29 Ağustos 2010 Pazar

not

hayatı tıkır mıkır yolunda giden bir insanın ufacık sorunlara verdiği gürültülü tepkiyi özledim.

27 Ağustos 2010 Cuma

insana ait en değerli şey

uzatmayacağım; kendine ait düşünce sistemidir.

ne demek bu?

beni ilgilendiren olaylara verdiğim tepki.
sonrasında sakinleşip düşünmeye başladıkça, hislerimi açıp açıp onu düşüncelerimle yoğurdukça olaya karşı oluşturduğum duruş tarzım.

kocaman bişeydir bu.
zaman zaman değişir.
uysallaşır, öfkelenir, diklenir sonra yine uysallaşır, hele beni üzen olayı çözersem olgunlaştırır...yaşarken zehir gibi olan acı, başarmanın gururdan uzak ama lezzetli hazzıyla lokuma dönüşür.
dönüşür anlıyor musun?

beni rahat bırak.
bana akıl verme.

sormadığım sürece verme.
üstüme gelme.
biraz zaman ver bana.

bırak bir öfkemi atlatayım, sakinliğe kucak açayım.
Bırak bir...evren herşeyiyle karşımdaymış gibi geliyor, onun içinde olduğumu onun da benden yana olduğunu farkedeyim.

girdaplarını al ve git, azıcık uzak dur benden.
bana bulaşma.

keşke benimle bir yeldeğirmenlerine bağırabilsen, yapamazsın.
ben az sonra o yeldeğirmenleriyle barışacağım
en azından sus...zamanı akıtma.



bazı insanların sorunu sizi kendilerinden nefret ettirmeleri değildir.
sizi kendinizden nefret ettirmeyi başarmalarıdır.

26 Ağustos 2010 Perşembe

bak canım blog

hayat bazen çok zorluyor tamam. şu anda da öyle. sanki hiç iyi bir şey olamazmış gibi üzerime üzerime geliyor. nerede hata yaptım, yapıyorum soruları bütün zihnimi kaplıyor. suçlu olarak kendimi görüp, kendimi deşiyorum.
hayatın beni neden bu denli sevmediğini anlayamıyorum. yok eğer seviyorsa bu sevme biçimini de anlayamıyorum.
ay Valla başka da söyleyecek bir şeyim yok. hayatla blogdan konuşmak değil amacım. biraz rahatlasam ve iyi haber alsam yeter.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

eski yeni zamanlar, benim gözümden

nereden başlayayım?

Tv'de özellikle ya da sinemada filan...yeni bir yıldız adayı var mı dikkatinizi çeken?

benim yok. bunu ara ara düşünürüm. neden yok?

güzel kızlar, yakışıklı erkekler var...az bir kısmı yetenekli belki de.
ama yıldız değil hiç biri.
hiç birinin hayat hikayesini merak etmiyorum.
ne yapacakları, ne yapmak istedilleri beni ilgilendirmiyor.

Bu ilgiyi sağlayan şey ne olabilir?
Yeni bir yüz gördüğümde onu neden merak ederim, düşünceleri, yapmak istedikleri benim için neden önemli olur?

bunu sağlayan nedir? hangi duygudur?

amatörce yani kendimce cevaplarım:

o kişide beni hatırlatan bir şeyler olmalı.
benim hayallerimi, gençliğimi, hislerimi...

o başardıkça ben başarmış gibi olmalı,
o kırıldıkça ben kırılmış gibi üzülmeliyim.

başarsın istemeliyim.

ben tek kişiyim, demek o kişide hepimizi hatırlatan bir şeyler olmalı...ki yıldız dediğimiz şey olsun.

ona bazen kızmalı, bazen hayran olmalıyız.

hata yaptığında hepimizin onaylayacağı bir duygu için hata yapmış olmalı.
misal aşk için.
ki onu anlayıp, bağrımıza basmaya devam edebilelim.
mantıksız bile bulsak, ah canım diyebilelim.

peki bunu sağlayan ne?
nasıl hepimizden biri olabilir o küçük hanım, küçük bey?

bir şey diyeyim:

çekirdek aileden o yıldızın çıkması çok çok küçük bir ihtimaldir.

sadece anne babasını ve varsa kardeşini tanıyarak büyümüş bir çocuk nasıl hepimize birden benzesin ki?

anane,babanne, dedeler, dayılar, halalar teyzeler...yeğenler hatta çok önemli bir unsur yengeler...
bunları tanımadan büyümüş çocuk toplam 3 ruh halini yakından tanıyabilmişken nasıl olsun da hepimiz olabilsin?

yengeler gerçek... abilerim, ablalarım.
onlar hayatımızda.
bizzatihi bir çoğumuz kendimiz yengeyiz ve yenge olmanın ruh hallerini yaşıyoruz.

karıştı mı?
hayır. karışmadı.

insan halleri önemli olan.
insanlık durumları.

insan olmanın çok sayıda seçenekleri, duygu durumları.

