesin ki?

anane,babanne, dedeler, dayılar, halalar teyzeler...yeğenler hatta çok önemli bir unsur yengeler...
bunları tanımadan büyümüş çocuk toplam 3 ruh halini yakından tanıyabilmişken nasıl olsun da hepimiz olabilsin?

yengeler gerçek... abilerim, ablalarım.
onlar hayatımızda.
bizzatihi bir çoğumuz kendimiz yengeyiz ve yenge olmanın ruh hallerini yaşıyoruz.

karıştı mı?
hayır. karışmadı.

insan halleri önemli olan.
insanlık durumları.

insan olmanın çok sayıda seçenekleri, duygu durumları.

sen ablam...
kadınsın, eşsin, annesin, belki hala, belki teyzesin.

her birinin farklı getirileri var.
bir insan çok insan.
herkes için farklı bir insan.
ve abiciğim sen.
kaç kişisin?

baba, kardeş, evlat, işveren, işçi, yeğen...bilmem daha kimsin.

kendini 2 oda bir salon eve hapsettiğinden beri
ve
insanları tanıdığın tek yer Tv olduğundan beri
sen
hiçkimsesin.

babalığın haz vermiyor, işçini tanımıyorsun.

yan evdeki sifonunun sesini duyduğun komşu ne yedi haberin yok.
yemek yerken ki güzel anılarından bihabersin.
sifonunu duymak bu nedenle seni rahatsız ediyor. güzel anlarını göremedin çünkü.

Geniş ailede büyüyen çocuk, komşularını tanıyan çocuk, bebeliğini sokakta bilye peşinde geçiren, arkadaşlarıyla küsüp barışmayı öğrenmiş çocuk...işte o hepimiziz.

ben kendimize ettiğimiz bu zulmü kavramakta zorlanıyorum.

o komşularla geçirilen zaman nasıl güzel bir zaman bilseniz.

o anlamsız uzuuun muhabbetlerde, sıcağı, soğuğu birlikte geçirmekte nasıl bir keyif gizli bilseniz.

Allah aşkına ufak mı geldi bu keyif?
Bu kadar mı anlamlı hayatlarınız var?
hepimiz mi dahiyiz de...her gün yeni bir icat keşfeden bilimadamlarıyız yoksa?
Vaktimiz yanımızdakine an'ımızı bile vermekten imtina edeceğimiz kadar az mı?

temiz kalpler klübü kurmak istiyorum yeniden.

benim şükür...komşularım ve akrabalarım var.
eminim bir çoğunuzun da vardır. lafım ortaya. çünkü bir sorun olduğu belli hayatımızda.

onlarla birlikte geçirdiğim anlara değer...
tüm çabama, sabrıma, emeğime değer.

Ve benim çabam, sabrım, emeğim...onların bana gösterdikleri emeğin yanında solda sıfır kalır.

Allah hepsinden razı olsun.

Komşumun oğlu İlkerin gelip de bana hükümranlık kurmasına bayılıyorum.
Tek lafıyla beni çatlayana kadar güldürebiliyor çünkü.

Annem soruyor kendisine:
"Oruç tuttun mu ilker?"
Cevap:
"Tutmadım İnşallah."
:)))

Bağlayayım. en azından deneyeyim...

domatesler gibi tvdeki yıldızcıklar.
genleiyle oynanmış, vaktinden önce büyümüş, su ve hormon salatası.
bunun için benim bir yıldız adayım yok.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

okuyan için çok anlamsız bir yazı olur sanırım

söylemek istediğim hiç bir şeyin kalmaması ne tuhaf.

bir heyecan yumağı, annemin deyimiyle çıfıt çarşısı, kurtlu peynir olan ben...canım hiç bir şey istemiyor. ve çok üzgünüm.

bazı ilişkiler yrümez malum. o insanla ne kadar iyi anlaşırsan anlaş, ne kadar seversen sev...bunun hiç önemi yoktur. alttan al, anlayış göster ve aslında onun neyi neyden dolayı yaptığını anla. yine de olmaz. temelde bir farklılık var ve onu aşamazsın.
değiştirmeye çalışmak ne gereksiz çaba.

tam diyorum: hah şimdi oldu..evet işte beklediğim buydu.
seviyorum çünkü nerede hamle etmesi gerketiğini biliyor.
ne söylemesi ve nasıl söylemesi gerektiğini biliyor.
ama en geç ertesi gün anlıyorum.
hayır, hiç bir şey değişmemiş.

çünkü o insan, aynı insan.

arkadaşım,kocam o, bu, şu...farketmez.
eğer yürümüyorsa yürümüyor.

ilk zamanlar kendimi suçlardım. daha atak, tepkilerimi hemen ortaya koyduğum zamanlrda.
ah ben o zaman ne saf ne temiz bir çocuktum.
:)
yok, şimdi değilim blog.
artık bekliyorum.
hamle istiyorum.
merakla bakınıyorum.
ne yapacak?
bunun tadını çıkarıyorum.

ama o aptal çocuk tamamen gitmiş değil içimden.
kanıyorum.
sanıyorum ki o çok istediğim güzellik önümde, bana gelmiş.
oysa gelmiyor.

çünkü o yanlış insan.
ve ben de onun için yanlış insanım.
bu kadar basit.

ilişkiyi derhal mimimale çek.
ne kadarını yapabiliyorsan, mümkünse bitir gitsin.
bir selamlık yer bırak kendine.

bırak, beni özlesin.
tüm kalbimle onun yanındaydım çünkü.
ve o bunu biliyor.

8 Ağustos 2010 Pazar

öeh

ne yaparsan yap başka insanlar olacak. ne kadar umursamıyorum desen de, onları umursayacaksın. gözlerini kapatsan, kahkahalar atsan ve ağlasan da farketmez. onlar orada. her birinin kendi değer yargıları var. sen ne yaşarsan yaşa, ne hissedersen hisset, onlar bunu kendilerince yorumlayacaklar. sen onlar için ne olduğunu bilemeyeceksin.
kendi bedenimizin ve aklımızın içinde tıngır mıngır yuvarlanırken, kimisine daha fazla, kimisine daha az dokunarak yaşayıp gideceksin. kesişme noktaları tahmininden bile az olabilir, sakın şaşırma.
işte o nedenle bazen sessizlik güzel. işte o nedenle bazen konuşmadan anlaşmak güzel. hadi çay içelim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

bir kaç akşam evvel annem ve ben akşam serinliğinden faydalanmak için dışarı çıktık. hemen yakınımızdaki yeşil olmayan yeşil alandaki banklara oturduk. sıcak şu andaki kadar çıldırmamıştı, arada bir esen tatlı bir rüzgar bile vardı. azıcık çekirdek bile yedim. bize 90 derece açıyla duran bankta bir genç kız ve delikanlı oturmaktaydı. Neşeli ama sakin, konuşmaktaydılar. Sonra gözlerim o iki küçük şirineye takıldı.

İki küçük kız çocuğu. Minik bisikletlerinin üzerinde fır dönmekteydiler. Bundan sıkılıp hemen arkamızdaki duvarda koşturmaya karar verdiklerinde, canım çok da istememesine rağmen kendimi tutamadım, seslendim:"Fıstıklar, dikkat edin, düşersiniz."

Kafasını kaldırıp baktı ikisi de. Bir iki kez daha uyarmam gerekti. Bendeniz nöbetçi anne. Hepsi benim çocuğummuş gibi geliyor, bu duyguyu severim.

Cingöz bakışlı olan daha ufak. Sevimli bir canavar. Tanımadığıınız bir çocukla konuşmaya kalkmak tehlikeli bir iştir. Hele yanınızda başkaları da varsa. Edeceğiniz ilk lafta madara olabilirsiniz. Bir çocuk için bu çok kolaydır. Hem yaptığını anlamaz, hem de bundan neredeyse zevk alır.

Benimkiler böyle yapmadı ama. Sözümü dinlediler. Ve tabi ki sohbet burada kalmadı, ilerledi.

Önce duvardan inip usul usul yanımıza yaklaştılar. Klasik olarak isimlerini sordum: Birisi Güneş, diğeri Meryem imiş.

Ay ne güzel isimleriniz var dememe kalmadı. Güneş olan, yani sevimli cadı diğer arkadaşının adına güldü.

"Ama" dedim. "Meryem ismi nereden geliyor biliyor musun Güneş?" "Çok güzel bir isimdir O."

Meryem küçük bir Hanımefendi. Hem boypos olarak daha yapılı hem de nasıl olgun ve toparlayıcı. Arkadaşının hareketi onu üzdüyse bile bunu hiç belli etmedi. Sakince yanımıza gelip "Ben biliyorum" dedi.

Yine de devam ettim. Bir şeyi söylemeye karar verdiysem buna kimse mani olamaz. Çocuk bunu nerden bilsin? :)

"Hz. İsa Peygamberimizin annesinin ismi O" dedim. "Ve çok da güzel bir isim."

Yine"Biliyorum" dedi Meryem.

Babası İmam imiş. Buradan tatlı bir sohbete başladık.

Fakat ufak olan, Güneş yani, tüm cingözlüğüyle benim çocukluğum.

Sanki zamanda yolculuk. Fıldır fıldır bisiklete biniyor. Her tarafa laf yetiştiriyor, durmak bilmeyen bir enerji. Çok konuşuyor, hızlı konuşuyor, aynı anda pek çok yerde olmak ister gibi bir hali var.

Annem aniden aynı şeyi söyledi:"Bu karagöz, sana benziyor."


Meryemciğime baktım. Güneşciğime baktım. Geçmişimi düşündüm. Onların geleceklerini düşündüm.

Tatlı Meryem bu olgunlukla...ateş yalazı Güneş bu enerjiyle ne yaparlar acaba dedim.

Allaha emanet olsun bütün kuzular...ve Allah büyümüş kuzuları da sevindirsin, mutlu olmalarına izin versin istedim.

