22 Kasım 2015 Pazar

sondan önce

'Ve... ne yapacağımı söyleyeyim' dedi.
'Bu aç beyni ve yalnız ruhu doyuracağım.'
'Özel olarak hiç biriniz umurumda değilsiniz' diye devam etti. 'Bu benim hayatım ve hep öyle kalacak.'
'Onu nasıl yaşayacağım, hayallerim, korkularım ya da gönlümün içimdekiler, bunların sizinle bir ilgisi yok.'
'Aynısını size de tavsiye ederim' dedi, alaycı bir şekilde gülümseyerek
'eğer yeterince şanslı ve güçlü olursanız, dünya oyuncaklarından vazgeçmenizi öneririm.'

'kendini bil' 
'en azından kendinle tanışmak için yola çık, adım at, bağır, bir şey yap.'

'iyi şanslar'




19 Ekim 2015 Pazartesi

hep yol

Günlük tutmanın 'moda' olduğu zamanlardan geliyorum.
Bugün ise her şey farklı, zaman hızlı, yaş ilerledi, günlük filan tutulamaz.

Blog can kurtarıcıdır.
Sen bir şeyler karalayıp, rahatladığını sanırken, o senin için hayatına dair bir arşiv oluşturmuştur.
Sosyal paylaşım sitelerini sık kullanan biri isen, onlar da öyle.

Geçmişe dönüp baktığında önemli, önemsiz ayrıntılar, ki hayatın o ayrıntılardan oluşmaktadır, önüne dökülüverir.

O gün çorba taşmış,
Bir hayal kurmuşsun,
Cidden neşeliymişsin
Başka bir gün hüzün çökmüş yüreğine,
Belli ki kalbinde bir kıpırdanma olmuş.
vs.vs.

Eğer kendine karşı samimi olduysan, kişisel tarihçesini okurken bulacaksın sen'i.
'İyi ki yazmışım, iyi ki paylaşmışım' diyeceksin. 'Nereden nereye geldiğimi gördüm.
Bu da geçer ya Hu
ne demektir anladım.'

Sinameki tipler vardır, affetsinler öyledirler. Ya da affetmesinler, çok da tın.
Fazla yazmazlar, paylaşımları hep cool'dur, genellikle de nadirdir.
Neler kaçırıyorlar, hayatlarını okuyamıyorlar.

Baktığımda hayat çizgisi görüyorum. Düşüşler ve kalkışlar, depara kalkmalar ve rahatlamalar.
Yayılmalar, içe çekilmeler ve hedefler ve yenileri.

İnsanın kendine savaş açması nedir bilir misin?
Kendine savaş açmış şanslı kullardansan eğer, bunun ne derece acı verici bir süreç olduğunu bilirsin.

Bir bıçak alıp kendini kesmen gerekir.
Her yarığın içine bakman.
Bulduklarından sonuç çıkarman.

Birlikte yolculuk ettiğim çok insan oldu.
Kimi hiç büyüyemedi.
Aynı 15'lik ergen modunda kaldı öylece.
Neşeli gibi
Korkusuz gibi
Endişesiz gibi.
Gibi insanlar diyelim onlara, gibi insanlar.

Korkudan ödleri patlarken, bunu kimseye hissettirmemeye çalışmak başka şeydir,
Korktuğunu kendinden gizlemek başka şey.

Bunu yapanlardansan tavsiye verebilirim, yapma.
Kendine yalan söyleme.
Dinlemezsen, sen bilirsin.

Günlük demiştim,
Yol önemli.
Korkmak var.
Yaşamak kolay değil.
Bunlar cepte.

Kendine bakıp, yaptıklarını gördükten sonra kendine dönüp 'aferin sana' diyebiliyorsan, büyük adımdır bu.
Respect.

Sonrasında bir müddet iç dinlenmesi
ve
yola devam.
Daha sağlam, daha kararlı, kendiyle savaşmaya korkanları 'pekala sen burada kal öyleyse' diyerek , saygı duyarak, geride bırakıp.

