30 Aralık 2011 Cuma

istiyorum

müjdeler yaşamak istiyorum.
kafamdaki soru işaretleri yokolsun,
hayatta b ne yapmak istediğime karar vereyim ve gerçekleştireyim istiyorum.
Dünyayı dolaşmak istiyorum.
ne kadarı olursa.
iyi bir iş istiyorum.
eğleneyim, faydalı olayım ve vakit nasıl geçti anlamayayım istiyorum. seyahatler olsun, tarihi yapılara el süreyim, ağaçlara gülücükle bakayım istiyorum.
yeni insanlar olsun hayatımda.
bana neşenin kapılarını açsınlar, bilmediğim güzellikler öğreneyim istiyorum.
kendim olayım istiyorum.
kendim olayım istiyorum.
kendim olayım istiyorum.
bana iki cihanda yetecek güzelliklere adım atmak istiyorum.
insan kardeşlerime el uzatmış ve o elin dostlukla kavrandığını görmek istiyorum.
bütün insanlık ve kendim için akıl fikir vicdan ve merhamet istiyorum.
korkunun yokolmasını istiyorum.
bizi korkutan herşeyin yokolmasını istiyorum.
farklı bir bakış açısı istiyorum.
en çok da bunu istiyorum.
hayatıma kendiyle savaşını bitirmiş, kendini yenmiş, akıllı, bilgili ve muzip insanların katılmasını istiyorum.
tüm sevdiklerime iyilikler diliyorum.
maceraya devam.:)

27 Aralık 2011 Salı

masanın üzerine yumuşacık vuran günışığı

dün buz gibi bir hava vardı, bugünse bahar gibi güneşliydi ortalık.

bir arkadaşımla çıktım. önce onun sevdiği cafe'de oturduk bir müddet. yanımızdan geçen trafiğe kapalı yolda çalışma vardı, ürültüdayanılmaz olunca benim sevdiğim cafe'ye geçtik.

biraz kırgınlığımız vardı, kendi aramızda bir şey, öyle sürüncemede kalmıştı. aslında nadasa bırakmıştık. iyi oldu, zaman içinde hallolmuş, kendiliğinden, konuşmaya gerek kalmadan unuttuk gitti.

benim cafe'm önünden geçen yolu ferah ferah görüyor. bir de tatlı güneş vurmuştu, fonda Mazhar Alanson vardı ve biz aslında üzücü bir şeyler konuşuyor ama gülüyorduk.
dur kızım bir hele dedim.

şu anı kutsayalım.

güneş var,biz varız
konuşuyoruz
hava güzel, önümüzde içeceklerimiz.

kendimizce o ana saygı duruşunda bulunduk.

aslında diyeceğim başka bir şey..

yaşı benden oldukça küçük ama beni hep hayrete düşüren bir kuzenim var.
ona blog yazılarımdan bahsettim.
bana
"yazma ablacım" dedi.

ne doğru dedi.
tatlı tatlı anlattı.
zaman zaman yaşadıklarımı sizinle paylaştım.
oysa bunlar sizin sınavınız değildi. öyleyse bile benim yaşadığım şeyin hep içinde oldunuz ve ben sizi hep yanımda gördüm. ipekten ellerinizle hep yüzümüzü okşadınız.

ben sizden ziyadesiyle memnunum.
inanın elimden geldiğince az şey paylaşmaya çalıştım.
ama yine de aşırılıklarım olmuştur.

oysa insan güzel duyguları paylaşmada çok daha az heyecan duyuyor.
yok ama bu da bana haksızlık olur.:))
ben paylaşmayı severim, iyiyi de kötüyü de.

söylemek istediğim..
artık iyi şeyler paylaşmak istiyorum.
bu sayfadan ayrılırken içinizde bir gülümseme kalsın istiyorum.

ve çayımdan bir yudum aldım..soğumuş.:)

24 Aralık 2011 Cumartesi

hadi şaşırmaca oynayalım

bu
mucizevi
dünyada
günlük akıştan dolayı
farketmediğimiz
bi milyon tane şey var.
belki
daha fazla.;)

bir numara:
dünya dönüyor.
hem de fırıl fırıl.
çok çalışkan.
hem güneşin çevresinde, hem kendi çevresinde hem de samanyolunun çevresinde.

iki numara:
samanyolu diye bir şey var ve gerçek.
ve çok büyük.