Çocukların onları ilgiyle dinleyen insanları bulduklarında oyunu bile bırakıp anlatmak istediklerini farkettim. Kendilerine soru sorulmasına bayılıyorlar. Yeterince ilginç sorularsa tabi.

Şimdi her akşam anneme beni soruyorlarmış. Nerde o Abla nerde o Teyze? şeklinde.

Bir akşam 5 taş oynamak için sözleştik. Umarım gerçekleştiririz.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

30 Temmuz 2010 Cuma

küçük kızların bisikletleri

sen de alemsin blog. ne zaman açsam öyle yüzüme bakıyorsun.
benim de sana söylemek istediğim bişey yok zaten, anladım ki senin de beni dinlemek gibi bir derdin yok.

e iyi, zorlamayalım birbirimizi.

beyaz sayfa güzeldir. umut vadeder. önünde tertemiz gülümser. ne istersen yazabilirsin gibi gelir ama aslında yazıyı yazan sen değil, senin içindekidir. ve sen ona karışamazsın.

onu tanıdığını sanman bile hala çocuk olduğunu gösterir. ve hala çocuk olmak ne güzeldir.
:)

sanırsın ki, aklımda bişey var, bence mühim, bunu yazmam lazım deyince onu yazabileceksin.

yazamazsın.

içindeki ne isterse onu yazar. bir bakmışsın Marmara'dan girmiş İber'den çıkmışsın. ha haaa...nasıl da morardın. dönüş yolunu da bilmiyorsun. hadi kolay gele.

Bilge'de denk geldim de...yeniden Yedi Kocalı Hürmüz izledim. aman ne iyi yaptım.

sedirlerde, minderlerde, kadınlarda ve kurdukları gizli hükümdarlıkta aklım kaldı.

nasıl da hiç bir mühim işlerine erkekleri karıştırmıyorlar ve de nasıl da gizli Amazonlar.


flmde sadece kadınların bildiği sır şarkılar filan var. gerçekte namümkün bir hadise.
bir kadının böyle bir sırrı olsa başka bir kadın bunu yumurtlamak için çatlar.
ha haaa.

ben bu mevzuudan ortak değerlere falan giderim ki...Allah korusun. kendimden nefret edesim yok şu an. kendimle düzeyli bir ilişki yürütmeye çalışıyorum zira, birbirimize hiç bulaşmıyoruz.

internet oyunları, örgü, hamur işleri, sudan muhabbetler ve zırtlak ötesi şakalar...beni benden uzak tutuyor. memnunum.


umrım yazıdan çok şey beklememiştin sevgili okuyucu, çünkü yazı bu kadar.

nane likörlü kokteyl olasım var.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

hedefsiz

tuhaf...aslında sakin ve iyi hissediyorum.
ama arada bir öfke gelip beni buluyor.
nedensiz ve hedefsiz.

kimin canını yakarsa, farketmiyor.

bazen de en çok beklentim olana çatıyorum.
sanki imdat çığılığı gibi.
heyyy duysana beni dercesine.

ama nasıl sinirliyim, nasıl duyacak?
gördüğü canavarlaşmış, canavarlaştırılmış bir insan sadece.

:)

hırsımı alamama duygusu bu.
sağlam bir tekme atamama duygusu.

bunu da hayata bıraktım. bekliyorum.
beklemeyi bıraktığım gün kurtulacağım, biliyorum.

ya nasıl bir insansın sen?
bunca zaman, bunca gün, bunca yıl.
nasıl hiç falso vermedin.
:))ben hakikaten mi o kadar salağım?
yoksa sadece yanlış kişiye rastlamış iyi kalpli bir bahtsız mıyım?

hiç plan program sevmiyorum.
hni neredeyse yemekleri reçetesiz yapacağım. ama işte demek az biraz lazım.
hinlik lazım, çirkeflik lazım, o bu lazım.
is-te-mi-yo-rum.

reddediyorum.
bu aklı, iyi niyetli bile olsa tuzaklar kurmak için harcamak istemiyorum.
yeniliyorum.
buna alışmayı da sevmiyorum.

kandıran ve kandırılanlara seslenesim var.
kandırıyor ve kandırılıyorsunuz.
elinizdeki tek şey zaman
ve o da çok kısıtlı.

değer mi?

neşeyle

ya ama ben yüzmek istiyorum. kızgın kumlardan serin sulara atlamak istiyorum. gittin de 5 koca gün kldın deniz kıyılarında diyeceksin blog, deme. çok ayıp. nasıl gittiysem yanıma mayo bile almamıştım. sessizliğe ve sakinliğe gittim ben ki, denize değil. ama işte dönünce...deniz istiyorum ben.
yüzmek istiyorum.
Tanaşa istiyorum.
bana ne bana ne.

kıyıda oturan ve güneşte ısınmış insanlara soğuk su damlatasım var.
kafa dengi bir arkadaş bulup çakıl taşı bulmaca oynayasım var.
suda sırtüstü uzanıp şıpırtıyı dinleyesim var.
suyun içinde yatarken, gözümü açıp güneşe bakasım ve göz kırpasım var.
burdayım, ordasın, iyiyiz böyle diyesim var.

sudan çıkıp çılgınlar gibi yemek yiyesim var.
eve gelip duş alma faslını bile özledim.:) yuh.
balkona çıkar saçını kurutursun da, rengin her gün biraz daha esmerleşmektedir.
güzeldir güzel.

bir de zeytin ağaçlarının kokusu tabii.

erdek seviyorum ben, tanaşa seviyorum.
akçay- altınoluk kalabalığınızı alın başınıza çalın. ne anlarsınız siz denizden diyeceğim ayıp olacak. demedim sayın.
ama dedim.

balık bilen insanlar olsun.
denizin renginden hava durumunu bilenler olsun.

nevi şahsına münhasır insanlar olsun.

para konuşmak ayıp olsun.
birbirlerinin kaç tane evi olduğunu merak etmsinler, akşamları birlikte şarkı söylesinler...
şiir okusun kimisi, kafayı yazarlara takmış insanlar olsun.

ağaçların arasında minik evler olsun, birbirlerine uzak olsun bu evler.
kıçkıça dipdibe değil, ferah feza yaşansın.

apartman diye bir şey varolmamış olsun.
plastik sandelye iğrenç bir hayal mahsülü
olarak kalsın.

çocuk olayım ben.

vücudumu suya alıştırmak için bir saat uğraşmayayım, şap diye atlayayım suya.

neşeyle.:)

17 Temmuz 2010 Cumartesi

ablacık yazısı

uzuun yıllar oldu o minik kasabaya gitmeyeli.
canım arkadaşım orada yaşıyor. O orada yaşamazdan evvel şu an benim yaşadığım şehirde yaşardı. aynı işyerinde çalışırdık.
Benden yaşça büyüktü. işyerinde tecrübeliydi.
ve neden o işi hiç sevmediğimi, 19 yaşıma rağmen her sabah çocuklar gibi ağlayarak işe gittiğimi anlayamaz, bana kızardı.
ben tam anlamıyla çocuktum.
saf, temiz, öfkeli, istediğini alamayınca ağlayan.
çünkü o genç yaşımda her günümün 8 saatini memuriyet hayatında geçirmenin bir kabus olduğunu ona anlatamıyordum.
daralıyordum, çıldırıyordum, kafam böyle rutin bir hayata basmıyordu.

Kloş etekler, mini ceketler, naylon çoraplar...Küçük Hanımefendi olmuştum ve bundan da hoşlanmıyordum.
10 yıl sonra istifa ettim. o günden beri sadece ve sadece bir ya da iki kez etek giymemin sebebi budur.:)
İnsan zorla etek giyer mi?
giyer.
aslında hepsi sonraki hayatımın mecburiyetlerine hazırlık imiş, bilememişim.

bir insanı en güzel kim kandırır bilir misiniz?
Kendisi.

beni de hep ben kandırdım.
bana oynanmış bütün oyunları bana ben oynadım.

kendimi çok mutlu bir hayatım olduğuna inandırdım.

buna öylesine inandım ki hiç farklı bir hayat olabileceğini dahi düşünmedim.

çok güldüm, çok eğlendim.
ne kadar gerçekti?

bugün baktığımda bilemediğimi görüyorum.

bu sorgulama halimi seviyorum.
bu hal yeni bende.
bu hal güzel.

neyse...

arkadaşım emekli oldu, çocukluk kasabasından ev alıp yerleşti.
çok dürüst bir kızdır o.
kendini hiç kandırmaz.
genelde hayatı olduğu gibi görür ve ben buna hep kızarım.

çünkü hayat ne ki asıl?

hayallerinle gerçekler arasında kalmış bir zaman dilimi.

ne kadar yakınsa bu ikisi...kendini o kadar başarılı ve mutlu addediyorsun.
öyle mi?
salladım belki de kimbilir.
kocaman ve gereksiz bir tesbit işte.

yani ona bakıyorum o da bu halinden ve geçmişinden mutlu değil.

büyümüşüz.
ne?
yaşlanmışız.

ama brbirimizden huzur aldık.
bir tatlı huzur.
birbriimizi zedelemedik.
canımızın istediğini pişirip sakince yedik.
azıcık yürüdük.
deniz gördük.
çay içtik.

ve yine kendi hayatlarımıza ayrıldık.
onu tanıdığım ve onu sevdiğim, o beni sevdiği için şanslıyım.

annesi var.
tonton teyzem benim.

gece yarılarına kadar çocukluk hikayelerini anlattı bana.
Boşnaklar nasıl göçtüler vatana?
gelince nereye yerlştiler, nasıl yerleştiler, nasıl tutundular?
Kurtuluş Savaşı o egenin kıyılarındaki insanları nasıl kahramanlaştırdı?

Eski Teyzelerden, Amcalardan hayat öğretisi deyimler duydum.
şu an hiç birini hatırlamıyorum. yeri geldikçe hatırlarım diye inanıyorum.