Ben ileriyi merak ediyorum.
Ümidim ve heyecanım ışıklı olması yönünde.






26 Eylül 2015 Cumartesi

Kelebek

İnsanlar değişir.
Başka insanlar bundan rahatsız olur.
İnsanlar buna rağmen değişir.

Çocukluk fotoğrafına bak, herhangi birine.
O sensin, bundan zerre kuşkun yok değil mi?
O sensin.
Nasıl sensin?
Ne o böcekli, çiçekli kıyafet üzerine olur artık, ne de
bir kaşık mamayla yetinebilirsin.
O sen değilsin.
Geçmişinden bir anı sadece.
Bugünkü seni oluşturan aşamalardan sadece biri.

Tıpkı şu an gelecekteki seni oluşturmak üzere bir aşama olduğun gerçeği gibi.

Sen tamamlanmakta olan bir süreçsin.
Bir yolculuk.
Kendi biricik serüvenini tecrübe eden biri.
Diğerleri gibi.

Değişeceksin, değişiyorsun, değiştin.

Bundan keyif alman ya da huzursuzluk duyman...
ah...
zor biliyorum.

Ne diyebilirim?
Allah yardımcımız olsun.

Ben diliyorum
Fazlalıklarım törpülensin, eksiklerim kolayca tamamlansın.
Ve tüm bunlar olurken
Birliğin neşesi bizi hiç yalnız bırakmasın.
:)

23 Ağustos 2015 Pazar

Sorular ve

Özlenenin yerini hiç bir şey tutmuyorsa ne yapacaksın

Her umarsız denemeden sonra kendi içine döndüğünde, bulduğun şey kocaman bir yalnızlıksa ne yapacaksın

Kendini hafifletmek için, acını başkalarının acısıyla kıyaslamak gibi
çarelerin en ucuzunu bile denediğinde işe yaramıyorsa, ne yapacaksın

Yalnızlık ne yapıyorsan yap orada duruyorsa ne yapacaksın

Tanrı'nın elini beklerken, O eli göremeyecek kadar karanlığa gömüldüysen ne yapacaksın

Sözler aradığında, içini azıcık ferahlatmak için, ve bulduğunda hatta,
o sözler içini ferahlatmadıysa ne yapacaksın

İçin, içine yabancı kaldığında
kendinden duyduğun sözler sana hiç bir şey ifade etmediğinde
Hiç bir şey doğal akışında devam edemediğinde
Hep zorlaman gerektiğinde ne yapacaksın

En ufak teselli bile seni rahatsız ettiğinde
İçini okyanuslarla yıkamak istediğinde
Öyle ki
acın bile sana yabancılaştığında ne yapacaksın



Tüm bunlar içinden bir kapı açıldığında ne cevap vereceksin

Çok fazla soru sorduğun için
gelen cevapları birbirine karıştırdığında ne yapacaksın

İnsanlara güvenmemeyi bildiğini sanırken
güvenini gerçekten yitirmeye başladığında ne yapacaksın?

Belki kendi içine
o büyük evrene
ilk temeli atarsındır.
Belki bu seni gülümsetirdir.
Belki o 'hali' anlamaya başlarsındır.

Sadelik.


28 Temmuz 2015 Salı

bilog tık tık tık

sevkili bilog, ben geldim.

aç koynunu ben geleyzdım.
çok koşarak geldim.
seke seke geldim, söve söve geldim.

bilok ben çok sıkıldım.

herkes kan, vahşet diyor, dikkat diyor, oraya gitme, buradan gelme diyor, patlar diyor, bom olur havaya uçarsın diyor.

sevkili bilog hani ben bunlardan muaftım?

hani ben patlasam neeee, patlamasam neee diyeyazıyordum, hani ben geçtiydim bunları?

yine mi hep ölüm sevkili bilog? yine mi hep gözyaşı?

sıkılmadılar mı, gerçek ölüm görene dek anlamayacaklar mı, illa mı sevdiceklerinin üzerine toprak atmaları gerek bilogcum?

ama çok ısrarcıysalar ben ne yapabilirim sevgili bilok?
iiiçbişey. de mi ya?

yapmak da istemiyorum, bazen de istiyorum ama sonra sıkılıyorum bilok.