üç numara:
yağmur diye bir şey var. pamuk pamuk bulutlardan dökülüyor ve aslında kendisi bildiğin su.

dört numara:
deniz diye bir şey var. suyu tuzlu, deniz çok fazla su demek, acayip fazla.

beş numara:
kuş diye bir şey var ve üstelik çok fazla çeşidi var, rengarenkleri filan var.
bu hayvancıklar uçabiliyor. kendi başlarına, yardım almadan.

altı numara:
örümcekler var.
dantel gibiler ve dantel gibi yuvalar örüyorlar.
ipini de kendileri imal ediyorlar üstelik. minnacık bedenlerinden ip yapıp, dantel gibi yuva kuruyorlar. olacak iş değil. onları seviyorum.

yedi numara:
ben varım. şu an önümde bilgisayarım var, sevdiğim çok çok insanlar var. simit ve krem peynir yedim az evvel. ve gülümsemek diye bir şey de var.:)

23 Aralık 2011 Cuma

***

Yürümeyi hiç sevmezdim. tek başıma çıkıp dolaşmayı, vitrinlere bakmayı..vitrine bakmak nedir zaten, hiç hoşlanmazdım.:)
ilk KİT deneyimizimden sonra ilk kez dışarı çıktığımız anı hatırlıyorum..29 gün kapalı kalmıştık anne oğul. aynı odada. hiç dışarı çıkmadan.
içeriye sadece her gün değişen hemşiremiz ve doktorumuz girebiliyordu. onlar da özel giysilerle, maske, bere eşliğinde.
o nakil bizim için eğlenceli geçti sayılır. yani nakil kavramına baktığımızda diyorum.
Umutun genel sağlık durumu çok iyiydi, üstelik Halit içeriden 25 yada 26 günde çıkmıştı. kendimize bu rakamı barem belirledik..hadi bakalım Bismillah deyip girdik içeri.
:)
çok film izledik birlikte.
o guitar hero oynadı bol bol.
bu konuda da nasıl iyiydi be..:))melodiler hala kulağımda.

ben yanıma pembiş renklerden ebruli bir ip almıştım. örgü umrumda değildi, bir şeyle oyalanmak istiyordum. renkli boyama kalemlerim ve resim defterim bile vardı ama hiç çizmedim.
her sabah uyanınca camdan bakardım..cam açılamaz, zaten açmak mümkün değildir. aşağıya hastane önünde bekleyenleri izlerdim. çok kez yürüdüğüm o yola bakardım, uzaklara forum bornova'ya bakardım. ışıklara elimi uzatıp tutardım, yine birlikte neşeyle orada olabilecek miyiz?
sigara içmeyi çok özledim yalan yok ama dayandım. zaten içemezsin. bir yağmurlu kış gecesi servisteki anneler toplanmış benim şerefime sigara içmeye karar vermişler. telefon ettiler, cama çık dediler. yağmur altında içtiler o sigarayı, ben sevinçle ağladım. çok güzeldi.

belki okuyunca orada koca bir gün nasıl geçer diyebilirsiniz. çocuğun ve sizin sağlığı ve diğer çocukların sağlığı iyiyse neşeyle bile geçebilir. hem de hızla geçer.
çok iş vardır. sürekli temizlenecek, yıkanacak bir şeyler çıkar, buna rağmen günde iki Türk kahvesi, sayısız capuccino, çay içmeye vakit vardır.
çok huzurluyduk ilk nakilde.
Keçilere Bakan Adamlar filmini izleyişimizi hatırlıyorum, o kadar gülmüştük ki, ışığı kapatıp ağzımızı ellerimizle kapamıştık.:)))çok sevmiştik filmi.:) bizim için çekildiğine inandık.

sonra 29. gün..Önce çocuk dışarı çıkar..ki anne kalıp eşyaları dışarı çıkarabilsin.:)
Umutumu avazı çıktığı kadar ağlayan baba ve dayıya teslim ettim kapıda, hemşirelerimiz de onlarla birlikte ağlarken ben sadece şükürle aşağıda olmayı hayal edebiliyordum.
eşyaları çıkardım, içeridekilerle vedalaştım, ailemle sarıldım ve tek başıma aşağı indim.
Böyle anlarda başka insanlar silinir hafızadan, an an kaydedilmiş bilgiler kalır sadece.
Nakile girdiğim andan itibaren cebimde duran sigara pakedini çıkardım.
elimde tuttum.
dışarı baktım.
havaya, herşeye.
sigara çıkardım bir tane, onu inceledim.
29gündür içmiyordum.
temizdim.
yanaklarıma kan gelmişti.
ağzımın tadı yerine gelmişti.
yavaşça dudağıma ötürdüm sigarayı, yaktım.
iğrençti.

çok güzeldi.
dışarıdaydım.

o günden beri yürümek benim için bir keyif.
yürürken sanki ben bir gemiyim, yavaş yavaş, arkamda bembeyaz köpükler bırakarak yürüyorum.
yanımdan geçen her şeyi selamlıyorum. onlar farketmeseler de.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Umut aşkım

gönlümün heryerinden, vücudumun tüm güzel azalarından aynı haykırış çıkıyor yine:
Umuuuuuuuttttt...
neşeyle, özlemle sesleniyor her yanım.

