10 Haziran 2018 Pazar

İnsan, insan

İnsan başka şey, insanlık başka.

İnsan'a güvenini, sevgini yitirebilirsin ama insanlığın içinde tanımadığın, bilmediğin bir güzel insanın olma ihtimali seni ayakta tutar.

Varsay ki; kırıldın, dışlananların dışlanmasına tepkisiz kalan, içinde olmak için çırpındıkları ama aslında içinde olmak istedikleri gruba nefret bileyenleri gördün, sessizliklerini duydun, sessizlikleri görüntüye dönüştü...izledin ve tiksindin... buna rağmen kendini iki tarafa da ait hissetmedin. Kendi üçüncü tarafını oluşturdun. Orada yalnız olduğunu bilerek ve o yalnızlığa daha sıkı sarılarak, bekledin. Godot'yu bekler gibi. (gülümseme.)

Varsay ki; diller döktün, anlattığın şeyin karşı tarafta bambaşka bir hikayeye dönüştüğünü farkettin, uçurum gibi bir şeydi, kanın dondu. Ama bekledin. Godot'yu bekler gibi. (hüzünlü gülümseme.)

Varsay ki; öğretilerin peşine takılan insanlar gördün, öğretilere sarılışları panik gibi bir şeydi. Boğulmak istemiyor gibi bir halleri vardı, nerdeyse son kurtarıcıydı o öğreti. Öyle sarılmışlardı ki, öğretinin bizzatihi kendisini boğmak pahasına sarılıyorlardı. İzleyen, öğretinin suçsuzluğuna rağmen boğulduğunu gördü. Dondu, kaldı. Genellikle öğretiyi öldürüp, kendini kurtaran, aldırmazca başka bir öğretiye saldırıyor, kurtarılmayı beklerken, öğretiyi yokediyordu. Bekledin. Godot'yu bekler gibi. (acı gülümseme.)

Oysa..sakince..yaşayamıyorlardı.
Bir panik hali, umutsuzluk ve mutsuzluğun ele geçirdiği, varolma biçimi hakkında pek de düşünmemiş, sarsılıp kendine gelme ihtiyacı duymayan her bireyin( İnsan diyemedim, kendinin farkına varamayan insan olabilir mi emin olamadım, birey diyeyim) sakinliğe giden yolda...dinginliğe giden yolda... biraz kendisiyle başbaşa kalmaya tahammül etmeye ihtiyacı vardı.

Oysa bundan delicesine korkarlar!

Hep bir çaba, 'Buradayım! Beni görün, duyun, şu an bilmemne lokasyondayım! Hey! Yemek yiyorum baksana, kahvenin keyfini ediyorum, bir köpek sevdim az evvel ve buradayım...duyuyor musun?'
'Peki ya olmadığımda? Yani burada olmadığımda ne yapacaksın? Beni özler misin, düşünür müsün? Buradaydım, hatırlayacak mısın?'

Acı.

Buradaydım ve 'fazla ciddiye aldığım' tekrarlarca bana söylendiğinde, hep gülümsedim. Ciddiye aldım hayatı, kendimi ciddiye aldığım için.  (Buraya Nazım'dan Yaşamayı ciddiye alacaksın gelebilir fakat gelmeyecek. Kendi sözlerimi söylemek istiyorum.)

Gülümserken gülümse ve öfkeliyken gözbebeğinden ateş çıksın, küfrederken ağzından tükürükler fışkırsın karşındakine, gülerken sandalyeden düş. Orada ol. Her neyse o.

Kendine hakim olmak başka şey, sahte bir imajla ortada dolaşmak başka şey. İkisinin ayırdını yapamıyorsan Allah aşkına, yazıyı okumayı kes.

Kendime soruyorum hatırlanacak mıyım? Peki bu sorunun cevabı neden önemli? Biraz düşününce kibir mi var biraz bu sorunun içinde? Neden hatırlanmak istiyoruz? Ve bizi hatırlayanlar, gerçekten doğru mu tanımış olacaklar bizi? Ne kadar anlamış olacağız birbirimizi, ne kadar kavramış olacağız? Hatırlanmak talebi neden bu kadar hata yaptırıyor bize?
Hatadan kastım şu... İyi anılmak güzel bir dilektir.. Ama iyi anılmak içingördüğün yanlışı görmezden gelmek, susmak, öfkeni içinde patlatıp, gülümsemek filan...bilmiyorum Altan, bilemiyorum. Karşındakinin nefsini beslemekle, iyi insan olmak arasında yeni bir köpri kurmak zorundayız. İnsanlık binlerce yılda bunu kurmuş olmalı aslında, eğer öyleyse yeniden bulmalıyız o köprüyü.

Kendine ait olmayan bir bebeği kucaklayan kadın imgesi... ne kadar klişe. Ve aslında ne kadar az bulunur bir realite. Kuşları besleyen, ağaca gülümseyen, bir insan imgesi...ne kadar da insanca bir imge.
80'lerde Lubunya Olmak oyunu geldi aklıma. Oyundaki gay karakter diyordu ki, 'sizin amca, dede dediklerinizi bilirim, onları bir de bana sorun.' İzleyenin kalbine bir ok saplıyordu bunu söyleyerek. Bana bunları yazdıran hangi duygudur diye düşününce anladım ki; o karakterin şunu diyecek bir anısı olmaması dileğinden başka bir şey değil.
Hangi nedenle olursa olsun bir gün...bir insan... bir anısını anlattığında 'Zor durumdaydım ve yardım edildi bana, destek olundu' diyebilsin.

İnsanlık. Zeki insan, güzel insan... Doğadaki belki de en çelimsiz canlı olmasına rağmen, çabasıyla, aklıyla, ortak çalışarak doğadaki diğer tüm canlıları hızda, güçte ve imkanlarda geçmiş insan. Tüyleri yok, yün eğirmiş, giymiş. Tohumu ve hayvanları evcilleştirmiş, istediği an yiyecek bulacak kapasiteye gelmiş. Ne hızlı koşabiliyor, ne uçabiliyor ne de yeterince uzun mesafe yüzebiliyor, bunların yerine uçağı, gemileri, denizaltıları, otomobilleri üretmiş. Dünyada bilinen tüm iklim ve coğrafi şartta yaşayabiliyor.
Ama o kadar korkuyor ki, duramıyor. Sınırı kendi aşıyor, panik halinde, sarıldığı her öğretiyi -bilim dahil- boğuyor.
Kendini boğduğunu ve yokettiğini farketmeden.

Tüm bunlar olurken, canı yanan diğer insanlar, hayvanlar, bitki örtüsü, doğa ve hatta taş, maden, kum zerreleri... hepsini düşünecek ve yara saracak birilerine ihtiyaç var.
Onlardan olmak, talip olanlar için güzel olmalı.

Diyeceğim şu ki; Korkma. Kendinle kal, onu dinle, o senin en değerli dostun, sakinleş.