çok sevgi birikti bilog.
çok fazla sevgi birikti.

ve o birken sevginin akacağı yerde çok fazla namertlik var.

ben belki de kendime kapanmalı ve sessizce...
bilmiyorum ki.

ama bilog bazen de hiç bir şey gerçek değil.
güven çok az.

Bilemiyorum yanlışsa affetsin ama bazen Allah Baba bir tek Onu seveyim istiyormış gibi geliyor.

Çünkü gerçekten sevilecek...neyse, derin mevzu, seni aşar.

derinlik lazım.

severken, aşık olurken, hayatın her anında ve her anına derinden yapışmalı insan. o zaman bırakmak da kolay olur.

iliştirilenler oysa, neyse bu da benim işim değil.
benim işim, ben'im.

yani akıl karışması iyidir ama
çok fazla savaş var, çok kan ve asil değil sonrasında olanlar... çok üzücü bu.

yani ölümden de beteri, nezaket yok bilog.
ölmekle öldürülmekle kalınmıyor bıdır bıdır kutsallara laf saydırılıyor bilog.

ben yoruldum.
ama
ben yorulmam da.
bilirsin bilog.

hem kim bilir
bakarsın bir mucize olur
yeniden severiz bilog.

22 Nisan 2015 Çarşamba

insanlık halleri

Yeteri kadar zaman geçip ölülerini başkaları unuttuğunda, oh nihayet, şükür sonunda, sen ölülerinle başbaşa kalabilirsin.
İşin ironik tarafı şu ki; tam bu yalnızlığın şükrü için başını kaldırmışken, bir insana da ihtiyaç duyabilirsin.
ama yoklar, gittiler.
onlar için olağan yas süresi bitti.

hatta onların gözünde senin için de bitmeli. sana izin verdiler, doyasıya kullansaydın.

sittiret.

kısa sürelidir bu ihtiyaç anı, hemen sonrasına kendine dönüp, oha be hakkaten başbaşayım demenin manyak sevincini gerçekten, ta içinde, en derinde yaşayabilirsin.

bu vartayı da atlattık. onları başarıyla savuşturduk.
şimdi canlarım, gerçekten başbaşayız.

İnsanlık halleri bunlar, yaşanmadan ne hissetireceği bilinmez.

yaşamanın en güzel tarafı budur.


4 Nisan 2015 Cumartesi

25 Mart 2015 Çarşamba

Anı küreleri

Yollar birleşir
Yollar ayrılır
Bu bile yanılsamadır
Belki hepimiz bir tek kişinin hücreleriyiz, kesinliği yok ki bunun.

Yine de yollar birleşir
yollar ayrılır.

Ben hep yolda birlikte ilerlerken birbirine ne hissettirdiğindir önemli olan kısmına takılmıştım.
Çünkü bir şekilde ayrıldığım canlarıma sevgim sonrasında da daha kuvvetle devam etmişti.
Ama
Yaşanmış bütün güzellikleri bir kalemde silip atabilen
çirkinleşen, çirkinleştirenler de var.

Anı dediğin şey bir billur küredir.
Arada eline alır, okşarsın.
Döndürürsün,
gözüne bazen kahkahalar atılmış, bazen de gözyaşlarıyla dolu an'lar takılır.

Ben baktığımda küreme
yüzümde sevecen, mahcup, gururlu bir gülümseme oluşsun isterim.

Küreme tükürmemem bu nedenledir.

Beni ne kadar üzmüş olursa olsun, kırmış-dökmüş olsun yine de o küreye baktığımda -çok şüküür bitti diyerek- tatlı tarafıyla yoluma devam etmek isterim.

En çok da bir dostluk, bir arkadaşlık her ne ise insani bir ilişki sonlandığında -ki son diye bir şey yoktur, akıp gider hayat, belki başka bir enkarnede, belki 2 saniye sonra tekrar birleşecektir yollar- gönlümde bir huzur kalsın isterim.