çok keyiflendim, az biraz dinlendim.

ya blog, işte böyle.

11 Temmuz 2010 Pazar

:)

çoğunluğun uykuya daldığı güzel saatler...
tek tük evlerin ışığı yanar bu saatlerde.
evlere bakıp düşünürsün.
eğer dertliysen onların da dertleri olabileceği gelir aklına.

kimbilir nelerle uğraşmaktalar?
senden haberleri yok ve senin de onlardan haberin yok.

yok neşeliysen eğer...
herkesi neşeli sanabilirsin. hatta geçmişe bakınca kendimi dünyada tek başıma sanacak kadar neşeli olduğum zamanlar da olmuştu.:)

bir yılbaşı gecesini anımsıyorum.
3 iyi arkadaş kendi yaptığımız yemekleri yemiş ve eski püskü arabamıza atlayp şehir turuna çıkmıştık.
benim elimde koca bir çikolata kutusu vardı. gördüğüm herkese neşe ve tatlılık getirmesi için ikram etmiştim.
hatta benzincide bile.:) herkesin gülümsediği ve birbirine iyi yıllar dilediği kalmış aklımda.
sonra Uludağ'a tırmanıp nescafe içtiğimizi hatırlıyorum. çok güldüğümüzü, aklımızda kalan tüm çizgi filmleri birbirimize anlattığımızı.
gerçekten de o gelen yıl çok güzel bir yıl olmuştu. çikolatanın etkisi nedir bilemem...

97 ya da 98 senesiydi gelen...hayatımız şekillendi o yıl. hayata başladığımız şehire geri döndük...sonraki yıllar pek de güzel gelmedi ama. geçelim.

bazen öyle zamanlar olur ki sokakta gülen insanlar görürsün ve nasıl gülebildiklerini anlayamazsın.
bazen öyle zamanlar olur ki, kendi attığın kahkahadan kendi kulağın rahatsız olur, ayıp etmiş gibi ağzını kaparsın.

güzel gülebilmek için güzel insan olmak lazım.
ve güzel insanlarla birlikte olmak lazım.

oysa benim insanlara güvenim hiç bu kadar az olmamıştı.
sanki görünmez bir keski gelip güvenimi ayırıp gitti benden.

dışarıdan bakıldığında bende hiç bir fark yok.
aslındaysa benim benimle en ufak bir alakam kalmadı.
sevmekte ve güvenmekte cidden zorlanmaya başladım.

bu hiç tanımadığım bir duygu, bu duygudan hiç hoşlanmıyorum ve bana yabancı olduğu için nasıl başedeceğimi bilmiyorum.
bana güleryüzlülüğümle ilgili hoş şeyler söylüyorlar oysa ben insanları sevdiğim için gülebiliyorum. içimden geldiği için.
umarım bu kötü duygular beni bir an evvel bırakıp gider.

bu kadar yazıcam.
ama yazı eşliğinde gerçek bir gülümseme bırakacağım.:)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

çok keyifli yazı...belki de yazdığım en keyifli yazı...kendim için...:)

bir film izledim dün akşam.

korkma okuyucu film filan anlatmayacağım sana, sakin ol.

baş karakterlerden biri, dış ses olarak şunu sordu:
"yanınızda yatan kişinin aklından neler geçtiğini bilen el kaldırsın."

sonra bekleyip şöyle dedi:

"Kimse elini kaldırmadı, değil mi?"

upsss...

nokta vuruşu. bam.

bir durumu düzeltmek için yeterince ve düzgün çaba gösterdiysen...
bu çabanın sonucunda aldığın karşılık hiç hoşuna gitmediyse.

durmadan bir kurtarıcı bekliyor,
ufukta beliren her siluete koşarak sarılıyorsan
ve her seferinde kendini samimiyetle anlatmış ama karşılığını alamamış buluyorsan.

kendine gel.
ciddiyim kelimenin her iki anlamıyla da kendine gel.

kurtarıcı sensin.

kendinsin.

bunu farkettiysen.

yolun açık olsun.:)

7 Temmuz 2010 Çarşamba

öyle işte

Bugün kızını korurken devleşen bir baba gördüm.
Uzaktan tanıdığımız biri. İyibir insan, sakin, edepli, Allahtan korkan, kendi kayınvalidesi ve Kayınpederine iyi davranmış bir insan.
En azından biz öyle tanıyoruz.
Çok çalışkan, evlatları ve eşi için durmadan didinir.

Kızının nişanlısı terbiyesizlik yapmış.
Çalıştığı işyerinden kızcağızı şehir dışına bir seminere yollamak istemişler, çocuk ve ailesi buna izin vermemeye hatta daha ileri gidip hadlerini aşarak tuhaf sözler söylemeye kalkışmışlar.

Baba bunları anlatırken, devleşiyor, kabarıyor ve kızını nasıl kurtardığını, o aileyle tüm ilişkisini kestiğini gururla söylüyordu.
Öfkeliydi ama yakın zamanda sanırım beni tam olarak anlamadığını düşündüğünden, gelip bunları bize anlatma ihtiyacını hissetmişti.
Dedim ki "bunlar tatlılıkla hallolacak meseleler değil, kızdığın ve sesini yükselttiğin için üzülme."

Ne demek istediğimi anladı.

Ben babamı özledim. Bugün ona olan ihtiyacım katlandı.

6 Temmuz 2010 Salı

kendimle konuşmalar bilmemkaç

iç huzuru, denge, evrenle uyum...aman da aman...son yılların beynimize kazınan yeni terminolojisi. bence hepsi gerçek, bunlar var, bu bilgiyi uygulayabilenler var ama telaşe içindeyken bu kavramları uygulamak çok zor.

derin nefes al, sakinleş, herkesle barış, geçmişini gözden geçir, envanter yap, mizanı sıfırla ve hayata tertemiz devam et.

artık sen guru musun, sevgi kelebeği mi bilemem...
ama bunları yap.
sonra gelsin biri cort diye yıksın bu çabayı.
olmaaazzz.

bi yerde hata yapıyorum.
ama nerde?
:)

hadi tekrar...
derin nefes al, sakinleş........
sevgi kelebeğisin sen.
çiçek böcük
aman da ne güzel.

ama hayır bu kadar kolay değil elbet.
aslında sakinleşip pamuklaşırken, bir yandan da sertleşip çeliklenmek lazım.

kırmak dökmek için değil
gelen hamleyi tınmadan savuşturmak için.

yapmalıyım yapmalıyım.
:)

kendin olmaktan çık, olaylara tepeden bak, kişiliğini değiştirmeden hayatını değiştiremezsin.
bir de bunlar var ve bunlar da gerçek.
ay senin işin zor kızım.

iyisi mi geniş ol
sallama
aman sen de...de.

yapabilir misin?
:)

3 Temmuz 2010 Cumartesi

3 temmuz

Sevdiklerimle, kuzumla, kardeşimle, annemle birlikte güzelliği, sağlığı, mutluluğu, yeterli parayı, temiz kalpleri, iyi niyetleri, neşeyi, dostları ve sevinçleri çağırıyorum. :)
Hepinize sevgiler...:)

25 Haziran 2010 Cuma

kalbim kırılıyor

ciddiyim blog.
o kadar çok şeye kalbim kırılıyor ki şaşarsın.

diyeceksin ki takma.

hadi canım sen de.

24 Haziran 2010 Perşembe

:)

Bir gülücük bırakmak istedim...belki hayat da gülücükle karşılık verir...:)

20 Haziran 2010 Pazar

Babacığım yaaa...

şimdi bu doğru bir istek olur mu bilmem ama...Seninle oturup bir kez daha poker oynayabilseydik. Ben seni yenseydim. Sen buna tahammül edemeyip bozulsaydın. Sana yenildim, sana deseydin.:)))Gülseydik. Güzel olurdu. Seni çok seviyorum. Kahramanım, güzel gözlüm...
Asmam çardakta
suyu bardakta...:)

18 Haziran 2010 Cuma

apartman insanı

evet blog. yine ben. apartman insanı ben.
çok sıcaktı bugün, çok.

bizim komşular ve ben...yani 5 kadın, hangi eve misafir olsak serinleyemedik.

en süper fikir işadamı-kadını Bilgeciğimen geldi.
Onlar en üst kattalar...ve evlerinin girişi oldukça geniş, ayrıca güneş almadığından serin.
Bir kova su, foşşş...

Üstüne tertemiz bir halı serildi.
Biribirimizi gördüğümüz an karnımız acıktığından, derhal yiyecek şeyler listesi yapıldı.
dürüm?
ı ıh.
köfte ekmek?
ı ıh.
kendimiz pişirelim?
ı ıh...çok sıcak.
e peki?
annem dedi ki ben gidip süper ev makarnası yapayım.
oleyyy dedik.
onunla da yetinmemiş, enfes biber kızartması...

O ara Handan Ablanın eşi geldi, toparlandık yol açtık.:)))
bizim deliliğimize alışık buna rağmen çok güldü.

Kim bilmem, birisi çay yaptı getirdi.

hani en baştaki foşlanan bir koca su var ya...
hımmm...işte o, gitmiş alt komşularımızın birinin evinin önünde birikmiş...
söylenerek ve bize duyurarak onu süpürdü.
Hepimiz birbirimize sussss bugün Kandil işareti yaptık.
önemsememiştik, bu sıcakta çoktan buharlaşmıştır demiştik.
oysa daha sonra farkettim, harbiden orada birikmiş su...kalanını derhal süpürdüm.:)
yukarı çıkıp bilgi verdim: Kızlar kabahat bizde, su birikmiş.

:)
kendi küçük mahkemimizde kendimizi suçlu çıkarıp rahatladık.

yarın gönlünü alırız artık n'apalım.

Bizim bu yaşları 40- 75 arası değişen hanımların kimisi Aşk_ı memnu izliyor. Bitmesini sabırla bekledim.
Sonra tek tek kapıları çaldım yeniden.
En kedi sesimle:
"Hadiii aşağı inelim, parkta oturalımmm."

