30 Kasım 2012 Cuma

:)

bu defterin son sayfasını gülümseyerek kapatıyorum.
yazdığım her ne varsa ben gibiydi.
bir gün tekrar bu sayfalara baktığımda, neler hissedeceğim bilmiyorum.
ve bu dünyada beni en çok heyecanlandıran şey bu:
bilinmezlik.

hayat serüveninde hepimize mutluluk, şans ve aşk diliyorum.

"elveda ve
tüm o güzel balıklar için teşekkürler."

29 Kasım 2012 Perşembe

Ferda'ya

bize hep iyi olmamız tavsiye edildi.
öylesine muğlak bir kavramdı ki bu..nerede durup, nereye kadar devam edeceğimizi anlamakta hep zorlandık.
ölçülü, tutarlı, hep öğrenmeye aç olmalıydık.
sorumluluk duygusu diye bir şey bellemişler, kafamızı kıran bir nezaketle bize de öğrettiler.

boşvermek yasaktı.
görmezden gelmek ayıp,
insanları ciddiye almamak cinayetti.

oysa be gülüm...
ne onlar anladı ne de şu yaşımıza dek biz anlayabildik

bize en kuvvetli silahı vermişler, kalkıp her gün kendimizi defalarca vuralım diye.

bak, kendi gerçekliğimi söyleyeyim sana:
ortada ciddiye alınacak çok az insan var.
kalplerimizin içindeki adil öfkeyi, sevgiyi, ilgiyi hakeden...
birlikte büyümenin tadına varacak
samimiyetle birbirinin sırtını sıvazlayacak.

gülüm.
dostum.
inan ki çoğu değmezdi.

seninle iki küçük çocukken birbirimize sarılır, Ankara sokaklarında "önümüze gelene bir tekmeee" diye neşeyle bağırarak yürürdük.
unutmazsın bilirim.
sen benden de fazlasını hatırlarsın hep.

şimdi şu yaşımızda, her gece, birbirimizi kanatırcasına yaptığımız konuşmalar.
elimizde bu kaldı.

hayır, az şey değil.

bu dünyada hala temiz sevgi var, bana bunu ispatlıyor, sana da..

onca kitap okuduk, sen kütüphaneler devirdin.
merak ettik, araştırdık, heyecanlandık, sevdik, gittik, geldik.
ölümler yaşadık.
ayrılıklar ve kayıplar.
canımız çok yandı.


hani sen o gece yarım saatliğine geldin ya ta Ankara'dan.
sen benim için O'sun işte.
yalansız, dolansız, yanında olmalıyım diyerek sadece yarım saat bana sarılabilmek ve avutabilmek için beni, 8 saat yol tepen dost.

Kızım sanırım...bu dünyada kazandığımız bir şeyler varsa benim için sen, senin için benim.

301'i hatırla.:)
çokomilkleri, 1000 Tl'yi bir hafta bölüşmemizi, Gül'ün muz dolu sandığını, mor ayakkabılarını, benim maviş çiçekli nevresimlerimi, kırkikindi yağmurlarını hatırla.

Dünya ne büyüktü.
Biz ne kadar da küçücüktük.
Her şey nasıl heyecan vericiydi, çilek kokuyordu bana sorarsan.

Gülüm sana çok üzülüyorum.
Gülüm kendime çok üzülüyorum.

Bizi kandırdılar çünkü.

Bana inan:
ciddiye alınacak insan sayısı çok az.

Manş'ı yüzerek geçen o adama duyulan hayranlık çocukçaydı, bırakalım orada kalsın.

yine de her şeye rağmen
hayata olan aşkıyla deli gibi bağırarak sokaklarda oynayan o kızı özleyeceğim.
Kaldırım kenarına oturup o oyun delisi çocuğu kocaman açılmış gözlerle izleyen seni de özleyeceğim.
ama bırakalım orada kalsınlar.
Güvenli, mutlu, geleceğe inandıkları yaşlarda kalsınlar.

Bu dünya o dünya değil yavrucağım.





28 Kasım 2012 Çarşamba

normmmm!

Kahve yapıp gelicem, bekle beni anacum. :)
evvet, ortam yazı yazmaya müsait. Kahvem hemen önümde, sigaramı da yakayım, oldu, tamamdır. Masam yeterince dağınık, zihnime eşlik ediyor. (seviyorum bu ikiliyi.)
bugün mühim. Tembelliğin tadını çıkaracağım. Gün boyu yayılıp, bi ara -vakit bulabilirsem- komşularla mercimek köftesi yiyip, bir yığın ıvır zıvır işle uğraşmak istiyorum. çok işim var türlü çeşit oyun oynanacak. son derece salak olan bir tanesinde tarlaya kırmızı biber ektim misal, onları unutmamam lazım.
bu son derece boş ve dışarıdan bakılınca anlamsız görünen gün kaç kişinin hayalini süslüyor acaba? bir milyon koşturmacanın içinde evdi, işti, ödenecek faturalardı, edilecek telefonlardı derken iki dakka olsun benim gibi yayılmak isteyen kimler vardır kimler. hah, işte üzülmeyin. ben bugün bunu gerçekleştiriyorum. hepimiz adına.
üzerimde beni gelip aniden bulmuş bir 'genişleme' hali var. beklediğin haber gelmedi mi? vur poposuna tekmeyi. bilmemkim seni yanlış mı anlamış, çok da tın.
hiç bir şeyi düzeltemeyeceğimi anlamış bulunuyorum. buna yeltenmeyeceğim bile.

bak bir de önemli bir sır: ben bugün kendimi çok seviyorum.
benim biberler biçilmeye hazır, hadi görüşürüz.:)