Günlük hayat devam ederken yırtıcı olunabilir, aniden tepkiler verilir, aldım-verdim ben seni yendim'ler layığıyla oynanır amma... iş ciddileştiğinde, geçici ayrılık gelip çattığında sakinleşirim. Ettiğim her lafa, aldığım her nefese dikkat kesilirim ki, sonrasında anı küreme bakarken yüzümde o gülümseme oluşabilsin.

Neyse...

Kahve?




21 Şubat 2015 Cumartesi

*

ah, sen kanarsın.
aldanırsın.
inanırsın.

inanma.

bakma sen onların hababam sınıfının müziğini duyunca iç geçirmelerine.
orda burda yaşar baba tiradı paylaşmalarına.

Can Yücel ve Hz Mevlana paylaşımlarına hiç değinmiyorum bile.

öyle değiller.
öyle böyle değiller.
inanma.

ölürsün inanmazsan.
yaşayamazsın ki.

öl.

inanma.

5 Şubat 2015 Perşembe

özenle dikilmiş, kolalı yakalı önlükler giymiş iyilik perisi küçük hanımlar

vardılar.

anneleri iyi kadınlardı
babaları farklı derecede de olsa maçoydular.

'baban gelince seni söyleyeceğim'
'baban duymasın, çok üzülür'
'arkadaşınla kardeş kardeş oynayın'

gibi cümlelerle büyüdüler.

güneş havada asıl kaldığı sürece sokakta oynarlardı
kimisi evciliğe uygundu, kimisi yakantopa
kimisi her ikisine de.

hatta kimisi varolan oyunlarla yetinmez, kendi oyununu icat etme peşine düşerdi.

iyi öğrenci olmak her şeydi
terbiyeli, kibar, yardımsever, paylaşımcı, çok okuyan, çalışkan, zeki ve akıllı olmak zorundaydılar.

küsülünce akşam olmadan barışmanın bir yolunu bulmayı öğrenmeliydiler.
arkadaş, kardeşti
tüm çocuklar tüm ailelere aitti
'hepsi bizim evladımız'

ülkelerini severlerdi
dürüstlük doğumla gelen bir huymuşçasına içselleştirilmeliydi
kötü biri yoktu, olmamalıydı, olamazdı
yalan söylemek?
dehşet verici bir suçtu, ne kadar ayıptı
onlar...sıra varsa beklerlerdi
bir şey ikram ediliyorsa defalarca ısrar edilmeden ellerini ikrama uzatamazlardı
-ki o zaman bile anne gözlerini açıp, evladının onu mahcup ettiğini belirtirdi-
-ki ev sahibi 'aaa olur mu öyle şey annesi, burası onun da evi, bırak rahat etsin çocuk' diyebilsin-

anne okula giden çocuğa yiyecek verirken 'arkadaşlarınla paylaş' derdi
çocuk bölüşmemeyi zaten bilmezdi.

günler uzundu
sokakta ne kadar oynasan yetmezdi
o dünyanın en lezzetli susuzluğunu bile tatsan,
bir bardak su içmek için asla yeterince vakit olmazdı
eve koşarak gelinir, 'arkandan atlı kovalıyormuşçasına' su içilir, anne diğer çocuklara da su verir... su dökülür saçılır, az sonra koşmaya başladığında anında kurumaya başlayacak her yerin ıslanırdı.

günler öyle uzundu ki
aynı gün içinde
evcilik oynayabilir, 9 kiremitte karşı takımı hacamat edebilir, iki sure ezberleyebilir, bisiklete binebilir, mahallenin en cadı kızıyla küsebilir, 'seni anneme söyliycem', 'söyle, bir de sanayağlı ekmek söyle' diyebilir, sonrasında sağ elin orta parmağıyla işaret parmağını çapraz getirip, arkadaşınla küsebilir, uzun çabalar sonucu barışabilirdin.

bayram günleri yeni kıyafetin ve ayakkabın yatağının başucunu süslerdi.
bu gerçekten olurdu.

istediğin kadar cadı ol, çirkef ol, dişli ol, canavar ol, her halinde bir asalet, bir zarafet ve paçalarından akan bir terbiye olmalıydı.

ve olurdu.

sonra bu cici hanımlar büyüdü.

zor oldu biraz.

tekrar tekrar büyümeleri gerekti.