Komutan Bilge yine konuştu:
Hayır, yorgunum, siz terasa gelin.

E peki...
Gece 12 civarı terasta toplanıldı.

Hndan Abla'nın sürprizi: rengarenk tabaklar dolusu dondurma...
Bilge de sabahtan tatlı yapmış ama güzel olmamış -hayret- yanına da ilaveten o tatlıyı yedik.

Bol bol atıştık.
İyi ki tatlın şekersiz olmuş, bak dondurmayla uyum sağladı diyecek oldum tüm iyi niyetimle.

Güzl olmuş olsaydı zaten ikram etmezdim şeklinde haşin br cevap aldım.
:)))
Normal halimiz bu...birbirimizi seven halimiz.

Başka şehire gidersem beni çok özleyeceksin ama...diyerek konuşmayı uzatıp sonlandırdım.

Çok güzel bir Kandil akşamıydı.:)
İnşallah hep beraber nicelerini neşeyle kutlarız.

Onları seviyorum.
Onların yanındaki ben'i seviyorum.
İlker'in kenarda köşede uyuyup kalışını
Buse'nin Elif'le fıstık gibi genç kızlar olarak neşeyle bağrışmasını, gülmesini, kahve yapmalarını seviyorum.
Evren'e ve Onur'a takılmayı, Umut'un onların yanında gözlerinin parlamasını seviyorum.

Kendini bir türlü öptürmeyen Bilge'ye inat...Handan Ablanın elini onlarca kez nispet yaparak öpmeyi seviyorum.

Ş.Teyze'nin...hiç beklenmedik anlarda: "Durun! bunu tartışmlıyız" demesini...Annemin alakasız konulardan çok alakasız konulara atlamasını seviyorum.
Eşekliklerimi affetmelerini...
beni sevmelerini seviyorum...
Hayat güzel.:)

16 Haziran 2010 Çarşamba

zıplayarak yazan kadının zıplayarak yazdığı yazı

durmadan methederler...iyiliği, dürüstlüğü, temiz kalpli olmanın önemini. azıcık salaksan inanırsın. bunu hayatının temeline oturtursun.
derdin mi var, bir şeye mi sevindin...
sorduklarında anlatırsın. korkularını, kaygılarını, beklentilerini.
öyleymiş ya...

dürüstlük önemliymiş.
iyi kalpli olmak önemliymiş.

eğer hiç dikkatle etrafına bakmadıysan uyan.
çoğunluk öyle değil çünkü.

kendisi için böyle olsa bile...diğer insanlara karşı savunma mekanizması var herkesin.
senin öyle olduğuna inanıyorlar mı, bir bak.

bir de seni keşfedenler var.
keşfedip, bunları tatlı tatlı, sinsi sinsi sana karşı kullananlar.

arada bir uyanıp bunu farketsen bile, uzun süreli buna inanamayacak kadar "temizsen" gözlerini yine kendi isteğinle kapatıyorsun gerçeklere.

ah sen...
ah salak sen...
ne yaptıysan onu görüyorsun karşında.

başka kimseye kızmanın gereği yok.

öfff...yine Neo muhabbeti.
hani tavşan deliğinin ne kadar derin olduğunu görmeyi seçti
hani kırmızı hapı içti
hani uyandı

hani uyandı da
bokun içinde olduğunu gördü.
başkalarının hayatlarıyla beslendiğini
ve
bir rüyada olduğunu gördü.
ve ondan sonra gelsin "gerçek" lapa...gitsin yırtık pırtık giysiler
ve savaş.

daha iyisi bunun...
Truman Show'dur.
s...m ben bu korkuyu deyip
tekneye atlayıp
o denize açılan Truman

ah canım aslında ne iyi çocuktur
karısını sever
annesini sever
herkesle iyi geçinir
iyi bir çalışandır
iyi bir yurttaş
cart curt
babasını özlemektedir
çocukluk arkadaşını sevmektedir.
ama hepsi yalan.

o denize açılıp
o korkunun üstüne gittiğinde
ve
o tekne
o bezden yapılma gökyüzüne çarptığında...

selam verir ya sevimli sevimli..
:)
ben O'nu o zaman severim.

hani anlatmıştım size...
benim çocukluğumda bir Tarzan vardı.
Bildiğimiz Tarzan'dan daha cesur...
Çünkü O Tarzan olmayı kendi seçmişti.

bir yerlerde unutulduysa bile
ya da birileri onu kaybetmiş olsa bile...
Tarzan olmak O'nun seçimiydi...

Yazlık rstornımızın arkasındaki, denizi gören tepede tek başına yaşardı.
O zamanlar bizler saygılı ve onurlu insanlardık.
O'na kimse elleşmez
kimse soru sormazdı.
Üzerinde çok da düşünmeden
saygıyla ve mesafeyle kabullenmiştik.
Yılanlar ad takmış.
Onlar onun arkadaşıymış.
Çiçek yetiştirir satrmış.
Biz çocuk milletine en fazla "Oraya pek yaklaşmayın" denirdi.
haklı olarak, evladını koruma içgüdüsüyle.

Tarzan iyi ki vardın.
Ne oldun acaba? Ne yapıyorsun?

Ben senin kadar cesur değilim.
Tarzan olmayı seçemem.
Ben hala korkuyorum.
Korkmuyorum desem de.

O deniz kıyısı yaşamak için güzel bir yerdi.

Akşamüstü deniz sefası sonrası, bol neş'e, bol gülme, bol yüzme'nin ardından...
giyinip süslenen ve yol boyu yürüyen gençler, kadınlar vardı.

Sıcak ekmeğin içine dondurma koup yenirdi.
berbat bir zevk kabul ama birlikte yapılınca güzeldi.
Akşmları mangal yanar
az evvel tutulmuş taze çinekoplar mangala atılır
patlıcanlar mis gibi közlenirdi.
Babam yapardı.
Güzel yapardı.
Işıklarda uyusun.
Sonra zeytinyağı limon karışımı sosa alınırdı balıklar.
Çok kalabalık bir sofrada
hep birlikte yenirdi.

Bir genç çocuk vardı, bana aşık imiş.
Ay ben salak, hiç haberim yok.
her akşam sofraya gelirdi tam yemek zamnı...
işin açığı çok ayıp ama
bu kadar cimri bir insan tanımamıştım.:)))
geç...
babam bozulur -aynı yaşlardayız ya- pas vermezdi...
ama konu sofra ve yemek olduğundan gıkını çıkarmazdı, çünkü ayıptır, yemek bu, gelen yiyecek-
Hoş bazen sofraya onun için tabak getirilmezdi ama o kadar tatlı bir yüzsüzdü ki bu kişi
"aaa bana tabak koymamışsınız" deyip
iki zıplayıp mutfaktan tabak alır gelirdi...
Biz babamla birbirimize bakıp gülerdik.
Yapacak bir şey yok.
Bu çocuk gerçekten yüzsüz.:)))

her neyse nereden nereye geldim...
bayılmadıysa sevgili okuyucu...
yani sadece bayılmadığın ve okuduğun için bile teşekkür ederim...

ne anlatıyordum unuttum...
belki de güzel bir şeymiştir.:)))

15 Haziran 2010 Salı

ikinci şans...:)

diye bir şey var mıdır?

olayın temeli bu soru aslında..ama ben alakasızca anlatmak istiyorum.:)

uyku düzenim saçma sapan bir hal aldı. çok erken yatıyorum çoğunlukla. yani güneş doğduktan sonra.:) sonra apartman tıkırtıları başladığında uyanıyorum. bu da genellikle gün ortasına yakın zamanlarda oluyor. kahve içme zamanıdır. ya da geç kahvaltı eden komşulardan biri geleyim ya da gel demektedir.
dün akşam bir de çılgın bir sivrisineğin saldırısın maruz kaldık. bu kadar iyi saklanan bir sinek hiç görmemiştim. kaç kez uyur gibi yaptım, kaç kez vın sesiyle kalkıp hemen ışığı yaktım bilmiyorum. nasıl ustaca saklandıysa bulamadım. sineksavar tablet bulduk, o da işe yaramadı. dlga geçer gibi kahkahalarla saldırdı bize heyvan. annemle bitap düşüp n'aparsan yap deyip uyuduk.
sonra ben bu ara çok çenesizim. eski dostlar hatırlar ben eskiden derdim olunca susup ortadan kaybolurdum. şimdiyse bir çene bir çene. sanırsın gerçek hayatta da böyleyim. yok Vallahi değil.
deli gibi bir yazma ve anlatma isteği.
halbuki içimden geçenleri de anlatamıyorum. aptal saptal şakalar, bol smiley. bana ne oluyor bilmiyorum.
ayarım kaçtı yeminle.

yine ortadan kaybolayım desem...ta geçmişten kalma eski dostlarıma kavuştum. araya yeniden mesafe girsin istemiyorum....
.
.
bir de sorum var...uslu olmak ne demek?
çok sevgili bir kız arkadaşımla bunu konuştuk dün.

iyi bir annen baban varsa ve yapın da buna uygunsa uslu oluyorsun sen.
türlü çeşit terbiyeden geçiyorsun.

düzgün otur, düzgün kalk, düzgün giyin, düzgün davran.

ama hayat seni delirtmeye karar vermiş gibi üstüne üstüne gelince acayip sinirleniyorsun.
hemen değil...limitin zorlandığında. saçımı maviye boyatasım var. uzaylı kostümleriyle dolaşmak istiyorum. sokakta tanımadığım insanlara dil çıkarıp, saçlarını çekesim var.

dertlere diyeceğim yok ki abi.
tabi olacaklar.
ama biraz da güzellikle çözülsünler ya Hu...

hep endişe...hep zamanında bir türlü hallolmamış sorunlar. Yemin ederim kaçasım var. durup da mücadele etmeyenlerden olsam neyse. ediyorum da galiba. bilmiyorum ki.

geçen akşam cep telefonumun şarj aletinin kablosunu cart diye kestim örneğin.
:)
Valla yaptım bunu.
ne zamandır bozuktu. şarjı takıyosun telefona, dik bir konumda yerleştiriyorsun ki temas etsin birşeysi, telefon şarj olsun.
Makası alıp kabloyu kesiverdim.