27 Kasım 2012 Salı

Günaydın blog

Nasılsın? Bu dünyada sahip olup da kötü davrandığım belki de tek şeysin sen. Yine gıkın çıkmıyor, ne anlatsam dinliyorsun. O nedenle sormak istedim hatırını. Umarım iyisindir, çünkü ben..yerin ayrıdır, bilirsin.
Buraların ilk hallerini hatırladım sabah sabah. Tüm blogcular neşeliydi o zamanlar. Her sabah ve her akşam sahilde yanyana sıralanmış huzur dolu evlerin önünden geçer gibi..her evin önündeki bahçeye uğrayıp bir selam alır gibi birbirlerini dolaşırlardı.
Birimiz bile sayfasını bir süre dondursa şoka girer, eyvah onu okumadan yapamam duygusuyla geri dönsün diye gün boyu didinirdik.-bitteri özlüyorum bu arada.-
Bir hatırlayın, hatırlamak isterseniz tabi...Yazarak ve okuyarak kurulmuş bu dostluklar...yani neler yaşadık her birimiz, ben düşününce inanamıyorum. kendi payıma düşenler beni -ziyadesiyle- yordu. Sizinkiler de sizi, bilirim.
Ama bir kez bile birbirimizi önemsemeden geçtiğimizi, zerafet sınırını aştığımızı ya da kalplerimizi kırdığımızı hatırlamıyorum.
Ve zaman geçip de sizlerle yüzyüze tanışma vakti geldiğinde...yanılmadığımı görmek harikaydı.
Yıllar evvel arkadaşlarımın 'yazmalısın' dürtüklemesiyle korka korka ilk yazımı yazdığım zamanı hatırlıyorum. Kıymet gelip, hey Merhaba demişti ve böylece başlayıvermişti blogculuk.
O zamanlar önemliydi beni kaç kişi okumuş, ne düşünmüş, beğenmiş mi acaba? Çocuk blogcuydum. :) Şimdiyse biliyorum ki insan her yazdığını kendine yazıyor, yazmanın başka açıklaması olamaz. Ve birbirimize yoldaşlık ederken, güvendiğin birinin tek sözüyle, kendine geliyorsun.
Neyse...
Bunca savaşın ardından kendimle barışmama ramak kalmış gibi hissediyorum bazen.
İnsanlar önemini yitiriyor. Her şey önemini yitiriyor. Sesler cılızlaşıyor, görüntüler bulanıyor. Başka bir dünya netleşmeye başlıyor. Daha uzak olmak istiyorum,  daha mesafeli, uzak bir ormanın içinde, bir adanın tepesindeki bir evde, deniz hışırdasın yeter.
Enerjim..çok sevgili bir dostum bunu söyledi geçen akşam saatler süren konuşmamızda.."ama Ünsüm, senin enerjin"..dedi. "Senin gibi çok az insan var." dedi. "Senin enerjin başka türlü bir şey ve bu enerjiyi paylaşmak çevrende seni iyi tanımayanları ve sevmeyenleri yorabilir." dedi. "Bunun, farkında mısın?" dedi.
Değildim.
İnsanları hayata çok fazla ittiğimin, gülmeye, bir şeyler yapmaya, paylaşmaya ya da her neyse birşeylere zorladığımın farkında değildim.
Şimdilerde bunun üstüne düşünüyorum.
Üstüme vazife olmayan şeylere giriştiğim belli, kendimi yavaşça çekmek istiyorum.
Sükunet ve zerafet, beni kurtaracak olanlar bunlar gibi geliyor.
Ay...ne anlaşılmaz bir yazı oldu.
Her neyse...
Bu dünya güvenli bir yer değil, asıl söylemek istediğim -yazdıklarımdan hiç anlaşılmasa da bu-.. Bir ara gelip toparlarım belki yazıyı.

26 Kasım 2012 Pazartesi

bir insanı anlamak

başlı başına bir mesele bu.
kendini unutacaksın her şeyden evvel.. bir süreliğine de olsa. sonra gözlerinin içine bakacaksın. yazarak olmaz, okuyarak olmaz. eli kolu nasıl oynuyor konuşurken, sesi nerede iniyor nerede yükseliyor, kendi gözlerinle göreceksin. bak şu kelimeyi ederken gözlerinden bulut geçti misal, yazdığını okuduğunda bunu anlayamazsın ki..halbuki derdini yazarak anlatıyor olsaydı, büyük ihtimal cümlenin sonuna bir gülücük kondurmuştu... sen de sandın ki... büyük bir ilgiyle onu anlamaya çalıştığını sanırken... o mutludur. hayır, değil.

yazmak eksiktir, konuşmanın yanında. yazmak, konuşmanın yanında hiç bir şeydir. çünkü insan dediğin, kalem tutan bir elden, düşünen bir beyinden, acı çeken ya da mutlu olabilen bir kalpten fazlasıdır. insan karmaşık...sen kendini iki satırla anlatabilir misin ki okuduğun kadarıyla bir insan hakkında yargıya varıyorsun?

yanılgı bunlar. bu çağın modası yanılgılar. iletişim...pöh..bu kelimeden nefret bile etsem yerine şu an daha uygununu bulamadım, ne de olsa zihinlerimizin ırzına çoktan geçildi. kodlanmış robotlar gibiyiz.. nereye saldıracağını şaşırmış, korkmuş, ürkmüş çocuklarız hepimiz. Güven arıyor bulamıyoruz. önce kendimize güvenmemiz gerektiğini çoktan unuttuğumuz için.