çünkü dışarıdaki kalabalık (bak artık kaba kaba konuşabiliyorum, kabalık küfretmekten filan farklıdır, kabalık ayrımcılık içerir, insanlara kalabalık dedim) farklı dönemlerde farklı öğretilerle bezenmişti.

karşılaştılar.

tuhaf oldu.



19 Ocak 2015 Pazartesi

-Ahududu şarabını al da gel.
-peki.
.
.
.
Şimdi bak, son zamanlarda çok fazla şey oldu tamam mı?
Hani uzay gittikçe büyüyor ve tüm gökyüzünde uçuşan, gezişen nesneler gittikçe birbirinden uzaklaşıyor ya...hah işte şu an insanlar da öyle.
Kimsenin kimseye tahammülü yok, anladın mı?

Bırak kimsenin-kimseye,tahammülünü,eksik-kalsın...Kimsenin kendine tahammül yok, tamam mı?

Sanki bütün söylenecek sözler bitmiş,
yeni fikir algoritmasının dibini bulmuşuz,
yeni bir mizah,
yeni bir acıklı hikaye kalmamış.

Hepsini, hepsini yiyip tüketmişiz gibi.

Tespit istiyorsan nah sana diyemem. Ukala ukala tespit de yaparım, kariyer de.
Çok fazla film izledik, çok gereksiz bir şekilde dizi yuttuk, tükürdük. Çok kitap okuduk ve çok insan tanıdık.
öyk geldi, böyk geldi. Tamam mı?

46 yıl evvel doğduğumda da memlekette, dünyada sorunlar varmıştır. sonra 70'ler, 80'ler...oyyy beybi, darbeler, ayrışmalar. birbirini kırmalar, geçirmeler. Olmuştur. Oldurulmuştur.

Sonra 90'lar...yükselen değer'ler, in'ler, out'lar... magazinin futbola inmesi, telegoller, magic star'lar show tv'ler, bugün mumla arayacağın düzeyde bir takım başka kanallar. Yenilikler, insanların insan yönünün evlerden içeri foş diye dökülmesi. gece olup ışıklar yandığında sıkı sıkı örtülen perdeleri olan evlerden, evlenen, hamile kalan, doğuran, aldatan, boşanan insanların her ayrıntısını öğrenmeye geçmişizdir. Bunları görmüşüzdür. Görmemiz gerekmiştir. Gördürülmüştür. Gördük.

Sıkıldık.

Yazının sonunu söyledim işte, sıkıldık.
Her tür insani halden bıktık.
Yemek yerken, çay içerken, kitap okurken, şimdilik def-i hacet kısımlarını pek göremiyoruz, bu da başlar, şaşırmam, çünkü insan yenilik ister.

Düzgün anlatamıyorum ya da tam da duruma uygun şekilde (akıl karıştırarak) pek bi güzel düzgün anlattım emin değilim.

Umrumda da değil.

80'ler, 90'lar... Benim heyecanlarım vardı abilerim, ablalarım, anlatabiliyor muyum, fark budur yani.
İletişim Yayınları pek güzel kitaplar çıkarıyordu, ay hangisinden başlasam diye maaşı bunlara yatırıyordum ben, hiç pişman olmuyor, heyecanlanıyordum.

Hiç unutmam Son İmparator çekilmiş, biz izleyelim diye bilmem kaç yıl sonra şehrimize gelmişti (eskiden öyleydi malum-yıllar sonra izlerdik filmleri) e izlemek lazım. Bir filmi izlememek herkesin bindiği treni kaçırmak gibidir, heyecanlanırdım ben yani.

Herkesler heyecanlanırdı, Emek Sineması, Rüya Sineması, Ömür Sineması dolar taşardı. Küççük şehirde olurdu bunlar, şaşmazdık, normaldi.