Başka türlü düzelmeyecek çünkü. Ş. Teyze bizdeydi...bana baktı. umrumda olmadı.
gece vakti sokağa çıkıp sanırım nöbetçi olarak görev yapmakta olan :) bir cep telefoncu buldum. yenisini aldım geldim.
zurnanın zırt dediği andı o kabloyu kestiğim an.
delirmişim, iyi geldi.

amann...neyse...Valla kaçasım var.
sorumu sorayım:
ikinci şans var mıdır? bazen bir şeyler de düzelir mi hayatta?

11 Haziran 2010 Cuma

yenilendik şekerim...:)

sayfamızda çiçekler açıyur. turunç turunç, pembiş pembiş...oh mis.

rengarenk çantalar, luzlar, ipleri kalemler istiyorum. cıvıldasın. yüzülecek temiz bir de deniz lazım aslında.

iki günlük İzmir gezisi yaptım. onlarca yıldır görmediğim, kalpleri temiz, bakışları sıcak, konuşmaları deva insanlar gördüm. kahveler içtim, hatta koccaman bir çikolatalı pasta yedim. tamamını değil elbet, iki dilimden az fazla.:)))pastayı gözlerinden aydınlık fışkıran bol kahkahalı güzel insanlarla paylaştım. arada bir yağmur yağdı, bazen güneş açtı. Bornova2da yürüdüm. ardı ardına sıralı Cafe'lerin, barların arasından topuklu ayakkabilarımla dengede durmaya çalışarak ve sohbet ederek geçtim.
iki hrika kız çocuğu tnıdım. misafirliğimin ikinci gecesinde birisiyle uyudum.
kendiliğinden geldi, ben seninle uyuycam dedi.
emin misin dedim?
evet dedi.
rahatsız olmasın diye bir kenara büzülmüş uyumaya çalışırken, ona dedim ki..."canımmm, sarılabilirsin, ayağını tepeme koyabilirsin, rahat ol."
aniden bana döndü saçlarımı sevip, canııı, bebeğimmm, sevgilimmm, tatlımmm" dedi.
Ay Allahım bir minicik kız çocuğunun seslenişi bni benden aldı.:)))Yeminle diyorum. taç takılmış, ödül kazanmış gibi oldum. Ağğzım kulaklarımda öylece kaldım.
Kendi veledimi özledim...bunlar bir müddet sonra büyüyorlar, değil sarılıp yatmak selam verseler öp de başına koy.:)))neden bebek istediğimi anladım.

Hımmm...işte böyle, hep de böyle devam etsin umarım.:)
Sempe gitti, ben geldim, şimdilik.:)))

6 Haziran 2010 Pazar

*

ay blog beni dinle.

bir grup belgesel yapımcısı geldi şehre.
panel var, ne hoş.
üstelik kuzum da bir vesileyle ödül alacak.

gittik. kocam ve ben.

sorularınız dediler neden sonra:
dinlerken düşünmüştüm.
bu insanların yaptıklarını daha çok izleyen olsa diye, çünkü bundan şikayet ettiler hep.

o nedenle kendimce yapıcı bir iki şey söyledim.
izleyip de hatırladığım belgeselleri anlattım.
Micheal Moore'un Sick/Hasta adlı ilmi misal.
Ya da Aşıklar belgeseli.
Lillith'inKızkardeşleri.
Ve TRT'nin El Yapımı belgesel serisi.

Popülist olmaya çalışmadan daha izlenir filmler çekseniz? diye sordum.
Vallahi iyiniyetliydim.
Mok ettim.

Ne milliyetçiliğim kaldı, ne aydın düşmanlığım.
Kocamın Aşk adlı kitapla ilgili yaptığı gerçeklere dayanan eleştirileri de ortalığı daha çok karıştırdı.

Onlar anlamayacak ve toplayabildikleri 30 kişiden mutlular bunu anladım. Haklarını yemeyeyim iyi şeyler yapmaya çalışıyorlar. Halka rağmen. sanat için sanat anlayacağın.

Bana kimse hikaye anlatmasın.
iyi bir şey yaparsan belki ilkinde değil ama sonrasında bu insanlar seni sahiplenir.

Bütün kavramlar yerinden oynamış Abi.
Etik etik dedi bir konuşmacı...etiğe inanmam, ahlağa inanırım dedim yine kabahatli oldum...

Ha bir de biz düello etmezmişiz, pusu kurarmışız.
Bu tezin savunucusunu ben gayet iyi hatırlıyorum, es geç...

Sanki bizdik, bizim atalarımızdı kızılderililere su çiçeği virüsü bulaştırılmış battaniye dağıtanlar.
Hay Allahım...

Etik ne lan?
Ben hak yiyen birine etikli ol mu diyeceğim?
Etik...senin için ne ifade ediyor şu an okuyucu?

Bir de bunun kardeşi var "empati". Ona da pek kızarım ben.
Halden anlamak dururken...empati ne?

Neyse...kuzum üzüldü. derdim o.
Kendimden neret ediyorum şu an.
Sandım ki güzel bir tartışma konusudur bu:
Yani uğraşıp çektikleri filmlerin daha çok ,insan tarafından izlenmesini nasıl sağlanır konusu.

Yok, umurlarında değil.

Ben milliyetçi, hatta daha ilerisi ve aydın düşmanı oldum.

İyi de o "aydın" ünvanını sana kim verdi?
Benim niye haberim yok?
Adını hiç duymadım da.

Kuzum üzüldü.
Allahım kendimden neret ediyorum.

5 Haziran 2010 Cumartesi

hayat sence nerede?

günlük işler var.
rutin.
yapmazsan olmaz.
hayatını sürdüremezsin.

yemek yapacaksın, çamaşır yıkayacaksın, bulaşık filan da, biraz temizlik...bunları yapabilmek için sağlıklı olman ve para kazanman da lazım.

Bütün bunları yaparken...hayatın tadını çıkarabileceğin uğraşılar var. hobi filan derler, bir kalem geç sen o muhabbeti.
Hayatın ta kendisidir o anlar, o uğraşılar...O ana ulaşmak için diğer işleri yapman ve neşeyle sabırsızlanman gerekir.

Nerede saklı o anlar? Senin uğraşın nereye gizlenmiş peki?

:)

Benimkisini biliyorum. Hatta benimki demek az oldu...benimkileri biliyorum.

Neşeli ya da hüzünlü derin bir sohbet. Bisiklete binmek. ki yıllardır yapmadım. -ne salaklık-

Kahve içmek. İçinde kaybolacağım ve yıllarca içinde yaşayacağım bir kitap. Hiç ummadığım zamanlarda o kitaptan bir satır gelsin aklıma. Sessiz sakin bir film. Bazen çok dehşetengiz derecede gürültülü bir film. İçli bir türkü ya da bir koyver gitsin şarkısı.

Ve ev önemlisi belki...

Etrafında başka insanlarla toplaşabileceğim bir "fikir". Bir öğreti. Ya da yakarış, haykırış. Neşeyle bağırabilmek. Delice ağlamak.

Çiçeklerle konuşmak.
Bulutlara derdini anlatmak.
Denize bakıp, denizi düşünmek.

İnsanlar var bir de.

Dünyanın en doğal şeyiymiş gibi dünyayı kabullenmiş insanlar.
Binlerce yıllık öğretinin bir kepçe değdiği insanlar.

Ata Demirer var misal.

Ağustos Böceği'ne "sen çal ulan, kışın ben sana bakmazsam şerefsizim" diyen karıncası var.

Bir kuş ötüşü taklidi var Osmanlı Cumhuriyeti'nde...tadından yenmez.

Fatih Akın var.
Temmuz'dası var Onun...sadecik bir aşk hikayesi...yine en doğalından. İstanbul'da kavuşan aşıkları var.

Duvara Karşı'sı var...aşkın en acımasız hali var yani. Aşıksın evlisin ama arada özgür bir evlilik için yapılmış antlaşma var. Dokunamazsın, sevemezsin. Ama aşıksın.
Biber dolması sahnesi var. Bak yine...O biber dolması bu kadar mı anlatır, aşkı, hayatı...ve sonu klozettir.

(Peki bu acımasız oldu ama filmde öyleydi.Gerçek hayatta o dolmanın afiyetle yenmesini dilerim hepimize.)

Sonraaaaa...

Ferhan Şensoy var.
Soğukkanlı ve sıradışı bir mizah. O kadar eğlenceli ki seyirciyi sevmezse, küfreder gibi oynar. Kendini suçlarsın, ben iyi bir seyirci değilim diye.

Yiğit Özgür karikatürleri var.
Donk diye kalırım.
ha haaaaa diye gülerim.
yuh diye şaşırırım.

Metin Akpınar bilgeliği var.
İzlemeye doyamam.
Bu kadar donanım nassıl oldu ama Abiii derim, utanırım.

Ayla Algan var.
Ne yaparsa yapsın o, severim.

Alev Alatlı var...Okurum okurum...bazen hiç bir şey anlamam...okurum. Anlarım içim cız eder. Öğrenirim...öğrenirim sanırım, yanılırım.

Düğünler var.
Gerçekten göbek atılan...gerçekten eğlenilen...mutluluk dileklerinin gerçek olduğu düğünler. Tanımadığın bir insanla bir kesekağıdı ayçekirdeğini paylaşabilirsin bile hatta. İnanılmazdır. Keyiflidir.

Tarlalar, bağlar var. Dereler var...Tren var ve arada gökyüzünden geçiveren uçaklar var.