iletişim diyordum. iletişim ancak göz göze olur. ses, göz, akıl, kalp  hepsi bir aradayken. yoksa okuduğun her satır, gördüğün her kare, izlediğin her sahne senin kendi yargılarına göre biçim alır.

biraz cesaret. bırak kırılacaksa kırılsın kalbin. bırak, üzüleceksen eğer... sonunda üzül. denemedim deme. önemli olan tek şey bu. yoksa muhatabını hiç bir şey anlayıp dinlemeden yargılamak kolay... çok kolay. hem de güvenli. bak, denemedin...bak kırılmadın...bak zarar görmedin...öyle mi? çok yanıldın dostum, denemedin durumun bir koloncuk olsun loto oynamadan ikramiye çıkmasını bekleyenlere benziyor.

korkmak o kadar insani bir duygu ki. güvenmek öylesine zorlu bir şey ki. geleneksel değerlerin koruyuculuğu çatır çatır kırılıp dağılmışken, her yönden endişe verici haberlerle sarsılıp dururken. ama insanlığa güven. orada hala iyi ve temiz kalpli birileri var. korktuğun için orada olmadıklarını sanıyorsan, bu sadece senin suçun. sakın bu suçu o iyi insanların üzerine atma.

mersi.


25 Kasım 2012 Pazar

son kez

hiç akıllarına gelmedi.
burada o kadar güçlü duruyordum ki
o kadar çok gülümsüyor
o kadar çok şeye enerji akıtıyordum ki...
hiç akıllarına gelmedi.
benim de kırılabileceğim.

oysa kırıldım.
öyle çok kırıldım ki
parçaları birleştirmeye çalışsam bile, hayata kalan son inancımla
başaramadım.

çekiliyorum.
ama hala fısıldıyorum size

yanlış yapıyorsunuz.

24 Kasım 2012 Cumartesi

içimden

burada oturdum, hepinize gülümsüyorum.
kendimi korumak hiç aklıma gelmemişti, kendime de gülümsüyorum.
ne yapmak gerek, ne yapmak gerek...

öyle şeyler oluyor ki, hala şaşırabilmeme şaşırıyorum.

ne yapmam gerektiğini bilmediğimden değil. dönüşmem gereken şey beni korkutuyor.
hayata yeniden döndüğümden beri gördüklerim, duyduklarım...bana o kadar yabancı ki.

planlamalar, programlamalar yapıyor kimileri.
ben, yapamam.
yapmak istemem.
yapmazsam da...olmuyor.
istediğim her ne ise beni uzağına atıyor.

nasıl akıllar duydum, kulaklarıma inanamadım.
bu planları uyguladıklarını gördüm, korktum, kaçtım, saklandım.
onlardan değil korkum, insanlığa olan saygımı yitirmekten.

mükemmel filan değilim, yanına bile yaklaşamam..kendimi ta tepede görüp de düşündüğüm şeyler değil bunlar.
ben sadece an'a ve hayata inanmak isteyen bir çocuk ruhum.

içinden nasıl geliyorsa öyle davranmak, o an öyle hissettiğin için ağlamak ya da ardından bir kahkaha patlatabilmek, bunları yapmanın bedeli bu kadar ağır olur mu?
ben artık bazı insanlara baktığımda sadece duvarlarla örülü kaleler görüyorum.

duvarları benim önümde tutamıyorlar, sanırım benden korkmuyorlar 
duvarın içindekini gördüğümde korkmuş, beceriksiz bir aptalla karşılaştığımı anlıyorum.
o kadar çok planları ve maskeleri var ki o aptal çocuğu unutuvermişler orada.

neden bu kadar çok korkuyorlar?
***

bir de 'farklı' insanlar var.

hata ettiğini bile bile, misal beni, birisini, bir işi, her hangi bir faydayı kaybetmeyi göze alarak ne düşündüğünü söyleyebilen.
kaybetmeyi göze alıp, hatta bunu bile düşünmeden, düşünemeden hissettiğini söyleyebilen insanlar var.

kişisel tercihim: Ben onları seviyorum.
Bırak an yaşansın.
gerçek olsun.
kavgaysa kavga, tatlı söz ise tatlı söz.

kırılacaksan bundan kırıl.
seni gerçeklik kırsın.
ben yalanın getirdiği mutluluğu istemiyorum.

Hadi amaa...
bir küçük filozofun dediği gibi:
"Bu dünyada korkacak bir şey yok."

23 Kasım 2012 Cuma

***

derin bir nefes al,
başını kaldır, epeydir seni ayaklarından tutmuş kendi kısır dünyalarına sürüklemek isteyenlerin arasından gökyüzüne ulaş.
bak orada ışıltılı bir dünya var.

senin yaşadıkların sana aitti.
onlara sarıl, vedalaşman gerekenlerle vedalaş.
affedeceklerini affet ve zamana bırak.

gerisi senin işin değil.

derin bir nefes al.

asla samimi olmamış, bu duygunun ne anlama geldiğini bile bilmeyenlere acıyarak, arkanı dön.
bir adım at.
gerisi gelecek.
bana inan.

aradan bir süre geçecek...belki kısa, belki uzun.
duyacak ve göreceksin, kimsenin ettiği yanına kar kalmıyor.

derin bir nefes al.

bu dünyaya yalnız geldin, yalnız gideceksin.
herkesin sınavı kendine, sakın unutma.

bu nedenle karşılaşıyor, bu nedenle konuşuyor, bu nedenle "bir takım olaylar" yaşıyoruz.
bekle gülüm.

