23 Eylül 2010 Perşembe

günlük

eski eşyaları karıştırırken buldum onları. Yıpranmış, üzeri pek çok türlü kalemle yazılmış kağıtlar. Bir dolu mektup, teksir kağıdı ya da defterden koparılmış yapraklar. Bir fotoğraf. Kartpostallar. Mektupların bir kısmı bana yazılmış, bir kısmını da ben yazmışım ama yollamamışım. Şimdi elimde günlük olarak kalmışlar. Ama ya yollasaydım ne olurdu sorusu da az düşündürtmüyor değil hani...

Okulu yani Üniversiteyi bırakıp gelince ne çok üzülmüşüm. Biliyordum bunu da... o genç kızın kelimelerini bugünkü aklımla okuyunca daha bir etkilenim. Kendime üzüldüm. ki hiç sevmem bunu. Kendi saçlarımı sevesim geldi.
Dert yanmışım çok sevdiğim insanlara, onlar da bana akıllar vermişler, moraller vermişler. falan filan.

Ergen olmak ne zor bir de onu anladım. Bulabildiğimiz her kağıt parçasına tesbitler yapmışım, şimdi okuyunca ne olduğunu anlayamadığım. Sadece ben de değil. Şimdi adını bile hatırlamakta zorlandığım bir dolu arkadaşın tesbitleri de mevcut. Bir nev'i kişisel tarih müzesi belgesi gibi duruyorlar.

İyi de şu anda yaptığım şey de farklı değil. O zamanlar olmayan bir şeye, ekrana yazıyorum sadece, fark bu. Ve eşya yerleştirirken bulunamayacak bu satırlar, bir yerlerin bir yerlerinde dijital kayıtlar olarak kalacaklar.

Kendimi çok yormamaya karar verdim. Hem fiziken hem ruhen haddimi aşmış durumdayım çünkü.
Bu konuyu da öylesine düşünüp geçiştireceğim.
Ama hoşuma gitti. Eski benle karşılaşmak. Onu anlamak ve sevmek.
İnsanlara fazlasıyla bağlandığımı gördüm. Hayatı çok ciddiye aldığımı. Gerçekten geri dönebilsem bunları yapmazdım.

Ha bir de eski katpostallar. Ne şirin çizimleri varmış. İçimi sevinçle doldurdular.

Truman

yavrucağzım sana akıl veren ne çok insan oldu. ne çok akıl verdiler. ne çok akıl dinledin. ama kimse...kimse. git kendin ne istiyorsan onu yap demedi. kimse.
sen ne istiyorsun?
soru bu.
cevabı sendeydi.
ama'lardan eğer'lerden bıktın.

zihninin önüne geçen perdeyi kenara çek.
sanki salkım saçak oradan oraya savrulan ve gözlerini kalbini engelleyen o düşünceler, korku ve endişelerden.

odaklan bakalım. kendine değil. sen oradasın zaten. kendinden dışarıya ver dikkatini.

bütün o kabullenmişlikler. hatta terbiye. hatta incelik. hatta sana öğretilmiş herşey. senin önüne kim koydu o engelleri. harcını sen dökmedin mi?

temizlen ey dünyam. yeniden keşfet. yeniden öğren.
çekilin bir Truman uyanıyor.
rastgele.:)

21 Eylül 2010 Salı

deniz ve ben

dün denizin üstündeydim.
bunun beni hala şaşırtıyor olmasına çok şaşırıyorum.:)

denize alışık biriyim.
hemen dibinde sahili olan bir şehirde temelli yaşamamış olsam da
yazlarım Marmara'da değişik koylarda geçti çocukluğum boyunca.

yine de denize bakınca ne çok su diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
ne çok su, nasıl bu kadar çok olabilir?

okyanus görmek neyse ki benim için uzak ihtimal. beynim algılama çabasından kaynayabilirdi.
:)

makineleri de anlayamıyorum.
değil uçak, gemi
Tv bile beni dumura uğratıyor.
nasıl çalışıyorsun sen diye sormak geliyor içimden.
madem sesi var, beni cevaplayabilir diye düşünüyorum.

işbu durumda
hem denizin üstünde
hem de bir vapurda olmak
beni büyülüyor.