Buna inanmayacaksın sevgili okuyucu...
Gökkuşağı var.
Havada asılı renkler.
Parlıyor.

Sonra öğretiler, yine öğretiler.

Kimseyi eleştirme'ler var.
İnsanlık halidir çünküm.
Düşmez kalkmaz bir Allah.

Hor görme garibi, onun da Allah'ı var.

Yıllanmış bir Pastane'de imal edilmiş keşküller var.
Bahçe kenarından deniz gören çitler var.

Var var...

İyi ki var.

Bu kadar...yoruldum azıcık...Sevgiler.:)

29 Mayıs 2010 Cumartesi

şeyler

Georges Perec'in Şeyler isimli bir kitabı vardır...Genç ve yeni evli bir çiftin ıvır zıvır almak için nasıl didindiklerini, detaylarıyla anlatır. Öyle ayrıntılıdır ki her şey, satırlar bir liste okurcasına uzar gider. Fakat asla sıkıcı değildir anlatılanlar, en heyecanlı macera romanını okusan bu kadar keyif alamazsın.

Hı hı, öyle işte.

Gecenin bu saatinde yazmazsa insan, başka ne zaman yazabilir?

Bak canım okuyucu, önümde zigon tabir ettiğimiz matruşka tipi sehpaların 3.sü var. Kahverengi biliyor musun? Üstünde eski tip bir cam bardak, Coca-Cola yazan kısmı bana dönük.
Onun altında iki not kağıdı...Örgülerimin detayları yazılı üstünde. Benden başkası anlayamaz. Arttır, eksilt, şu sırada şunu yap talimatlarıyla ve bir yığın hesaplamalarla dolu. Örgü ve dantel örmek ciddi bir matematik bilgisi gerektirir. Bunu keşfettiğimde nedensizce mutlu olmuştum ben. Hala da olurum.

Ve küçük, yuvarlak, saydam camdan bir kültablası. Sigaram yanıyor, dumanı burnuma geliyor.

Ve tabi ki bilgisayar...Kuzumun bilgisayarı, bana boyun eğmek zorunda kaldı artık ortaklaşa kullanıyoruz. Tatlım benim.

Yok, hayır, her şeyi anlatmayacağım.
ki bu aralar anlatarak yaşama dönemimdeyim. Buna rağmen anlatmayacağım.

Ama biliyor musun? Geçenlerde bu şehrin ana caddelerinden birinde yürürken dedim ki kendime...Bu caddeden hiç geçmemiş ne çok insan tanıyorum.

Az sonra eve döndüğümde...internet vasıtasıyla onlarla konuşacağım...ben onların, onlar benim hayatıma dahil olacaklar bir şekilde...ama onlar benim milyon kez geçtiğim bu sokakları tanımıyorlar...ve ben de onların sokaklarını görmedim büyük ihtimal.

Gerçekten tanıyor muyuz peki birbirimizi? Belki gerektiği kadar. İzin verdiğimiz ve izin verildiğimiz kadar.

Şimdi ben o sokakları düşünürken...
Çocukluk arkadaşımla yaptığımız sohbet geldi aklıma.

Karşımızdaki apartmanda oturuyorlardı ve o şimdi Kapadokya'da bir yerlerde...
Çok neşeli bir günümüzde, içimizde milyon tane kıpırtı varken ve hayat önümüzde neşeli, cıvıltılı, çilek kokulu ihtimaller sunuyorken...onların evinin terasında, sokağımıza bakmış ve demiştik ki: "Bu sokağı dünyadaki pek çok kişi bilmeyecek...Ve bizim de bilmediğimiz sokaklar olacak. Ama yine de pek çok şehir, pek çok sokak göreceğiz."
Sonra yine neşeyle ve çocukça güldük.

Bu ne demekti bilmiyorum.

Sokağımız bize özeldi. Yaşasın'dı.

Ben o esnada aynı şimdiki gibi farkına bile varmadan denize çıkan bir sokak hayal ediyordum. Tozlu topraklı bir yol ve geleneksel ögeler. Yani yeninin, modernin dokunmadığı şeyler. Salaş bir iki ev belki ama güneşli ve pırıltılı bir gün eşliğinde.

Hımmm...

Görmediğim sokaklarda yaşayan arkadaşlar, sizin de görmediğiniz bir sokakta yaşayan ben hepinize selam ederim.

Hayat an'lardan ibaret. Cola bardağıma saygılar.:)

25 Mayıs 2010 Salı

aklın karışmış mı biraz yoksa, nedir?

aslında ciddi bir yazma, paylaşma dürtüsüyle yazılmış olup da...içinden geçenlerin haricinde her halttan bahseden yazıya üçtemmuzun blog yazısı denir.

evvet, günlük kendimi hacamat etme ritüelimi yerime getirmiş olmanın verdiği huzurla, rahatça yazabilirim artık.

bir kendime güvensizlik, kendimden nefret etme, ne olsa kendimden bulma, sonra da öfkeyle herkesleri suçlama halet-i ruhiyesi içindeyim.

halet- ruhiye. şiir gibi laf len. ne ise.

vardır bunun psikolojide bir adı ama benim umrumda değil.
adını biliyor olmam, onu sevmemi gerektirmiyor.


İlker veleti geldi geçenlerde, anlattığı şey aynı bna benziyordu. (yaşasın berbat Türkçe)

İlkokula başladı, o kadar çok ders verdiler ve o kadar çok şey öğretmeye kalktılar ki çocuğa, o da bencileyin kendinden nefret ediyor bu aralar.

dedi ki:
"Okuldaki arkadaşlarımın yaptığı tüm hataların suçlusu benim"
deim ki:
"Manyak mısın oğlum? Ne yapıyor mesela arkadaşların?"
"Koşuyorlar." dedi.
"Koşuyorlar da , seni mi kovalıyorlar, sen niye suçluymuşsun?" dedim.

Konuşma böyle devam etti de, demem o değil: Hah işte ben de bu aralar öyleyim. Öyle hissediyorum.


Bir "Afedersin, rahatsız ettim" durumları "ayyy kusura bakma benim hatam" cevapları filan.
İki lafımdan biri özür.

Eşek olarak dünyaya gelseydim daha iyiydi diye düşünüyorum. Bari özür dilememe gerek kalmadan, sırtıma vurulanı taşır dururdum.
-Ay bak şimdi de eşek olmayı tercih ettim. yuh artık.-

Gandhi'nin "Düşüncelerine dikkat et, kaderin olurlar" şeklinde uzuuun bir saptaması var. Onun öğretisini dinlemek istiyorum aslında. çabalıyorum. Ama zurnanın zırt dediği yer şu, bir düşünce nasıl değiştirilir? Bilen var mı? Neyi nasıl düşünüyorum bilmiyorum ki ve de bunu tespit ettiğimi varsay sayın okuyucu, misal tam tersini mi düşünmem lazım?
Ne yapmalıyım yav?

Örgü örüyorum. İlmekler, renkler, yumoş ipler. Var ya az kaldı...hepsini camdan savurup atacağım, demedi demeyin.

Geçelim bu depresyonsal muhabbeti...ordan çıkmanın tek yolu depresyonu unutmak. Yeşilliklerde koşsam filan iyi gelir mi acaba?

Ya bir de üstüne üstlük yaşlanıyorum. hadi bakalım. moralim bozuluyor.:) (Hey Güzel Allahım, bu nerden çıktı şimdi, bilnçaltı, alta dön.)

Herkeslerden özür dilediğim için, kendimden özür dileyip bitireyim bu çılgın içdöküşsel yazıyı. Ne dediğimi unuttum zaten.

16 Mayıs 2010 Pazar

;

kendine ihanet etmeyeceksin.

yaşadıklarımdan tek anladığım bu.

kimsenin lafı düşüncesi fikri, öğretiler, mahalle guruları, iyi kalpli teyzeler, olsun varsıncılar, canınız cehenneme.

kendine ihanet etmeyeceksin.

sonuçta hayatın yine de sefil, korkunç, bedbaht bir hale de gelecek olsa
kimseye boyun eğmeyeceksin.
eğdiğin an bittin.

idare etmenin ne muhteşem sanat olduğunu anlatanlar, yalan söylüyorsunuz.
kendinize bile.

gerçekten seven insan idare etmez.

saçmalamadım, ne dediğimi biliyorum.

4 Mayıs 2010 Salı

:)

benim canım artistik yazı yazmak istiyor. aman da mesafeli, cafcaflı kelimeli, sanat sanat içindir yazısı. e he. artistik kim ben kim.
ya bu İzmir gıcık bişey.
bak yine mis gibi çiçek kokuyor her bir taraf.
Valla gece vakti insanın aklısı başından gidiyor.
olmayan şey gider mi? benimki gitti bile.

o evlerin arkasında denizin olduğunu bilmek güzel şey.
daha da başka bişiycik demem.

cıvıldamak istiyorum.
hah işte bir de bunu dedim, tamamdır.:)

29 Mart 2010 Pazartesi

:)

gece yarısından sonraki saatlerin gel de yaz n'olur ısrarına dayanamadım ben.
öyle güzel çağırdı ki...

son günlerde ne mi yapıyorum dostlarım?
:)
arada bir evden çıkıp "çarşı" tabir ettiğimiz şehir merkezine yürüyorum. hatta bazen dönüşte de, bana çok uzun gelen yolu yürüyorum. Orada burada çiçek açmış meyve ağaçları oluyor. Geçtiğim yol zaten güzeldir, geniş bir caddenin bol ağaçlı, bol yeşillikli kenarcığından yürürüm. Yorulursam orta noktada durup banklara kuruluyorum, bir sigara molası. Sonra kaldığım yerden yürümeye devam.:)

Çocukluk şehrinde yaşamaya devam etmek bazen çok güven verici. Şehrin yıllar içinde değişimini izlemek insanı şaşırtıyor. Hala tanıdık kalan yerleri insanı gülümsetiyor.