Hakim kararını versin.

acı çekmenin ceza olmadığını öğrenir gibi oldum.
bu belki bazen ödül.

gönül gözü derler ya,
bırak bırak bırak.

değişmek?
bozulmak anlamına geliyorsa, ben almayayım, kalsın.

değişmek;
kendine paha biçmek, ağırdan satmak, önce kendini düşünmek anlamına geliyorsa, bırak kalsın.

aralarda bir yer olmalı, sen onu ara.

içtenlik ve dürüstlük.
seni kurtaracak olan bunlardır.
hep öyle oldu
zamanın başından beri.
sakın sahte mutluluk oyunlarına aldanma.

kötülükte birleşenler,
kaybettiniz.

22 Kasım 2012 Perşembe

selam solucan, sen beni tanımazsın, ben de seni.

tam da, kendi içimde sıkışmış kalmış bom diye patlamak üzereyken
tam da, beni zerre ilgilendirmeyen devasa konuların
tam da, kendi hayatımın dehlizlerinin
tam da, kalbimin durmadan sıkışmasının
tam da, hüznün göbeğindeyken...
birdenbire... uzaktan tanıdığım bir genç kız
gidip bir sayfayı beğeniverdi.
bir kıyafet markasının sayfasını
beğendi.

durup kaldım.

biliyordum başka hayatlar vardı
biliyordum
hayatlar birbirinden çok farklıydı.

ama bu yeni yetme genç, masum, saf, binbir hayalle dolu...işte bu iyi tanımadığım kızı düşünür buldum kendimi.
-üzerime vazife olmayan şeyleri düşünmekte bir numarayım-
-bunu da düşündüm-
belki evde şu an..odasından girdi internete, belki bir öğrenci yurdunda
sayfalara baktı, aklından geçen hayaller
gidip siteyi beğeniverdi.
ne mi var bunda?

net bir cevabım yok. Neden takıldım bu kadar ben de bilmiyorum.
tek bildiğim şey o kızla aynı dünyada yaşıyor olmamıza rağmen hayatlarımız arasındaki farkı birden fark etmem oldu.
bir kıyafet sitesini beğendiği için değil, hayır, bunda en ufak bir tuhaflık yok

sanırım ruhen ölüyorum.
ve o kız tek hareketle bana bunu anlattı.

o kadar uzağım ki, nedensiz, sufli, hayata dair bir şey yapmaya
buna tek tuşa basıp, bir markayı beğenivermek dahil.

vay be.
paralel evrenler dedi az evvel atalet.
paralel evrenler tam da bu dünyanın içinde.

şu an bir solucan minicik kafasıyla kendince büyük bir topağı iteliyor.
bir köpek balığı, sessizce avına yaklaşıyor
otlar büyümek istiyor, oysa kış.
uğur böcekleri ilkbahara kadar bir yerlere saklandılar

ben...evdeyim.
binbir haldeyim.

o genç kız bir site beğeniveriyor
biri aşkına sesleniyor
biri olmayan aşkına aplıyor
biri boşanmanın özgürlüğünü, yarasını sindirmeye çalışıyor
biri kaybettiği evladına yanıyor
biri maç muhabbeti ediyor.

kaç dünya var bu dünya içinde bilmek bizler için mümkünsüz.

ama birbirinden bu kadar uzak olmaları bazen çok pis koyuyor.



20 Kasım 2012 Salı

19 Kasım 2012 Pazartesi

kayısı kokulu kolonya

Televizyon izlemeyi unutmuş biri olarak, annemle kahvaltı ederken, ekranda  Hürrem'i oynayan aktrist hanıma denk geldim. Bir ödül almış. Üzgünüm, Vallahi ne ödülü olduğunu bilmiyorum, başını kaçırmışım programın. Her neyse bu hanım bir konuşma yaptı.  Özetle dedi ki konuşmasında, bu ödülü neden bana verdiğinizi anlayamadım, bu ülkede pek çok kadın var, kimisi bankacı, kimisi doktor ya da başka bir meslekten...Onlar da benim gibi çok çalışıyorlar ama biz onların adlarını bile bilmiyoruz. O halde ben bu ödülü onlar adına alıyorum. Çünkü asıl hak eden onlar."
Bu bir insan konuşmasıdır.
Bu hanımı saç boyası reklamlarında filan da görmüşlüğüm vardı, dizinin de bir kaç bölümünü izlemiştim geçen yıl. Bana hep çok sıcak ve farklı gelmişti anladım ki nedeni budur: Bu kadın bir 'insan'.
Ödül alırken bile, bundan utanan (bu hissi gerçektir-değildir, anlamaya bile yeltenmem, o benim işim değil) utanmayı aklına getiren ve ödülü hak ettiğine inan diğer insanlarla paylaşan bir kadın, cinsiyetinden önce insandır benim gözümde.
Allahım...tüm sanal alemde paylaşmanın önemi, birlik beraberlik mesajları, insan olmakta level atlama çabaları nı destekleyen iletiler görüyorum.
Çok güzeller, etkileniyorum, bazıları beni kendi içime döndürüp soru sordurtuyor güzel.
Ama gerçek yaşamda?
Çok fazla kavga var. Çevreme bakıyorum, kendi kısıtlı, öz çevreme: kavgalar, küslükler, laf atmalar, sevgi azlığı.
Ay, çok yoruldum.
Blogcu dostlarım bilir...Ben çocukluğumdaki Tarzan'ı her gün biraz daha fazla özlüyorum.
Mağarasına kaçan, orada tek başına yaşayan, kimseye bulaşmayan, mesafeli Tarzan'ı.