Valla çok özledim.
bunu söylemenin günah olduğunu söylüyorlar bazen, ben öyle olduğunu düşünmüyorum.
Allahın bir anneye verdiği o en güzel hediyeyi özlemek nasıl günah olabilir?
:)

çok arıyorum. evet.
öptüğümdeki tadını, kokladığımda burnuma Bayram ettiren kokusunu, neşesini, öfkesini, bakış açısını..çok özlüyorum.

benimle dalaşmasını, beni yenmesini, beni sevmesini çok özlüyorum.

bu kadar.:)

19 Aralık 2011 Pazartesi

o ve ben

"önce kendinle barışman lazım" dedi diğer kadın.
çok akıllıydı, neler olup bittiğini görebiliyordu, sakindi ve ciddiydi.

bense bunların hepsine çok uzaktım.

aklımdan " ama bu ne demek" sorusu geçti.
keşke insanlar akıllarından geçen ilk cümleyi söyleseler karşılarındakine.
o zaman iletişim ne kolay olurdu.

tahteravallide gibiydik ikimiz
birimiz yukarı
birimiz aşağı

aynı düzlemde buluşamıyorduk.


buluşsak anlayacaktık belki birbirimizi anlayamayacağımızı.

"kendinle barışmak ne demek ve nasıl yapılır?" dedim aniden.
sesim süslenmedik net konuşmalara yabancı olduğumu ele veriyordu.
"nasıl yapılır? orada durmuş sallayıp duruyorsun, akıl veriyorsun..da..bıktım bu flu laflardan" dedim.

güldü.
ay, ne sinir bozucu.

insanı öldürecek kadar sakindi.
her şeyi biliyordu
ve onu bu nedenle oracıkta boğabilirdim.

içimdeki öfke, isyan çizgi filmlerdeki bulutlu şimşek ve atraksiyon görüntüleri gibi yükseldi ağzıma doğru.

"çok aptalsın" dedim.
"çok aptalsın, daha da üzücü olan yanı kendini akıllı sanıyor olman" dedim.
gülümseme sırası bendeydi.

"ne ki?" dedi.."öyle olsam ne yazar?" "zor durumda olan sensin" dedi.
hayır, bir de terbiyesizmiş. bunu anladım.

olay gittikçe neşeli bir hal alıyordu.
"haaa" dedim.."şöyle yola gel" "bak bu halin daha gerçek."


"gerçek nedir ki?" dedi.."bi milyon tane gerçek var etrafında. gerizekalı, görmüyor musun?"

ikimiz de üzüldük.
birazcık sustuk.

neden buradaydık?
ne yapıyorduk?
şimdiye dek ne yapmıştık?
elimizde kalan neydi?
hiç başarımız var mıydı?
somut bir şey.

yoktu.

ikimizin de elleri bomboştu.
yine neşelendik.
mağlubiyetin verdiği neşe duygusu hiç bir şeyde yoktur.

belki yine konuşuruz diye düşündük ve aynı bedene belkilerle geri döndük.

18 Aralık 2011 Pazar

bence çok önemli, sizce de öyle olabilir mi rica etsem




ismi berbat olmuş, kabul. ama bu filmi izlemelisiniz.

ben hastane ve kanser deneyiminden sonra en çok Türk köylüsünü merak etmiştim.
Ufacık çocukların bu kadar acı çektiğini bilseler acaba kullandıkları hormona, suni gübreye, zirai ilaca el sürerler mi diye düşünmüştüm.

benim açımdan çok önemli soruydu. Anadolu'yu, kültürünü, doğasını, hayatla mücadele şeklini hep çok sevdim çünkü.
samimiyetle sevdim.

yaklaşık 10 yıl bir zirai Birlik'te çalıştım..sene sanırım 87-88 idi..çiftçiye ayçiçeği ekmesi için destek veren, sonra da üretilen ayçiçeği satın alıp onu çiçekyağına dönüştüren bir kurumdu. Çok kutsal bir işyeridir, tüm Birlik'ler gibi..azıcık kesintiler ve ödemelerle çiftçi desteklenir tüketici de sağlıklı şeyler yer..
her neyse..o yıllara dek üretilen ayçiçeğinden bir miktarı tohumluk olarak ayrılır ve tekrar üretime sokulurdu.

sonra o tuhaf çuvallar geldi.

normal tohumluk ayçiçeğini çıtır çıtır yersiniz. bu yeni gelen çuvallar üzerinde sakın yemeyin uyarılarıyla doluydu.
biri patlamış..o zamn gördük..hani bahar aylarında at sinekleri peyda olur, deve kadardırlar ve fosforlu yeşil renkleri vardır..
işte o çuvaldan aynı o görünümde çekirdekler döküldü.
hatta muhasebecimiz dayanamayıp bir tane yedi.
ama çok korktu.

bu hibrit tohumlar dostlarım o yıllardan beri her üründe kullanılıyor.
çuvaldan düşeni yerseniz zehirlenyorsunuz ama onları toprağa ekip "verimli" ürün alıyorsunuz.

hepimiz zır cahildik bu konuda, hala da öyleyiz.