Hava burada da güzelleşti sayılır. Çarşıya vardığımda her yer hıncahınç insan dolu oluyor, yürümek bile sorun...ama güzel. sanki herkes birden baharın gelişini görmeye çıkmış gibi.

ayrı kaldığımda çok özlediğim dostlarımı görmeye çalışyorum. bazen çok hoşuma gidiyor, bazen kafam götürmüyor açıkçası. Kafamın içi, aklım...işte o şey, bizi yorup düşündüren, depo yapan yer neresiyse yani o hala biraz yorgun. Ama gün geçtikçe toplanıyor, seviniyorum.:)

İnşallah yeni bir hayat başlıyor sanki, umarım öyledir ve güzel olur, dingin olur...

Bütün bu süreçte yapmak istediğim onlarca şey olduğunu düşünüyordum...
kitap okumak,
desen çiziktirmek,
yeniden okul okumak,
boncuklar, ipler, rengarenk herşeyle karışmak,
fuzuli uyumak
filan gibi...
Şu an bakınca sadece dinlenmek istediğimi görüyorum.

azıcık sakinleşmek istiyorum.
hatta
yüksek sesle konuşmayı,
hızlı yürümeyi
hemen cevap vermeyi
ve ortalarda fazla görünmeyi bile
istemiyorum.

Bu arada...
en önemlisi...
hazır saki sakin yazarken söylemek istediğim bir şey var.

Çok teşekkür ederim...
burdacığım sana...ve hatta Sel'e...Funda'ma, Laleciğime, Kıymet'e,Alper'e, atalet'e,bacon'a, Ece Ablama...

her birinize çok teşekkür ederim.
Hiç bir zaman anlamanızı istemeyeceğim kadar zorlandım.
Öylesine destek oldunuz ki.

Hepiniz sağolun.
Her satırınızdan, bana destek olmak için yazdığınız her harften dolay minnettarım.

Eğer azıcık bile size yük olduysam, ne bileyim bilerek bilmeyerek kalbinizi kırdıysam...n'olur beni affedin.

Duygularımda çok iniş çıkış yaşadım, yaşıyorum.

Yeniden teşekkürler umarım bana gösterdiğiniz dostluğu hayat size fazlasıyla göstersin...:)

19 Mart 2010 Cuma

tembelcik

hani tembel öğrenciler vardır. ertesi gün sınav vardır da. onlar gecenin bilmemkaçı bile olsa hala çalışmamak için bahaneler üretirler. akşama misafir var. bu ev yaklaşık 3 aydır gerçek bir temizlik görmedi-göremedi-çünkü evde değildim- ikramlık bişeyler de yapmak lazım. ben oturdum bişeyler karalıyorum ekran karşısında. tembel öğrencileri savunmak istiyorum. onlar doğrusunu yapıyor. vallahi.:) ama yazacak da bişeyim yok. kahve içiyorum. güzel olmuş, şekeri köpüğü yerinde. dışarıda güneş var. içimde umutlar,kalbimde nedensiz bir sevinç var. tamam nedeni de var. mmm...daha fazla erteleyemeyeceğim bekle vileda ben geliyorum.

6 Mart 2010 Cumartesi

Felatun Bey ile Rakım Efendi



Bu bit kadar resimlerden birşey anlamak mümkün değil tabii.:)
Ama izlediğim en eğlenceli oyunlardan birinden görüntüler bunlar.
Felatun Bey ile Rakım Efendi.

Başkasının izlencesini okumak pek keyifli olmayabilir bazen ama yine de...içimden yazmak geldi. Burası benim gönül bahçem, o zaman niye duruyorum yazayım.:)

Küçücük bir kız çocuğu bundan yıllar yıllar evvel İstanbul'da AKM'de Aida operasını seyretmişti. Hayran kalmıştı büyülenmişti. Neler olup bittiğini anlamadan sahneye bakıp her oyuncunu ksatümüne, sesine sahnede devinen o insanlara hayran olmuştu. Bendim evet o minik kız. Uzatmayayım.

Felatun Bey ve Rakım Efendi ise daha küçük bir sahnede yaşıyorlar.
İmkanları da daha kısıtlı.
Ama nasıl canlılar, nasıl samimiler...

Sık sık seyircilerin arasına giriyorlar, tüm oyuncular birbiriyle sürekli iletişim halindeler. İtişip kakışıyor, göz kırpıyor arada birbirleriyle kapışıyorlar.

Oyun 100 yıl evvelinde geçiyor.
Ah ama ne kadar tanıdıklar.

Bir eğlence akıyor ki sahneden izleyenlere anlatılmaz.
Hepsi çok şeker, neredeyse tüm kadın oyuncuları "ah benim canım canım" diye sevmek geliyor insanın içinden.

O oyunculara baktım düşündüm.

Kesin Karşıyaka sokaklarında karşılaşmışızdır. Ve yine karşılaşabiliriz. O enfes elbiselerin içinde değillerken , neredeyse tüm İzmirli kadınlar gibi müthiş ve farklı bir tarzla salınırlarken nasıllar acaba?

Şimdi görsem tanıyabilir miyim?

Sahnede bu kadar eğlenceli, hayat dolu, akıllı, zeki, hayatı yaşayan bize tiyolar veren oyuncular gerçek hayatta nasıllar acaba?
Ay iyi ki varlar.

Bir ara...onlar hep beraber şarkı söylerlerken...
Aralarına karışmamak için kendimi zor tuttum.

Ah ama seyirci.
Çok beğendiler.
Biliyorum.
Onları duydum.
Oradaydım.
Ta son sahnede tempo bile tuttular...:)))

Biraz daha samimiyet olsaydı eğer...oyuna az daha dalabilselerdi...
daha da muhteşem olacaktı her şey.

Oyuncular sahnede çok eğleniyor.
Biz de izlerken çok eğlendik ailecek...

Söylemezsem olmaz...
"Merdiven Hanım" gönlümüzde taht kurdu.:)

3 adet müstakbel kaynana adayı...yani görücü hanımların...
Üçlü olarak aynı şeyleri söylemeleri, merak etmeleri, oğullarını methedişleri...:)))
Şahaneydi.

Keşke İzmir'de yaşıyor olsanız.
Ve görebilseniz.
Bu kadar şanslı olanlara.
Yani İzmir'de yaşayanlara kaçırmayın derim.:)

Fotoğrafların asıllarına ve oyunla ilgili tanıtıma...
Bir bakmak isterseniz...:)

5 Mart 2010 Cuma

sevdiğim anlar :)))

Söz verdim Kamile Ablama sigara içmeyeceğim.
O böyle bana bir bakar, ben yerimden mutlu olurum.
Kırabilirim, kırmak istemem.

dedi ki bana:
"Bir hanım geldi geçenlerde, çok mutluydu, sigarayı bıraktım dedi bana" dedi.
"Demin pencereden bakarken bir kadın gördüm, sigara içiyordu, o kadına benzettim" dedi.
"Neredeyse pencereyi açıp serum şişesini kafasına fırlatacaktım" dedi.

Son cümlede kuzu oldum, kendime büzüştüm
"Nolur daha fazla bişey söyleme" dedim.

Gözlerini çıkardı dışarı:
"Valla döverim seni" dedi.

çocuk oldum, mızırdandım:
"Amaa yaaa, bişey deme artıkkkk" dedim.

hımmm...
Dün gece saat 1'e kadar içmedim. Ona da söyledim çok sevindi.
dedim ki:
"Ben seni kıramam, anlamıyor musun?"

Polikliniğimizin Hemşiresi O.

Sevgi dolu, hem mesafeli hem anne şefkatli bir kadındır.
Çok güzel şakalaşır...ortada kimse yokken seslenir bazen:
"Annesi...gel kahve al..."
"Annesi...gel çay iç..."

Hep gözlerim orayı onun kadar şefkatle dolduracak yeni bir hemşire arar. Bunun nedeni bencillik değil, tam aksine orsaı hep sevgiyle dolsun isteğindendir.
Kimse yokken, kafamı göğsüne yaslarım, bir bakışla severiz birbirimizi.

Hastanedeki annemdir kendisi.

Sigara içtiğimi bilmediği ama benim inatla içtiğim zamanlarda, beni görmesin diye saklanacak delik ararım.
O çaktırmadan peşime düşer.:)

İyi insandır vesselam.:)

Uğraşıyorum, bırakacağım.

ukala dümbeleği...ama iyi niyetli

herkesin deliliği kendine.
herkesin aklı kendine.

bişeyi azbuçuk bilir gibi olduysam o da şu:
yargılama beybi, onun hayatında neler oluyor bilemezsin.
:)

1 Mart 2010 Pazartesi

soru

Kendine aşık insanlar vardır.
O kadar çocukturlar,
o kadar yaşama sevinciyle doludurlar
ve
o kadar yeteneklidirler ki...
kendilerine aşık olmamaları neredeyse imkansızdır.

çok feci olur bu insanların düşüşleri.

Onlar kendilerine aşıkken...
ve
hayat tüm ihtişamıyla pırıldarken...
O insanlara aşık olmamak imkansızdır.

Kendine aşık, yaşama sevinciyle dolu
o küçük çocuk...
çoğunlukla kendine aşık olan insanları farkedemez bile.

ve sonra...
sonuçta düşer.

Düştüğünde ona aşık olan insanlar ne yapacaktır?

Hangileri gider, hangileri kalır?

ve...

o kendine aşık insan...
gerçekten aşkını hakediyorsa...
kendiyle savaşa girip
kendini toparlar.
ama önce kendinden nefret etmesi lazımdır.

şimdi sorum şu:

Aşk nedir?
sen kendine aşıkken
ve
hayat ihtişamıyla sürüp giderken
sana aşık olanlar mı?

yoksa...
sen yara bere içinde kalmış
kendinden nefret ederken...
mızırdıyorken
mızmızlanıyorken
yolunu kaybetmişken...

sana hala aşık kalanlar ve
elini uzatanlar mıdır?