Genelde hiç üstüme vazife olmayacak şekilde gider küslerin arasını bulmaya filan çalışırım. Ama bu durum beni aşmış, ben kimim ki...Bunu anladım.
21 Aralık'ta dünyanın sonu gelecek mi bilmiyorum, çünkü benim tanıdığım dünyanın sonu gelmiş, anlıyorum.
Allahıma şükür az ama öz dostlarla, sarılışıp, gülüp, ağlayıp, yiyip, içip, bakışarak anlaşma dönemine girmiş bulunuyorum.
Kendi içime dönüp, orada kalasım var.
Zaten kalabalığım orada. Halledilecek çok iş var, başlayalım bakalım.
Bu da böyle bir yazı oldu. Hayırlısı.




3 Kasım 2012 Cumartesi

24 Ekim 2012 Çarşamba

Babama

Bir kız çocuğunun babasına özlemi hiç bitmiyor.
Benim için hayattaki en güvenli yer onun dizlerinin dibi. Orada neşeyle bıdır bıdır bin türlü şey anlattığım ve anlattığım her şeyin keyif ve sevgiyle dinlendiği muhteşem saatler.
Kanatlarının altında olmayı özledim Babacım.

7 Ekim 2012 Pazar

*

İçimde anlatmaya asla cesaret edemediğim binlerce acı, hep tuttuğum gözyaşları saklı.
Tüm bunları anlatmamaya ve o yaşları dökmemeye geçmişte bir yerde söz vermişim sanki.
Ne olmuş, nasıl olmuş, bana bunu ne yaptırmış bilmiyorum.
Ama şikayet etmekten acizim.

Değil şikayet etmek, uf bile diyemiyorum. Bir şey bana engel oluyor.
Uf demek istediğim anda ağzımdan bir gülücük sesi dökülüveriyor.

Bu çok tuhaf ve bu tuhaflık sırtımdan taşınamaz bir yük artık.

Kimseye bir şey ispat etmeye çalıştığım yok, sadece başka türlü davranmayı unutmuşum, nasıl yapılır onu da bilmiyorum.
Bu nedenle azıcık bile içimi döktüğümde "öyle düşünme" "böyle deme" dendiğinde çaresizliğe kapılıyorum.
Daha bir şey dememiştim ki...
Bugüne kadar hiç dertlenmedim ki...
Kendi derdimle başkasını üzmedim ki...

Herkes o kadar alışmış ki bu halime, yenilmiş bir ben gördüklerinde elleri ayaklarına dolanıyor.
Zaten bildiklerimi bana söylüyorlar.

Bir yerde bir tuhaflık var, anlamaya çalışıyorum.
Belki çıkış kapısı oradadır.

30 Eylül 2012 Pazar

bak şimdi

insan bazen kendini nasıl hüzün kalelerine hapsediyor...
bir haftayı geçti sahildeyim.
buraya gelirken o kadar canımı yakmışlardı ki, nerede olduğumu, huzura kavuştuğumu farketmem bile bunca zamanımı aldı.
arkamda orman, gözümün önünde deniz, kitaplar ve telefon, sevdiklerimle...daha ne olsun?
düşünecek dünyevi saçmalıklar ve gerçekler, manevi bir dünyam da var üstelik.
bir şeyi bile çözmek umrumda değil, hayata bırakıyorum.

bir çay bahçesindeyim şu an, soluma baktığımda sıralanmış tur tekneleri, oynaşan deniz.
önümde bilgisayar, enfes bir Türk kahvesi ona eşlik ediyor.

ben kimim ki?
neyi çözeceğim?
binlerce yıldır insanlar kendilerini önemsemiş, düşünüp durmuşlar, ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum... bunları sormuşlar.
bu sorulara cevap bulacak kadar akıllı ve şanslı olduğumu da kim söyledi?
değilim.

her türlü girift düşünceye pes.
beni rahat bırakın.
elimi uzattım, kolumu yaktınız.

en büyük keyif belki de yaprak sarması pişirmektir, böyle olmadığını kim ispatlayabilir?
cevap belki de Türk kahvesinin köpüğünü ayarlamakta saklıdır.
yanan sigarada
çalan telefonu açtığında, iyi bir şaka duymakta.

sen yolun başkaları tarafından yürünmek istemeyen yerlerine talip olmuşsun.
salak.
al gördün bakalım.
çalılar ve dikenler.

dön geri, geri dön.
normale, sıradana, ciddiyetsizliğe.
kıçınla gülmeye dön.

güneş sırtıma vuruyor.
orada olduğu bir gerçek, sırtımı ısıtıyor.
gerisi hikaye.




19 Eylül 2012 Çarşamba

ışık hızı

şu hayatta bir kuralım varsa o da "burada" olmak. -mış gibi yapmıyorum. bazen denediğim oldu evet ama beceremedim, bunu becermeyi istemediğimi farkettim. ne zaman denesem oynamayı, kendi değerli zamanımdan çaldığımı hissettim. içim kalktı.hemen bıraktım.
bir şey anladım. sadece iş için bir araya eldiğiniz profesyonel denebilecek görüşmelerde bile karşıdaki insan gerçek bir insanın sesini duymaya hasret. eğer yeterince dürüst ve açık oluyorsanız, onu, derdini gerçekten merak ediyorsanız aranızda bir bağ kuruluyor. bu bağ, bu köprü uzun süreli kullanılır yada kullanılmaz hiç önemi yok. o köprüyü bir kere kurduktan sonra bir gün tekrar geçmek mümkün.
işte benim gerçek anlayışım bu.
karşıma çıktın insan kardeşim. her ne şekilde, ne cinsiyette, ne halde olursan ol. Allah bizi bir nedenle bir araya getirdi. Bunun bir anlamı olmalı. ben oradaydım, bunu bil. gerçekten oradaydım.
uzay dediğimiz bu boşluğun içinde oradan oraya hareket eden enerjiyiz hepimiz. bir şekilde birbirimizle rastlaşıyoruz. zamanı belli değil, süresi belli değil, birbirimizin karşısına ne ya da kim olarak çıkacağımız belli değil. kadın- erkek- arkadaş- düşman- suçlu-kurban- patron- komşu ya da evet..blog arkadaşı...hiç bir önemi yok. Önemli olan tek şey gerçekten orada mıydın?
burada olmaya çalışıyorum. ben olarak. günahlarımla, hatalarımla, fazlalıklarım, öfkem, aşkım, aptallıklarımla.
ben'i anlamaya çalışıyorum, sen'i atlamadan.
Allah yardımcımız olur umarım.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Oğluma Umut'a Aşkıma