çocuk gibi ayaklarımı pervaza uzatıyorum.
yanımdakinin omzuna büzülüyorum.
çok sevimli oluyorum.
(sanırım. bu kısmı sanırım yani. sevimlilik kısmı.)
etrafa öylece bakıyorum.
İzmirin yüksek ve geniş cepheli binaları.
tepeleri.
Konaktaki Türk Bayrağı.
canım canım.
martılara gülüyorum.
yanımdakiyle konuşuyorum.
şaşırıyorum.

ne çok su.
hakikaten.
:)

16 Eylül 2010 Perşembe

bak bir gün

Tenis Cafe'yi bilir misiniz?

Ege Üniversitesi'nin içerisindedir.
Çok yeşil, çok ağaç ve de küçük ve doğala yakın bir havuzu vardır. Şırıl şırıl su akar, bir ara minik bir kaplumbağa bile görmüştüm içinde.

Üniversitenin her yerinde içebileceğiniz kağıt bardaklara inat..Ajda Pekkan bardağı diye tabir edilen (niyeyse) normalden yüksek ve ince belli cam bardaklarla, taze çay içebilirsiniz orada.

Cheeseburgerini severim ben. Baskın bir tadı olmamasına rağmen...temiz, doyurucu ve güzel görünüşlüdür.

Sabah ilk iş kan verdikten sonra ya da muayene ertesi sonuç beklerken biz de oradayızdır.
Hastaneden kaçış noktası.
Eğer oraya huzurla ve mutlulukla ulaştıysak...dünyada en sevdiğim Cafe olur birden.
Gözüme masalsı görünür.
Yok endişe varsa yine...
Çok neşeli olurum, ağzım konuşur ve güler, gözlerim ağlar.

Self servistir. Kendi işini kendin görürsün.
Sanırım benim gözlüğümden dolayı...elemanlar bana da hep Hocam diye hitap eder.

Dün oradaydık yine.
Muayene sonrası, kaçış anı.
Mhv geldi.
Sevgili kardeşim ve arkadaşım...
Tatlı delim, güzel yüreklim, enerji bombam.

Kendine has giyim tarzıyla karşıda göründüğünde, o beni henüz görmeden, ona baktım birkaç saniye.
Ne şekersin diye içimden geçirdim.
Biliyorum beni gördüğü an, çocuklar gibi koşarak bana gelecek ve tattlımmm diyecek en çocuk sesiyle.


Ben, Umut, O...
neler konuşulacak...
Yıldız Savaşlarından Ulyses'e freestyle muhabbet.
Gülmece, sözcükler, bir dolu detay.

Sonra...
gördük birbirimizi koşarak sarılıştık.

Cafe'nin bu kısmına gelmemiştim daha önce dedi..güzelmiş dedi.
E, bahçe büyük, benim de gidip oturmadığım bir dolu yeri var, normal.

Kafam 15 bin yerde. Otururken, göğüse koştum, onkolojiye koştum geçen seferden kalan yatak üsretini yatırdım.
Reçete aklıma geldi.
Mhv'e sordum, Kardeşimi aradım: Biz bu ilacı nasıl alacağız diye.

(teknik sorunlar, boşverin)

Yine otururken birlikte...
kalktım eczanemize gittim, nasıl nasıl diye.
Rapor dediler.
Ahmet rapora koştu ben dönüşte, bekleyen dostları aradım.
neler konuştum bilmem.

Sonra kardeşin kız arkadaşı ki şu birlikte değiller, O aradı.
Onunla randevulaştım.

Hastanede geçen sefer Tv'mizi ve viledamızı bıraktık, onları eve nasıl götürsek dedim. onu düşündüm.
Sonra Umut ben sinemaya gidicem dedi. Kanlarımız düşük diyemedim, çünkü dün doğumgünüydü, tamam dedim.
Ülen bir de eve dönüş var. Kaçta döneceğiz, nasıl buluşacağız.
O ara Mhv gitti, Mügem geldi.

Onunla bizim hastanenin önünde buluştum, birazdan aşı var.
Ve bizim hemşirelerimizin yapmadığı aşı sanki yapılamamış gibi geliyor bana. öyle bir tuhaflık.

Kamile Abla aşıyı yaparken ben Mügeyle konuştum.
Sonra gittim Kamile Ablama sarıldım, elini öptüm.

Başa koymalı el öpüş değil. Saygıdan çok sevgi dolu, direkt el öpüş şeklinde.

Hep beraber Forum Bornova...yürüme mesafesinde.
Tv Ahmette, vileda Mügede...
Müge güzeldir...
bir ara güldüm kız çok komik görünüyorsun elinde viledayla sanki bütün hastaneyei temizleyip çıkmışsın gibi dedim.
Gülüştük.
Vileda mühimdir.:)

çay kahve faslı, kazık fiyatlar, filan.
Eve döndük.
Benim çıkmam lazım Mhv'le ikinci buluşmayı Karşıyakada gerçekleştireceğiz, ortak bir arkadaşa gideceğiz.