-önce kendi elini kendine uzatman kaydıyla belki-

sorum bu:
hangisi aşk?

Bu soruları bana sorduran bir film:
Nine...

23 Şubat 2010 Salı

şablon

Kendimi Alamancılar gibi hissediyorum.
Nereye aitim, hangi şehre ve hangi hayata bilmiyorum.
Hepsi benim hayatım ama ikisinin arasında bocalıyorum.
çok bocalıyorum.

geliyorum. normal insanlar, normal hayatlar, normal dertler var.
hayatımdaki insanları seviyorum.
uyum sağlamaya çalışıyorum.
bazen sağlıyorum da.
ama sonra aklıma geliyor.
diğer hayatım.
hastnedeki hayatım.

karşınıza durmadan iyilikten bahsederek çıkıyorum.
bilmem belki komik, belki uçuk, belki gerçek dışı geliyor size.
bilmiyorum.
ya çok pembiş görünüyorum ya da çok karamsar...dışarıdan nasıl göründüğümü blmiyorum.
bir de aptalca kafama bunları takıyorum.

her neyse...ama mesala kan lazım olduğunda...
ahmet kan bankasına varmadan tek bir hasta yakını ananeyi arayıp kan bulabildim ben.
herkes birbirinin tel.nosunu kaydeder, bir de kan grubunu.
hani lazım olursa ara hemen diye.

kettlelarda ısıtılmış sularla yapılmış çaylar ikram eder hasta yakınları birbirne.
çocuklar birbirine abi-abla-kardeşlik eder.
personelle hastalar içiçe geçmiştir.
her gün ortalığı mis gibi yapan Yakup her seferinde "Ne zaman güreşeceğiz" diye takılır benimkine.
ya da bir hemşire...bir eliyle işini yaparken diğer eliyle annesinin ona teslim ettiği bebeğin elini tutmaktadır.
hiç bir şey güllük gülistanlık değildir.
herkes bunu bilir.
hiç bir gülme fırsatı kaçırılmaz bu nedenle.

normal insanlar...
iyidir onlar.
ama bizim için soru işaretdirler.
lütfen kusura bakmayın böyledir.

kimisi çok akıl verir, ne yapman ne yapmaman gerektiğini bile söyler.
sabırla dinlersin.
insansın içinden öfke yükselir, susarsın.
halbuki o konuşana kadar sen sakindin zaten.

Sanki hepimizin hafızasında durumlara uygun şablonlar var.
o şablonların dışına çıkınca şaşırırlar.

halbuki tek önemli gerçek şu:
şablon diye bir şey yok.

21 Şubat 2010 Pazar

komançero komançero

Merhaba dostlar :)
Çok koşturdum ordan oraya. Pek çok insan kardeşimle konuştum. Yenilerini tanıdım. Eskilerine yeniden kavuştum. Denizi gördüm. Bazen dalgalı, bazen sakindi. Çarşıda çok insan vardı. Cafeler, barlar doluydu. Bazen müzik vardı. Bazen gözyaşı, bazen gülmekler vardı.
İyi kalpli insanlar. İyilikler vardı. Sigarayı bıraktım. Çıkınca dışarı...içtim işte yeniden...yalan mı söyleyeyim yani. içtim.
Sonra dışarıya şaşırdım biraz. Baktiğim ağaçların, yolların içinde yürüdüm. Güzeldi.:)
İlk kez dolmuşa binince araba tuttu beni.:) güldüm ve sevindim. Nereye gitsem ilk kez gittim sandım.
Denizi ilk kez gördüm. Havayı ilk kez kokladım. Rüzgarı ve neredeyse her şeyi sevdim.
Yeni biriyle tanıştığında...iki ayrı dünyanın kesiştiğini anladım. Şansın varsa kesişim kümeleri oluşuyor, onu da farkettim ve sevdim.
İnsan olmak önemli, iyi bir insan olmak ve iyilik için yaşamak, hayatı karşındakine dar etmek değil, kuzu gibi sakince kolaylaştırmak ne güzelmiş...bilir gibi oldum. İnşallah unutmam.:)
Sonra 20-30 yıl evvelinin masalarının birin arkasında...çok düşünen, az konuşan, sakin bir insan tanıdım. Ben ona hayrandım, daha ileriye gittim, onu bir insan olarak da sevdim. Gıkımı çıkarmaya korkarak, saygısızlık etmemek için pür dikkat kesilip onu dinledim. Onu ve canımdan çoksevdiğim kişinin karşılıklı sohbeti beni yeniden insan yaptı sanki.
Binalar ve eşyaların önemi yok. Heyyyy...yok. Valla bak.:) Herşeyi taçlandıran insan. nefsiyle uğraşan, düşünen, kafayı düşüncelere takan insan. Her şeyi güzelleştiren şey nezaket ve tevazu.
İmaj hiçbir şey.
Aslolan sen ben hepimiz.
Hala bayılmadıysanız ve okumaya devam ediyorsanız...böyle işte...üzülmekler ve sevinmekler vardı. korkmaklar ve delilikler de vardı. hatta bir keresinde kendimi kaybettim. bunu anlayınca gidip dışarı baktım ve sakinleştim.
Hepimize ferah dilerim...daha da ne zaten..)

31 Ocak 2010 Pazar

gözlerinden ateş çıkıyordu...güzeldi ama...

tango da ahlaksızlıkmış.
ahlaksız olmayan bir şey kaldı mı geriye?
yaşama dair her şey ahlaksızlık.
tiyatro öyle, sinema öyle, dans öyle.

ayaklarımı yere vura vura dansedesim var.
gözlerimden çıkan ateş hepinizi yakar ona göre.
güzel bir sesim olsaydı eğer
avazım çıktığı kadar bir de şarkı söylerdim.


işine bak.
işşinne bakkk.
benim hayatıma karışma.
zira harbiden çok öfkeliyim.

hayır,bir de acıyorum sana ki sorma.
bana verilen ömür bir kerelik de...
sen defalarca mı yaşayacaksın sanki?

hayat lan bu.
hayat.
tekrarı yok.

her şeyi yaftalamışsın.
her şeyi beyninde sınırlandırmışsın.

seni kurtaramıyoruz senden, eyvallah.
bizi rahat bırak bari.
ok?

26 Ocak 2010 Salı

ben de bir gün

canım blog cicim blog. içimdekileri yazsam patlarsın. bum diye.

ben çok mutluyum, ben çok şaşkınım, ben çok...

uzun yıllardır süren mücadelem, en sevdiklerimle bile beni karşı karşıya getiren hayat yoksa bana birazcık olsun iyibir şeyler öğretebildi mi?

kendimi pek sever ve pek beğenirken, nasıl da sırça bir sarayda yaşıyormuşum.
ne çok önyargım varmış, koşulsuz sevdiğim insanlar varmış. akıllılık saydıklarım en laciverdinden aptallıkmış.

ben aptalmışım, ben iyi yürekli bir salakmışım ya da kendimi salaklığın iyi yüreklilik olduğuna inandırmışım.

hatanın kavramlarda o-la-ma-ya-bi-le-ce-ği gerçeği: hoşgeldin, ağzıma s.tın, mersi.

hata bende galiba, uyan artık böcük sarsılması: hoşgeldin, geciktin, gelmekle ne iyi ettin.

az konuş, çok düşün, kendini kolla.
bu dünyada kimse seni kendin kadar düşünmez.

binnnkkk! uyanan insanların mahmurluğu.

hadi hayırlısı. gerçekten mutluluk bekliyorum. şans, hercai melek, burdayım tatlım.:)

1 Ocak 2010 Cuma

bu yazıya isim bulan ilk kişiye teşekkür edeceğim

Birkaç akşam evvel bir film izledik. Oğluşumun seçtiği bir film. Kuantum fiziğini anlatıyor arka planda bilimadamları. Din adamları da yorumluyor filan. Kardeşim, eşim, ben ve oğluş sık sık filmi durdurup kendimizce fikirler yumurtladık.

O kadar ki neredeyse birbirimizi boğazlıyacaktık.:)

Bi basketbol topu yere çarparken bile anlayamayacağım bir takım fizik kuralları nedeniyle asla yere değmiyormuş aslında...
Bugün Amerika'da pek çok laboratuvarda tek bir maddenin aynı anda, iki ayrı yerde olma deneyleri gerçekleştiriliyormuş ve daha bir yığın insanı sarsan, çıkmaza sokan bilgi.

Konuşurken neden normal konuşamadığımızı ve kapıştığımızı düşündüm sonradan.

Bir yerlerde okumuştum. Hiç bir fizik kanunu anlaşılamazmış, ona sadece alışılırmış.
Alışmak, inanmak, kafanda evirip çevirip kendince anlaşılır bir hale getirmeye çalışmak insanı yoruyor. Beynimin kullanmadığım yerlerinin acıdığını hissettim. :P

Bir madde aynı anda, iki ayrı yerde diyorum.

Sonraki bir kaçgün aileye has bir espri konusu haline geldi bu film.
Arabayla giderken oğlum dayısına sesleniyor "Dayı sağa çek, ben 5. boyutta inicem" filan.
O gün beraber memlekete dönme planları yapıyoruz. Herkes aynı anda konuşuyor. Ve o kadar çok aptalca espri var ki arabada, plan filan hak getire.

Filmin en önemli hipotezi şuydu:
gerçek diye bir şey var, tamam.
Ama biz seçim yapmadan evvel...tüm olası gerçekler olasılık olarak orada duruyor.
Tam önümüzde.
Seçim yaptığımız an...aslında yaşayacağımız gerçekliği seçiyoruz.

Bizim kültürümüzün bir lafı olayı daha iyi açıklıyor aslında: "Hayırlısı olsun."

Hadi bakalım bu sürrealist yazı bitti, hayırlısı olsun. ben de ne dediğimi anlamadım.