Bir gün 21 yaşına yaşına girmiş bir delikanlı oğlum olabileceğini bana söyleseler inanmazdım.
Oysa oğlum bugün 21'ine girdi.
Koca delikanlı, aklına fikrine saygı duyduğum, kimseyi incitmemiş, hep daha fazlasını öğrenmek için çabalamış çok özel bir çocuktu, yetinmedi genç bir adam oldu.
Şu anda bu dünyada kanlı canlı olmaması bir şeyi değiştirmez.
Benim oğlum vardı, hala var.
Bir kez olsun öpmek isterdim, tekrar tekrar koklamak ama en önemlisi aklından, kalbnden gelenleri dinlemek isterdim. Bunları yapamamak en büyük sınavlardan.
Onun hayallerini gerçekleştirmek için çıktığım yolda tökezlemeyeceğime söz vermiştim. Bu imkansızmış, onu öğrendim. Tökezledim Umut, beni affet. Hasrane hayatındaki tanıdığımız insanlara hiç benzemiyor dışarıdaki insanlar annem.
Kan paylaşmamış, bir çocuğun tamamen iyileştiği haberini almamış bu insanlar bizden çok farklılar.
Alışacağım Umut. Ve bunu bozulmadan yapmaya çalışacağım annem.
Tökezledim ama kalkacağım Allah'ın izniyle.
Ben iyi niyetle yola çıktım diye, yol önüme süt liman uzanacak değil. Yine de biraz daha fazla desteğe ihtiyacım olacağı kesin.
O da Allah'tan, senden ve gerçek insanlardan geliyor zaten çok şükür.
Seni çok seviyorum Oğlum.
Aşkla, muhabbetle, her zerremle seviyorum.
Sana büyük saygım var annem.
Verdiğin mücadeledeki o onurlu duruşuna, bana,bize öğrettiklerine şükran borçluyum.

Kalkacağım Umut.
Senin için annem.
Öperim.

8 Eylül 2012 Cumartesi

kıyıdan uzaklaşmak ve çiçekler

İsmail Abi sana saygım var. Limanda kalmayı seçtin. Dönmeyecek babana inatla el sallamayı ve onu beklemeyi seçtin.
üçtemmuz sana da saygım var. senden başka kimsenin duyamayacağı kadar saygım var. Sen limandan ayrılmayı seçtin. Kendi içinden yola çıktın, yola hep inandın. Yolda bulacaklarına bıkmadan umutla inandın.
Yola çıkış anı nasıl da heyecanlıydı. Başarabilir miyim duygusu, merak, hayallerin vardı. Kıyıda bekleyen İsmail Abilere saygıyla el sallamayı da unutmadın üstelik. Arkanı dönüp gitmedin. Bir selam çaktın.
Sana saygım var üçtemmuz: Yolda bulduğun her çiçeğe şöyle bir baktın. Dinlendiğin yerlerdeki çiçekleri koparmadın, ezmedin, üstüne basmadın. Sen onları sevdin.
Yola hep inandın.
Hedef ne, hedef ne?
Belki de tüm hayat bu sorunun cevabını aramakla geçiyor. Farkına varıyorsun, varmıyorsun ama arkaplanda hep bu soru: hedef ne? Neden tüm bunlar?
Sen yola odaklananlardansın. Hedef parlak ve ışıltılı, üstelik huzurlu. Yolda öğrenilecek şeyler ne kadar ilgi çekici.
Super Mario oynayanlar bilirler. Yol kenarındaki bazı mantarlar zehirlidir, dokunursan ya küçülürsün ya ölürsün. Bazı mantarlar ise sana güç verir: seni ya büyütür ya da silahlandırır, hatta can verir.
Ölmekten korkarsan güçlenme ihtimalini de yokedersin.
Bunu anlamak lazım.
Anlamak yetmez, çünkü dedim ya yol ilgi çekicidir. Seni korkutur, ya zehirli mantarsa endişesinin içine hapsolur kalırsın.
Dene.
Hangi çiçeğe rastladın bilemem. İş-güç müdür- aşk mıdır- sevda mıdır- okul mudur her ne ise..dene.
Seni ya küçültecek ya da büyütecek. Ya öldürecek ya da yaşatacak. Ama yoldaki çiçekleri koklamazsan yolda olmanın anlamı yok. Otur o halde. Zaman kendiliğinden geçer gider zaten.

Kıyı uzaklaşıyor, ben yola yeni çıktım. Ne kadar yolum kaldı bilemem ki. Bilmek de istemem. İlk mola yerimdeyim: biraz mutsuz ve çokça kırgınım. Ama biliyorum başladığım yerde değilim.
Ben yola çıktım. Hayırlısı.

