26 Aralık 2009 Cumartesi

Dostlarıma

Ben bu onkolojik hastalıklar mevzundan bahsetmekten çok hoşlanmıyorum biliyorsunuz.
Her yazımda, her üzüntümde ya da neşemde bu hastalıktan eser var. Onu da beni tanıyanlar anlıyor, farkındayım.
Ama böyle hakkaten hepimizi ilgilendiren bişey olunca da bahsetmemek haksızlık olur diye düşünüyorum.
Facebookta gezinirken KİT-VAK'la ilgili bir grubun olduğunu farkettim. Facebook anasayfasından KİT-VAK yazıp aratırsanız, karşınıza çıkar.
O sayfada gezinirken...
hasta yakınlarına konuk evi hazırlandığına dair bir gazete haberi gördüm.
Sevindim.

Nakil Merkezlerinin sayısı Türkiye de çok az. Teknik bilgiyle can sıkmayayım, o sayfada hepsi mevcut.
Ama hasta yakınları...
İzmir'de ya da çok yakınlarında oturmayanlar için hastaneye gidip gelmek, ulaşımın maddi imkanlarını karşılamak çoğu zaman o kadar zor ki.

Ramazan Bayramı öncesi genç bir anneyle konuşuyordum.
Bayramda memlekete gitme hazırlığı yapıyormuş.
Yaklaşık 1 yıldır evdeki diğer küçük çocuğunu görememiş.
Galiba Bingöl'den bir anneydi.
Gidememiştir. İmkansızlıklar diz boyu.

Bir kaç saatlik bir mesafe bile olsa gidip-gelmekte zorlanıyor insan.
Bu çocukların ilaç aldıkları dönemde başka insanlarla görüşmesi bile yasak.
Maskeli bile olsa otobüse filan binmemeleri lazım.
Ama mecburen biniliyor çoğu zaman.

Sahi bu arada...maske niçin kullanılıyor anlatmak isterim.

Maske ya da o şirin dazlak kafaların aslında hastalıklarla hiç bir ilgisi yok.
Tedavi sırasında kullanılan ilaçlar çocukları dirençsiz bıraktığı için bir korunma önlemi olarak maske takılıyor.
Saçlar da tedavi nedeniyle dökülüyor. Yani bu sizde üzüntü ya da çekince oluşturmasın.

Onlar bizden korunuyor, biz onlardan değil.:)
Anlatabildim mi?

Bazen saçlar kısmen dökülüyor. Yani dışarıdan baktığınızda bir sorun olduğunu anlayamazsınız bile.
Bu nedenle canlarım...çok dikkatli olmamız lazım.
Gripliysek, bulaşıcı bir durumumuz varsa o maskeyi biz takmalıyız. Ki onları koruyabilelim.

Ay nerden nereye geçtim.
KİT VAK'ın desteğiyle bir hasta yakınları konuk evi açılıyormuş.
Nasıl sevindim anlatamam.

Sıcak bir çatı altında, sevdiklerine yakın olabilecekler artık.

Hayırsever arkadaşlarıma KİT-VAK sözcüğünü hatırlatmak istedim ben de...

Bazen İzmirdeki marketlerde görüyorum.
Kit-Vak'ın ya da Lösev'in yardım kutuları var kasalarda.
İçlerinde bazen işi bitmiş alışveriş fişlerini görüyorum.
Orası çöp değil.
O kutularda toplanan paralar, Nakil Ünitesi'ne hayat kurtaran yeni bir makine, yeni imkanlar demek.

Neyse uzatmayayım.
Ben bu konularda düzgün yazamıyorum.
Bir eksiğim, gediğim, hatam olduysa kusura bakmayınız lütfen.
Sizi çok seviyorum paylaşmak istedim.:)

http://www.sondakika.com/haber-izmir-de-hastalar-ve-yakinlari-icin-konukevi-1833518/

:)

kendime tavsiye ettiğim:
Kafan karışıkken bloga yazma.

kendime cevabım:
Kafam karışık değilse neden yazayım? gider yaşarım.


Okuyuculara tavsiyem:
üstüme varmayın, geçer birazdan.

Okuyucuların cevabı:

22 Aralık 2009 Salı

kadınlar


kategorize etmekten nefret ediyorum.
hiç bir şeyi bölümlere parçalara ayırmak istemiyorum.
bir bütün olarak algılamak...evet işte bundan hoşlanıyorum.

kadın ya da erkek hepimiz insanız.
hepimizin farklı bir hayat hikayesi var.
hepsi çok değerli.

eğer onur'un, ahlağın, saygı ve zerafetin konuşulduğu, önemli olduğu, üzerinde düşünüldüğü...
hatta
hayatların bu kavramlar üzerine kurulduğu zamanlarda yaşasaydık dünya bambaşka bir yer olurdu bunu biliyorum.
kurallara sadık kalındığı zamanlarda.

akşam bir belgesele denk geliverdim. sonundan ucundan.
Lilithin Kızkardeşler'ymiş adı.
Sanırım Muğla taraflarında yaşayan 3 kadının hayat hikayesi.
tek başına balıkçılık yapan bir kadın.
pamuk toplayanlar ipek böceği yetiştirenler.

tek başına ağ atıyor, ağ topluyordu balıkçı olan.
deniz usulcacıktı.
çok doğaldı.
olduğu gibi.

hepsi çok çalışıyorlardı.
hepsinin işi tabiatlaydı.
ipek üretenler o ipekle kumaş dokudular.
bayıldım.
dolansız tam bir üretim.

yüzleri Anadoluydu...ama hepsinin...
bu ara Anadolu'ya takmış durumdayım.
binlerce şey geçti aklımdan.

çok hoşuma gitti.
o kadınları çok sevdim.
evlerine gitsem kabul edilirim gibi geldi.
açsam karnımı doyururlar, üzgünsem beni dinlerler
hatta akıl edemediğim akılları verirler bana.

epeydir onların bilgisine açmaya çalışıyorum kendimi.
bulabildiğim gerçek Anadolu kadınlarına.
Hani Fikret Otyam'ın resimlerindeki gibi kadınlara.
Koca gözlü, koca yürekli, çok çalışkan o kadınlara.

eğitimle kirlendiğimizi düşünüyorum bazen.
aman şimdi yanlış anlaşılır bu laf.
yanlış anlamayın olur mu?
dostlarım ne demek istediğimi biliyorlar, rahatım.

okumak-yazmak değil kastettiğim.
elbette değil.
bizi sıradanlaştıran, aynılaştıran, farklarımızı budayıp bizi tekdüzeleştiren öğretiler.

ben örümceklerden korkuyorum.
buğdayla arpayı birbirinden ayıramam.
balık tutmayalı yıllar oldu.
evimizde bir minicik hayvan bile yok.
güneşin doğduğunu görmek için perdeyi açmam gerekiyor.
horoz sesiyle uyanmıyorum.

bu koca dünyada tabiatın içinde, tabiattan ayrı yaşıyorum.
kuşları tanımıyorum, balıkları da.
keçiler ne kadarda bir doğurur sahi?
göster desen 3 ağacı tanıyıp gösterebilirim. o da belki.

şehirli kadının acıklı hayat hikayesi gibi oldu.
ne bileyim işte...bunları düşündüm o kadınları izlerken.
ama en çok hayata bakışlarını sevdim.

içim rahatladı.