28 Kasım 2011 Pazartesi

valizler


çeşit çeşit valizim var benim.
eskiden, yakın bir zamana dek ikimizin valiziydi onlar.
şimdi benim. hepsi.
ne çoklar.

öylesine bir yaşam biçimi haline gelmişti ki onlarla yaşamak
bir ara..evde bile olsak indirmiyordum içindeki eşyaları.

valizde yaşamaktır bu.
bilir misniz?
bilmeyin.

banyo hep sorundur valizde yaşarken.
tek tek çantaları karıştırıp, içinde eşya bulmanız gerekir.
her şey sana yabancısın der.

çok derli toplu olmak gerekir.
hiç bir eşyayı, ilacı atlamamalısınız.
kapkacak, çatal,kaşık, küçük kahve ısıtıcısı filan.
makas, dereceler, bok püsür.

ne unutulsa senden bilinir.

kafa abaküs olur.
tıkır tıkır tıkır.

Beşini aynı anda taşıyabilirim.
irili ufaklı.
omuzlarım sırtımın ortasından ikiye ayrılacak gibi olur
umursamam
umursayacak vakit yoktur.

kafa çalışır
tıkır tıkır tıkır.

dünyada dertten başka hiç bir şey yoktur.
ve acıdan.
ve endişeden.
bu nedenle hep gülersiniz.
hiç bir fırsat kaçırılmaz gülmek için.

çok değerli bir hazinedir, hiç vakit kaybetmeden tüketilir.

anlaşılabilir sanıyorum bazen bunlar
hayır, anlaşılamaz.

koşan hep koşan kadın ve erkekler
rastlanıldığında
otur be bir sigara içelim
gel çay yaptım
dualar
koridor içi dedikodular
hepimizi oraya getirdiğine inandığımız eski günler
gelecek endişeleri
yarınlar yarınlar.

ben çocuklarla oynadım çok
bildiğin oynadım.
koşmaca, kovalamaca ne varsa işte.

zaten kimseye tuhaf gelmez.

bakmışsın koridorda hemşire özlem'le, görevli Yakup kumaş topla tenis oynuyor
oh be, gülme fırsatı, durup gülersin.

doktor murat elinde plastik tabanca çocuk kovalıyor.
normaldir.

ne çok yürüdüm o sı.tımının koridorunu.

Rehber'in annesi ve teyzeleri ve bakıcısı
son çıkışlarında hastaneden
koridora tükürmüşlerdi
çok haklıydılar.

bir tek fotoğraf beni bu hale getirdi gece vakti ya.

küçük bir çim adam.
Umut internetten bir çok ilginç şey sipariş etmişti.
koliden bu minik oyuncak da çıkmıştı.

suyunu hiç ihmal etmedik.
elindeki minik mamçakaya hep güldüm.
dişleri dökülmüş dayak yemekten..
ama hala gel gel kapışalım diyen bir minik çim adam.

Üstüne tatlı serserim yazdım.

Biz KİT'e girince
yasak bitki mitki doğal olarak
katımızdaki okulun öğretmenine bıraktım.
Bir kez solar gibi olmuş.
Şenay Öğretmen şaşırmış ne edeceğini
ama yeniden dirilmiş onun sevgisi ve bakımıyla

biz yoğun bakıma gidince bakamadık tatlı serseriye

çok sonra
Umut gittikten sonra eşyaların arasında buldum.
solmuş.
attım.

bu da böyle bir anımdır sevgili okuyucu.

içimde tutarsam namerdim.

27 Kasım 2011 Pazar

:)

hadi bakalım üçtemmuz İstanbul'a geliyor.
Yenilenmiş ve kafasını toparlamış olarak.

Çok gagaladım kendimi ama işe yaradı gibi. Kalbim de, aklım da bomboş.Çok soru sordum kendime, bir kısmını cevapladım, birazı kaldı. Yenilerini de sormak gerekebilir, umrum değil hepsini zamana bıraktım.

Gelince bunları konuşmayalım ama plan da yapmayalım, hayat aksın bildiği gibi.

22 Kasım 2011 Salı

dökülürüm ezelden

gece 3:30..tam da benim saatlerim.
bu saatlerde dünyada bir tek ben varım.
bu bazen iyi hissettiriyor.

bölünmeden düşünebilmek..nedense ataletimin çalışma odasını düşürür aklıma.:)

kendimi inşaaa ediyorum. ne uzun sürdü değil mi? çok darmadağın olmuştum ben, yeridir yeridir.
bu ara bir net'lik mücadelem var.
kaptanın seyir defteri duy sesimi, sana diyorum.
not al, tarih düş.
net bir insanım ben. severek başlarım. sonra kredimi gözden geçiririm. tam tersi de mümkün ama bana uygun olan bu. böyle seviyorum.
ve ne zaman bir terslik yaşasam karşımdakiyle usulca uyarırım. neyse hoşlanmadığım şey tatlılıkla söylerim.
doz aştığı an, ben de kendimi aşmışımdır artık.
silerim, hayatımdaki tüm izlerini yok ederim.
kendim de onun hayatından yokolurum.

bir daha da anmam.

yalan söylemeyi bir tercih olarak sevmiyorum. zaman kaybı, emek kaybı gibi geliyor bana. yoksa epey iş başartır elbet. ama aslında havanda su dövmekten bir farkı yoktur. bu nedenle yalan söylemem.
insan kırmaya gelince de..bir çocukluk arkadaşımın tek bir cümlesiyle bunun ayarını kavradığımı düşünüyorum: "Karşındakinin nefsini beslemeyeceksin." ayar budur, bunu anladım.

alttan al, tatlı ol, naparsan yap ama kendini harcatma ve karşındakinin bir yalan dünyasına inanmasına, orada kaybolmasına izin verme.
tehlikeli yollar.

ve en önemlisi, kimseden yardım isteme.
sakın.
istemeyi bırak, sana teklif edildiğinde dahi arkanı dönüp git. sağol de, bugün olmaz yarın de ama bu tuzağa düşme.

az çok hissiyatım budur.