Nolur görev bilinciyle olsun şu filmi izleyin..
çok neşeli anlatılıyor halkın paraya bakış açısı.
ve inanın..o çiftçi hastanelerde neler olup bittiğini yeni anlamaya başlıyor ama bireysel olarak yapabileceği hiç bir şey yok.
bu ancak tarım politikasıyla sağlanabilecek, değiştirilebilecek bir şey.

Çok Muğla'lı çocuk tanıdım hastanede..
hep merak ettim o cennet toprakta hastalıklar çocukları nasıl buluyor diye.

Filmde bundan bahsedilmiyor gibi..ama aslında tamamen arka planı anlatılıyor olayın.

Söz, izlerken çok eğleneceksiniz..
neşeyle düşünecek, kızacak, üzülecek,belki şaşıracaksınız.

ama çok seveceksiniz.

Benim içinde bulunduğum kuşak meyvelerini vermeye başladı, gerçekten mutlu oldum.

Bir kez daha söylememe izin verin..

"o" hastalıkların çocuklara ettiklerini anlatmanın imkanı yok.
nolur çabalayalım, biz bari dahil olmayalım bu suça.


16 Aralık 2011 Cuma

*

mutluluk öyle uzak bir adanın gülü ki artık, umursamıyorum.
azıcık huzur yeter.

o da ne zaten
bildik bir yatak, üzerine içaçan renklerden bir pike atılmış. önümde bilgisayar..belki kağıt kalem..yetecek kadar sigara, kültablası..camdan vuran yumuşak güneş, uygun ışık, belki yağmur sesi..

kimseyi de istemiyorum.
kafam ses, farklı dünyadan gelen bir ses de istemiyor.

ne neşem uyuyor başka insanlarınkine
ne derin acım.

böyle ölüp gidebilirim.
böyle yaşayıp gidebilirim.
ikisi aynı şey.
bunu anlatamıyorum ve anlatmıyorum da.
kimseye bir şey anlatma zorunluluğum kalmadı.

çoğu zaman gözümde bir damla yaş oluyor. akıp gidiveriyor. şaşırıyorum da bunu belli edemeyecek kadar bıkkınım.
umursamıyorum.

her şey eksik.
ne kahkaha tamam ne gözyaşı ne korku ne endişe
hepsi yarım
kişisi yok gibi.

çok boktan be.

10 Aralık 2011 Cumartesi

özet

ilkokulda 'taşıt'ları öğretirler ya..kara taşıtları, deniz, hava taşıtları..havadakiler hariç hepsini kullanmış olarak geri döndüm.:)))

ayh yoruldum.

bir daha bu küçük şehrin olmayan trafiğine laf etmeyeceğim.
söz.

metro + metro+ minibüs+ otobüs+ metro zinciriyle sevdiklerime ulaştım bir bir.

henüz hedefine ulaşmamış adımlar attım.
bu kadarı bile heyecan vericiydi.
Umarım adımlarımın hepsi tamamına erer.


çok tuhaf duygular yaşadım.
her zamanki gibi uçlarda.

yeni bir şey keşfettim:
birbirini çok seven aileler kadar ruh hastası yaratmaya meyilli bir durum yok dünyada.:)))
bunu keşfettiğimde çok daha düzgün ifade edebilmiştim, şimdi aynısını şeyettiremiyorum, pardon..üstteki cümleyi bir iki kere okumanız gerekebilir yani.:)


blog arkadaşlığı çok kıymetli bir mücevher,yaşayalım, yaşatalım..bir de bunu öğrendim..

Laleciğimle, ataletimle ve Ş'cığımla harika bir akşam geçirdim.
biz dört kadın çocuklar gibi şendik o gece.

huzur buldum.

deniz geçtim, martılara ekmek verdim, içtim, ağladım, korktum, küfrettim, güldüm.

beni görünce bynuma atlayıp sevinen çocuklar oldu, mutluluktan havalara uçtum.
Onlar da geri kalmadılar, koltuğun kenarına çıkıp çıkıp defalarca üstüme atladılar, nedense beni yaşıtları sanıyorlar.:)))

Puzzle yaptım..az bişey ama yaptım..

oğlumu özledim.

Çok özledim.

sonra yine ağladım, küfrettim,güldüm ve sevindim bazı şeylere..

Gece vakti döndüm.

Sonuç:
İyi ki gitmişim..