7 Eylül 2012 Cuma

mutluluğun peşinde

kalbin rahat mı? rahat.
kimseyi sattın mı? hayır.
dürüst oldun mu? evet.
yeni şeyler öğrendin mi? evet.
güzel şeyler miydi? evet :)
verdiğin karardan pişman mısın? hayır.
şu an huzurlu musun? evet

e o zaman..yola devam.:)

1 Nisan 2012 Pazar

neyse ki..

zamanında halledilememiş işler yavaş yavaş yoluna koyuluyor. tıkanmış borular açılıyor ki orada birikmiş kirler akıp gitsin. Temizlensin. zahmetlidir temizlik yapmak hele de kirler yıllar içersinde biriktiyse. İnsanı şaşırtır ve yorar..Ama bu zahmetin sonunda, bir bakmışsın ki, dünyan tertemiz olmuş, kirler kendine uygun yollar bulmuş, sen tertemiz kalmışsın.
Hijyen mühim şekerim.

26 Mart 2012 Pazartesi

bejeweled mücevherden öte bişeydir Marilyn

aylarca ve aylarca bilgisayarda oyun oynadıktan sonra..

ki bu depresyonda önemli bir aşamadır, şahsi fikrim bu yönde.:)

sen oyundayken başka hiç bir şey duymak, görmek, yemek yemek, su içmek istemezsin. sadece oyun vardır hayatta.
mücevher mi patlatıcan, online bir oyun mu oynıycan, tarla bağ bahçe mi ekicen hiç önemli değildir, bunlar ayrıntılar..
kafanın içi senden bağımsız tıkır tıkır çalışır.

aman ne iyi olur.

senin çok önemli sandığın bütün uzuvların;
elin, gözün, kulağın ve dahi aklın
oyunla ilgilidir.

yorgun kafacık o arada kendini tamirler.

kurar, çözer, siler, aklar, paklar, mis gibi cillop gibi olur.

oyuna küfredersin arada, deşarj da olursun.
filan..

ha işte..ben tamiratı bitirmek üzereyim
sanırım öyle
zihnim filiz vermeye başladı çünkü..

canım güzel bir şeyler yapmak istiyor misal..

bir de bahar geldi, oh, mis gibi.

bugün ilk dondurmamı bile yedim.

"büyü de gel çocuk büyü de gel
hadi o yolları, yürü de gel"

:)

21 Mart 2012 Çarşamba

?

sonsuza dek yaşayacağını sandığın, hatta geçmişte de hep orada olduğunu, hep aynı insanlarla zaman tükettiğini sandığın hayat birdenbire değişebilir.
bana hayat nedir diye sorsalar, "eklemek" diye cevap verirdim.
anları anlara, anıları, anılara, sevdicekleri kalbime eklemek. artmak ve çoğalmak.

yol uçurumlarla dolu.

her an vazgeçebilirsin.

her an yeter artık deyip uçurumlardan birine atabilirsin kendini.

ne bunu yapma derim..çünkü o uçurumların kenarında çok vakit geçiriyorum bu aralar..
korkmadan ama midem heyecanla bulanarak, diplerine bakıyorum.
ne de -asla- yap derim.
ileride bizleri bekleyebilecek olan olası bonus prılıtısı için değil, -asla- yapma! demem.

yola olan sevgimden ve heyecanımdan.
buna rağmen yenilmek mümkün.
orasını bilemem.
kendim için yani.

ama yol, çok heyecanlı..şimdilik.

beni bu kadar şaşırtmasına şaşırıyor, hayran kalıyor, kendimi yorgun hissediyorum.

yol'da olduğumu bilmek..o yol'da karşılaştığım ve sevdiğim insanları kendime eklemiş, kendimi onlara eklemiş hissetmek ve her birimizin yolunun ferahı için dua etmeyi seviyorum. şimdilik..

maddesel kısmı bana "Benim Küçük Üçkağıtçım" 'ı hatırlatıyor..manevi kısmı ise aklımın erdiği, ermediği binlerce öğretiyi, anıyı.

Her gece adına uyku dediğimiz o küçük ve asla çözemediğimiz dinlenme alanına girdiğimde, tazelenmiş, yorulmuş, çocuklar gibi 9 kiremit oynamış, sorular sormuş ve umarım güzel cevaplar almış olarak uyanmayı seviyorum.

-Peki bugün ne getirecek bana?

bilmiyorum.

bilmek de istemezdim.
yani önceden bilmek istemezdim.

her deniz kıyısı, her çocuk suratı, her taze simitin kokusu içimi kıpırdatıyor.

gittiği yere kadar..

"Annecik bir öbek boktan fazlası olabilecek mi kuzucuk?"

18 Mart 2012 Pazar

yollar çeşit çeşit

insan kardeşlerim, söylemek istediğim bir iki şey var. o ilk günden beri içimde dönüp duruyor ama zamanı şimdiymiş. asla ve asla kimseyi kırmak, incitmek gibi bir derdim yok. hatta acımı kendime saklamak gibi bir derdim de yok. evet acılar paylaştıkça azalıyor, hadi diyelim azalmadı şekil değiştiriyor, güzelleşiyor desem bana inanın. aynen böyle. ama...

söylemek istediğim şu.
insanın sevdiğini kaybetmesi çok zor.