şu bir kaç ay canıma okundu.
Allahım ne kadar iyi niyetliydiler oysaki..
tek dertleri bendim.
hayır, kimsenin benim üzerimden nefsini beslemesine izin vermeyeceğim.
yeter.
ben kendimi yaşatırım, kimsenin üzerine vazife olmak istemiyorum.
ve sıra tüm bunların muhasebesini hayata geçirmeye geldi.

cidden feci bilenmiş durumdayım.
çünkü farkettim ki çok az insan haricinde beni tanıyan kimse yok.
oğlumu da.
ancak beraber yemek yediğimiz
gözgöze endişeyle bakıştığımız
aynı evde uyuyup sabah kahvaltısını neşeyle ettiğimiz bir kaç kişi.
gerisi için tuhaf bir şekilde acıklı bir öykün kahramanlarıyız biz.

oysa böyle anlaşılmaması için popomu yırttım ben.
ne kahkahamı ne dostluğumu esirgemedim.

tek derdim vardı, hayattan kopmamak.
oysa bunun da hiç bir anlamı yokmuş.
ben yanlış anlamışım.

bakalım bundan sonrası hayırlısı.

21 Kasım 2011 Pazartesi

ben aslında çok sinirli ve üzgünüm şu an..anlatabiliyor muyum blog?

Diyojen'i anlıyorum.
O raddeye geldim abi...

bildiğin anlıyorum yaa..
ama bu genç sayılabilecek yaşımda bu öğreti beni bozmaz mı?
soruyorum bozmaz mı?

:)))

eh, tamam, şaka peki...

17 Kasım 2011 Perşembe

kadınların kurduğu üst model dünyalar

ay hiç anlatasım yok.
:)))

keşke bu kadarcıkla anlaşılsa iç dünyam..

hadi bu da böyle kalıversin..
o dünyaları sevmiyorum ve reddediyorum
netlik istiyorum
çocuklarla ve kocalarla ya da diğer kadınlarla
her ne ise işte

hiç kimseyle çeşit tarz entrika, sulugözlülük, acındırmayla
hayatlar alt üst edilmesin istiyorum.

Bunu farkedip de hala bu tür insanların elinde kukla gibi sallanan insanlara da çok
sinirleniyorum.

öyle biri olmak istemiyorum.
nokta.
:)

4 Kasım 2011 Cuma

soracaksan zor yerden soracaksın

yaşayakalmak der Alatlı ya yaşayakalmak kaçıştır, kurtuluştur, saklanmaktır, cesarettir ve aynı zamanda korkaklıktır. Neler olduğunu, başımıza neler geldiğini, neden geldiğini anlayabilmek için zaman bulmaya çalışırken, bir yandan da yaşamak zorundasındır, nedenini çok da iyi bilmeden. Bir şey, içimizdeki bir ses, bir güdü falan filan..her ne ise..bize yaşamamız gerektiğin,i söyler..Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir..diyemeyiz çoğu zaman, kalbimiz geride bıraktıklarımızdadır. Umudumuz geride bıraktıklarımızın aslında bizim önümüze geçtiği yönündedir. Bu bir yanılsama mı, kendimiz mi uydurduk, bırakmamalı mıydık geride, hissettiğim kadar suçlu muyum gerçekten, neden neden...bu sorular yakamı bırakmaz, bana rahat vermez..ama o içimdeki susmayan ses yaşamalısın der, yaşamalısın der, O da böyle isterdi, istiyor der.
Hangisi doğru?
Soru budur.
Bu sorunun cevabı yoktur.

1 Kasım 2011 Salı

sınırlarımızı genişletelim

eğer bir gün ben olmayı başarabilirsem..içimden ağlamak geldiğinde ağlayıp, duygularıma mazeret aramayı bırakabilirsem.

içimde kükreyen aslana sus demeden
onu kuklaya çevirmeden yaşamayı öğrenebilirsem

hislerimi aktarırken, onlara takla attırmadan ifade edebilirsem

yanımda kim olduğuna bakmaksızın dilediğimce küfredebilirsem

otobüste çizmelerimi çıkarıp, bacaklarımı kıvırıp oturabilirsem

renk uyumunun gelmişinden başlayıp, geçmişinden çıkıp

garsonu sadece parmaklarımı şıklatıp çağırabilirsem

rahatça ağız dalaşı yapıp
birilerini kıskanabilirsem

kahve eşliğinde rahat ferah iki dedikodu aktarıp,
bana anlatılanları vay beee deyip dinleyebilirsem

huzura erer miyim?

bunları deneyeceğim, haber veriyorum şimdiden.:)