Ülen...
Bir baktım.
yani doğrusu kendimi bir dinledim.

Parmağım kımıladamıyo.
Değil yürümek oturmaya mecalim yok.


Gelemeyeceğim tatlım dedim.
Sürünerek kardeşin evine giriştim.
Çok az ama...hiç işe yaramayacak kadar.
Sonra akşam altı otobüsünde...
yanımda bir genç kız oturuyordu.
Benimle hiç iletişim kurmaya niyeti yoktu.
Benim de yoktu ama insan en azından gülümser...
ı ıh.
iyi peki uyuyarak gelmişim.

İnerken kıza azıcık sinirle baktım, bu kadar da mı soğuk olunur diye...:)

Sonra Ahmet anlattı. Kızın kucağına kıvrılıp uyumuşum yol boyu.
Yazık, sesini çıkarmamış..hatta bir ara gözlüğümü düzeltmiş.

Çok güldüm.:)))
sağolsun...:)))

14 Eylül 2010 Salı

bir sorum var çocuklar

kadınlar bu kadar toparlayıcı, sorun çözücü, tabağa yemek doldurucu ve cevval olmasalardı acaba bazı erkek kısmının kendi benliğini bulması daha mı mümkün olurdu?

11 Eylül 2010 Cumartesi

yeni

ümitler çiçekler gibi açıyor. mis kokuyor, sakincecik duruyorlar. deniz var, dalgasız ve pırıltılı. kuşlar uçuyor, cıvıldıyor. ben neşe istiyorum. gerçek neşe. :)

4 Eylül 2010 Cumartesi

Valla

ben bunaldım azıcık. ne yapsam? salak bir sırıtışla mı dolaşayım yine etrafta? ne olsaa...amaaannn efendim, mühim değil mi diyeyim? ne yapayım? burda görevli bir de psikolog var. çok şeker, onu vursam iyi gelir mi? çok gürültülü bir konserin açılış şarkısındaki kadar çok ses çıkarasım var.

sonracığıma...
aklını siyasete..
ideolojilere...
ya da daha fenası
kendi aklından daha büyük akla sahip olduğunu düşündüğü insanlara kul olmuş insanlara gıcığım.
ve bu gıcık olma durumum şu andaki en küçük sorunum.

yani sık sık bana ne beee...de diyebiliyorum.
ama bana çok komik geliyorlar.
onu da söylemem lazım.

bir kadın ahbap demişti ki bana...siz kendinizi akıllı sanıyorsunuz, halbuki ben 2 ile 2'yi bile toplamam...yanımda kim varsa cevabı ona soruveririm diye.

şaşırakaldıydım.
beğendim, iğrendim, hayran oldum. hepsi birden.
"tüh zavallı, süperzeka"
demek geldiydi içimden.

çünkü harbiden kendini yormamak ve hayatını kuştüyü minderde geçirmek için ideal yol.
ama bir yandan kullanılmamış 0 beyinle yerine iade edilecek olmak da var.

amannn...bana neee...
deyip yine de sinirleniyorum.

birinden alınan icazetle yaşamak zor bişey olmalı.
bunun tadını bilmek istemiyorum.
doğaçlama iyidir.
olmadık yerde aykırı bir espri yaparsın misal- en basitinden- olaylar gelişir.
macera olur.
bülbül gibi papağan gibi koyun gibi...yürü denilince yürümek... o böyle düşünüyor, mecbursun sen de kendi düşünceni tıkıştır, sıkıştır, kes biç, eğ, dik...o düşünceye uydur denmesi onur kırıcı olmalı.

abi yaa...kendi kafanızda bir reset yapsanız ya.

bu hayat çok zor.
senin öğrendiğin sana, benimki bana.
faydam olacaksa paylaşmaya hazırım.
seninkini dinlemeye hazırım.
canım isterse elbet.
keyfimin kahyası çoğu zaman benim. istemeyebilirim de yani.

böyle olsun hep.
alanının dışına taşma.
ben senin alanına basmamaya azami özen gösteriyorum çünkü.

bak işte, takmıyorum dedim...meğer fazlaca takıyormuşum bu konuyu kafama.
anlattım bitti.

gideyim de çay içeyim bari.