sen ablam...
kadınsın, eşsin, annesin, belki hala, belki teyzesin.

her birinin farklı getirileri var.
bir insan çok insan.
herkes için farklı bir insan.
ve abiciğim sen.
kaç kişisin?

baba, kardeş, evlat, işveren, işçi, yeğen...bilmem daha kimsin.

kendini 2 oda bir salon eve hapsettiğinden beri
ve
insanları tanıdığın tek yer Tv olduğundan beri
sen
hiçkimsesin.

babalığın haz vermiyor, işçini tanımıyorsun.

yan evdeki sifonunun sesini duyduğun komşu ne yedi haberin yok.
yemek yerken ki güzel anılarından bihabersin.
sifonunu duymak bu nedenle seni rahatsız ediyor. güzel anlarını göremedin çünkü.

Geniş ailede büyüyen çocuk, komşularını tanıyan çocuk, bebeliğini sokakta bilye peşinde geçiren, arkadaşlarıyla küsüp barışmayı öğrenmiş çocuk...işte o hepimiziz.

ben kendimize ettiğimiz bu zulmü kavramakta zorlanıyorum.

o komşularla geçirilen zaman nasıl güzel bir zaman bilseniz.

o anlamsız uzuuun muhabbetlerde, sıcağı, soğuğu birlikte geçirmekte nasıl bir keyif gizli bilseniz.

Allah aşkına ufak mı geldi bu keyif?
Bu kadar mı anlamlı hayatlarınız var?
hepimiz mi dahiyiz de...her gün yeni bir icat keşfeden bilimadamlarıyız yoksa?
Vaktimiz yanımızdakine an'ımızı bile vermekten imtina edeceğimiz kadar az mı?

temiz kalpler klübü kurmak istiyorum yeniden.

benim şükür...komşularım ve akrabalarım var.
eminim bir çoğunuzun da vardır. lafım ortaya. çünkü bir sorun olduğu belli hayatımızda.

onlarla birlikte geçirdiğim anlara değer...
tüm çabama, sabrıma, emeğime değer.

Ve benim çabam, sabrım, emeğim...onların bana gösterdikleri emeğin yanında solda sıfır kalır.

Allah hepsinden razı olsun.

Komşumun oğlu İlkerin gelip de bana hükümranlık kurmasına bayılıyorum.
Tek lafıyla beni çatlayana kadar güldürebiliyor çünkü.

Annem soruyor kendisine:
"Oruç tuttun mu ilker?"
Cevap:
"Tutmadım İnşallah."
:)))

Bağlayayım. en azından deneyeyim...

domatesler gibi tvdeki yıldızcıklar.
genleiyle oynanmış, vaktinden önce büyümüş, su ve hormon salatası.
bunun için benim bir yıldız adayım yok.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

okuyan için çok anlamsız bir yazı olur sanırım

söylemek istediğim hiç bir şeyin kalmaması ne tuhaf.

bir heyecan yumağı, annemin deyimiyle çıfıt çarşısı, kurtlu peynir olan ben...canım hiç bir şey istemiyor. ve çok üzgünüm.

bazı ilişkiler yrümez malum. o insanla ne kadar iyi anlaşırsan anlaş, ne kadar seversen sev...bunun hiç önemi yoktur. alttan al, anlayış göster ve aslında onun neyi neyden dolayı yaptığını anla. yine de olmaz. temelde bir farklılık var ve onu aşamazsın.
değiştirmeye çalışmak ne gereksiz çaba.

tam diyorum: hah şimdi oldu..evet işte beklediğim buydu.
seviyorum çünkü nerede hamle etmesi gerketiğini biliyor.
ne söylemesi ve nasıl söylemesi gerektiğini biliyor.
ama en geç ertesi gün anlıyorum.
hayır, hiç bir şey değişmemiş.

çünkü o insan, aynı insan.

arkadaşım,kocam o, bu, şu...farketmez.
eğer yürümüyorsa yürümüyor.

ilk zamanlar kendimi suçlardım. daha atak, tepkilerimi hemen ortaya koyduğum zamanlrda.
ah ben o zaman ne saf ne temiz bir çocuktum.
:)
yok, şimdi değilim blog.
artık bekliyorum.
hamle istiyorum.
merakla bakınıyorum.
ne yapacak?
bunun tadını çıkarıyorum.

ama o aptal çocuk tamamen gitmiş değil içimden.
kanıyorum.
sanıyorum ki o çok istediğim güzellik önümde, bana gelmiş.
oysa gelmiyor.

çünkü o yanlış insan.
ve ben de onun için yanlış insanım.
bu kadar basit.

ilişkiyi derhal mimimale çek.
ne kadarını yapabiliyorsan, mümkünse bitir gitsin.
bir selamlık yer bırak kendine.

bırak, beni özlesin.
tüm kalbimle onun yanındaydım çünkü.
ve o bunu biliyor.