Sonra VCD-DVD-İnternet derken. Bir milyon dizi, film, tarih dökülüverdi evimizin odalarına.

İzliyorum ben.
Şu anda da, aynı sizler gibi izliyorum.
Ama ne eksik sevgili sanatseverler ne eksik biliyor musunuz?
Aynı anda yapmıyoruz artık bu işleri.

Yani TRT tek kanal, Birdy'i yayınlamış Cem Duna, kellesi gitmiş ama yayınlamış, tek kanal-tekrar yazayım dedim- mecbur herkes seyrediyor. İzlediğin şeyden memnun kal ya da kalma, karşı çık ya da hayranlıktan geber, geri kalan çoğunlukla aynı şeyi izledin ve ---diğerleriyle--- ertesi gün konuşacağın ortak bir meselen vardır artık.

Şimdi ben sık sık kendimce önemsediğim bir film izliyorum, evde yalnızım, sen de izliyorsun bir film, sence önemli...diyelim şanslısın, çok etkiledi seni film, aynı filmi aynı gece izleyip etkilenen birini bulma olasılığın nedir?

Ortak mevzu sıfır, paylaşım sıfır. kaybet/kaybet durumu yani.

Mevzular karıştı gibi ama hiç bir şey karışmış değil aslında.

1- Çok fazla hikaye izledi,okudu,düşündü beyinlerimiz. Ve hangisi gerçekti, hangisi kurguydu hatırlayamıyor.
2-Ve hadi bu tanıklığı yaptık, tanıklığımızı paylaşacağımız, heyecanımızı, sorularımızı, mutluluk ya da endişemizi paylaşacak ruhdaşlarla aynı zamanı kıstırmak mümkünsüz.

İzlediğin şey seni hiç gereği yokken düşündürdü, soru sordurdu, paylaşmalı ve ikinci bir bakış, dil, doku karşılaştırması yapmak istiyorsun, ama o ikinci göz yok. Patladı mı elinde onca kurgu duygu?


Patladı.

Yorulduk.

Şimdik efenim, sıkıldık, yorulduk, mağaramıza kaçmak ve orda kimseyi görmeden, kimseye görünmeden yaşamak istiyoruz ve fakat mağaramız genellikle çok orta yerde.

Ay, neyse, buraya giremeyeceğim gece vakti.

Burası tam da "İlişkimizi gözden geçirelim Nuri" bölümü olabilir.
.

Bir de çok fazla hızlı değşiyor her şey. Kısacık ömrümde tanık olduğum moda, güzellik anlayışlarının onlarca olmasını geçtim, Esad mevzusu bile başlı başına sağlıklı bir insanı çıldırtmaya yeter. Yahu biz bu adamı sevmeyen taraftaydık çok yakın zamana dek, ne oldu da savunacak tarafa konuşlandık? (Örnektir kendisi, asla siyasi bir argüman olarak söylemedim, o kısmıyla hiç uğraşamam şu anda, kendi derdimle uğraşıyorum. derdim:çok sıkılmak) Provokasyonlar, üzerimizde denenen onlarsa psikolojik savaş taktiği, türlü çeşit kışkırtma, gerginlik hali ve sonuç; ne öfkemiz öfke, ne sevgimiz sevgi.

Acil olarak Can Kozanoğlu'nun devreye girmesi lazım. :) Bize ne yapıyorlar, yaptılar ve içinde bulunduğumuz durumun alarm düzeyi nedir? sarı, kırmızı, ebruli?

Şaka etmiyorum, bugün şehre kaçan domuz yavrusunu taşlamışlar, hangi gerçeklikte böyle bir şey mümkün ki?

Sonuç, birbirimii özleyene dek bir süre görüşmesek ne olur, merak etmiyor değilim.

Mersi.
















14 Ocak 2015 Çarşamba

***

hayata dönmeye bilinçli bir şekilde karar verdiğimden beri
kendimi hayata ve dünyaya hiç bu kadar uzak hissetmemiştim.