8 Ağustos 2010 Pazar

öeh

ne yaparsan yap başka insanlar olacak. ne kadar umursamıyorum desen de, onları umursayacaksın. gözlerini kapatsan, kahkahalar atsan ve ağlasan da farketmez. onlar orada. her birinin kendi değer yargıları var. sen ne yaşarsan yaşa, ne hissedersen hisset, onlar bunu kendilerince yorumlayacaklar. sen onlar için ne olduğunu bilemeyeceksin.
kendi bedenimizin ve aklımızın içinde tıngır mıngır yuvarlanırken, kimisine daha fazla, kimisine daha az dokunarak yaşayıp gideceksin. kesişme noktaları tahmininden bile az olabilir, sakın şaşırma.
işte o nedenle bazen sessizlik güzel. işte o nedenle bazen konuşmadan anlaşmak güzel. hadi çay içelim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

bir kaç akşam evvel annem ve ben akşam serinliğinden faydalanmak için dışarı çıktık. hemen yakınımızdaki yeşil olmayan yeşil alandaki banklara oturduk. sıcak şu andaki kadar çıldırmamıştı, arada bir esen tatlı bir rüzgar bile vardı. azıcık çekirdek bile yedim. bize 90 derece açıyla duran bankta bir genç kız ve delikanlı oturmaktaydı. Neşeli ama sakin, konuşmaktaydılar. Sonra gözlerim o iki küçük şirineye takıldı.

İki küçük kız çocuğu. Minik bisikletlerinin üzerinde fır dönmekteydiler. Bundan sıkılıp hemen arkamızdaki duvarda koşturmaya karar verdiklerinde, canım çok da istememesine rağmen kendimi tutamadım, seslendim:"Fıstıklar, dikkat edin, düşersiniz."

Kafasını kaldırıp baktı ikisi de. Bir iki kez daha uyarmam gerekti. Bendeniz nöbetçi anne. Hepsi benim çocuğummuş gibi geliyor, bu duyguyu severim.

Cingöz bakışlı olan daha ufak. Sevimli bir canavar. Tanımadığıınız bir çocukla konuşmaya kalkmak tehlikeli bir iştir. Hele yanınızda başkaları da varsa. Edeceğiniz ilk lafta madara olabilirsiniz. Bir çocuk için bu çok kolaydır. Hem yaptığını anlamaz, hem de bundan neredeyse zevk alır.

Benimkiler böyle yapmadı ama. Sözümü dinlediler. Ve tabi ki sohbet burada kalmadı, ilerledi.

Önce duvardan inip usul usul yanımıza yaklaştılar. Klasik olarak isimlerini sordum: Birisi Güneş, diğeri Meryem imiş.

Ay ne güzel isimleriniz var dememe kalmadı. Güneş olan, yani sevimli cadı diğer arkadaşının adına güldü.

"Ama" dedim. "Meryem ismi nereden geliyor biliyor musun Güneş?" "Çok güzel bir isimdir O."

Meryem küçük bir Hanımefendi. Hem boypos olarak daha yapılı hem de nasıl olgun ve toparlayıcı. Arkadaşının hareketi onu üzdüyse bile bunu hiç belli etmedi. Sakince yanımıza gelip "Ben biliyorum" dedi.

Yine de devam ettim. Bir şeyi söylemeye karar verdiysem buna kimse mani olamaz. Çocuk bunu nerden bilsin? :)

"Hz. İsa Peygamberimizin annesinin ismi O" dedim. "Ve çok da güzel bir isim."

Yine"Biliyorum" dedi Meryem.

Babası İmam imiş. Buradan tatlı bir sohbete başladık.

Fakat ufak olan, Güneş yani, tüm cingözlüğüyle benim çocukluğum.

Sanki zamanda yolculuk. Fıldır fıldır bisiklete biniyor. Her tarafa laf yetiştiriyor, durmak bilmeyen bir enerji. Çok konuşuyor, hızlı konuşuyor, aynı anda pek çok yerde olmak ister gibi bir hali var.

Annem aniden aynı şeyi söyledi:"Bu karagöz, sana benziyor."


Meryemciğime baktım. Güneşciğime baktım. Geçmişimi düşündüm. Onların geleceklerini düşündüm.

Tatlı Meryem bu olgunlukla...ateş yalazı Güneş bu enerjiyle ne yaparlar acaba dedim.

Allaha emanet olsun bütün kuzular...ve Allah büyümüş kuzuları da sevindirsin, mutlu olmalarına izin versin istedim.

Çocukların onları ilgiyle dinleyen insanları bulduklarında oyunu bile bırakıp anlatmak istediklerini farkettim. Kendilerine soru sorulmasına bayılıyorlar. Yeterince ilginç sorularsa tabi.

Şimdi her akşam anneme beni soruyorlarmış. Nerde o Abla nerde o Teyze? şeklinde.

Bir akşam 5 taş oynamak için sözleştik. Umarım gerçekleştiririz.

2 Ağustos 2010 Pazartesi