çok zor.
Allah kimseye vermesin, eyvallah.

ben evladımı kaybettiğim ilk günden beri en çok şuna tepki gösterdim: onun acısını isyan vesilesi olarak görenlere.

hayır, açıkça söyleyeyim buna hakkınız yok.

elbette herkese değil, bunu iyi niyetle de olsa yapanlara söylüyorum.

bunu anne olarak söylüyorum.

ve aslında bu bir marifet değil. yani böyle hissetmem. bu güzelliği de Allah'ın bir takdiri olarak görmekteyim. ve bizim için edilmiş o güzel duaların kabul edilmesine bağlıyorum. O nedenle sizlerden hep helallik istedim. duam da şudur: Allah rızası için hangi kulun hangi kula hayır emeği, hayır duası geçiyorsa o'ndan Allah razı olsun. Çünkü bize çok emek verildi, çok dua edildi. Bu insanların çoğunu tanımıyorum helalleşemem, ben de dualarımla helalleşmeye çalışıyorum.

Canlarım.

Birbirimizi hayatta tutmak ve hayatlarımızın ferah olarak yaşamamıza çabalamak güzel. çok değerli. ah nasıl minnet doluyum bunu yapanlara bilseniz. ama takdir-i ilahi denen bir şey var. insanı kazadan da koruyor, hiç ummadığın anda seni üzebiliyor da. bunu bilemeyeceğimizi anlamış haldeyim.

Allahın bana vermiş olduğu Umut hediyemden ziyadesiyle memnunum. Onu tanımış olmaktan, onu sevmiş ve onun tarafında sevilmiş olmanın tadı daha önceki yazılarımda bahsettiğim şerbettir işte. Bunu ötesi ise İlahi bir aşktır. Bunu da hiç kimsenin hiç kimseye sözlerle anlatamayacağını düşünüyorum.

Vaktinizi aldım, anlatmak istediğimi anlatabildim mi, ondan da emin değilim ama ölümün bizim anladığımız şey olmadığını, yokoluş değil belki de asıl varoluş şekli olduğunu anlarsak hayatımız çok daha güzel ve değerli bir hal alır diye düşünüyorum. hayatta insanca kalmak için çabalamalıyız ama zamanı gelenlere de gereken saygıyı göstermeliyiz gibi geliyor bana. Hakkınızı tekrardan helal ederseniz sevinirim çok, benimki zaten sizin gibi güzel insanlara helal olsun.:)

Çok sevgiler.

15 Mart 2012 Perşembe

kendimle başbaşa

başladığım yere dönmek değil bu. yer aynı yer ama geriye dönen ben farklı bu kez.
hayal kırıklıkları, kahkahalar ve gözyaşları, sevmek, çok sevmek ve nefret, öfkeler, benim için çok basit bir şeyi karşımdakinin bir türlü anlayamamasına duyduğum çocukça şaşkınlık, acı ve elem var..ama endişe yok denecek kadar az artık. endişe etmenin olacak hiç bir şeyi değiştirmediğini farketmenin verdiği rahatlık var.

tüm bunlara rağmen arada delicesine endişelenebilmek var.

bir film izledim yolda gelirken..çocuk filmleri kategorisindeydi.:)))buna çok güldüm ve aslında belki de doğru yapmışlar o filmi bu tür sınıflandırmakla onu da sonradan anladım. ey çocuklar ve çocukluktan yakasını kurtaramayanlar izleyin de görün gününüzü.

Fibi Harikalar Diyarı'nda..gerçekle bağını koparmaya başlayan bir çocuk Fibi,kendini Alice sanıyor. hah..ayrıca O'nun Alice olmadığını kim iddia edebilir? ancak çocukluktan vazgeçmiş, büyümüş şaşkolozlar elbet. Fibi söylememesi gerekenleri ağzından kaçırıveriyor, sinirlediğinde tükürüveriyor karşısındakine. (Fibi'yi çok sevdim.) Ve açıklama olarak da "bunu yapmamak elimde değildi" diyor. Yani Fibi çok zeki ve masum ayrıca. Masum çünkü tükürmek istediğinde tükürüğünü içine atmıyor, tükürüyor. Söylemek istediğini ağzından kaçırmış gibi yapıp, belki de gerçekten kaçırıp söyleyiveriyor. Bence Fibi çok dürüst. ve akıllı. iyi bir dost olur Fibi'den.

çünkü Fibi kendisiyle ve kendi hayal dünyasıyla ilgili sadece. olmasını istemediği kötü şeylerden korunmak için merdiven basamaklarını zıplıyor. Dizleri kanayıp, canı acıyıncaya kadar.

Aynı bizler gibi.

Hayal dünyasını sevip, onu arkada bırakmak istemeyen, büyümeyi reddedip temiz kalmaya çalışan ruhlar gibi. Fibi, gerçek.

Fibi korkmadan hayalleriyle konuşuyor.

Fibi'yi çok sevdim.

***

ve bu arada nedense aklıma Davut geldi..masumiyetinden dolayı elinde demirin hamura dönüştüğü o 6 yaşındaki çocuk. Kitab-ül Hiyel geldi aklıma, gittim oradan notlar okudum. Fibi batı eğitiminin içinde eriyip gitmiş, toz olmuş, dövülmüş, ezilmiş gibi geldi bana. Fibi'ye üzüldüm. Davut'a çocukça aşık oldum.

13 Mart 2012 Salı

yolun ortasındaki kısa çizgiler sollama izni verir, mersi

işçi statüsünde bir memur olarak çalışırken..(böyk.. yazının ilk cümlesine bakıp kaçma sakın sevgili okuyucu ya da ne bileyim kaç) sabah 8:30, akşam 18:00 mesaisini öfleye püfleye doldurmaya çalışırken sıklıkla kurduğum bir hayalim vardı:

Bir otobüste yolculuk yapıyorum..yolum uzun. hava çok soğuk değil ama serin ve kapalı..hatta yağmur yağıyor hafifçe. Bense cam kenarında oturmuşum, elimde bir neskafe fincanı var, düşünüyor, içiyor, düşünüyor, dışarı bakıyor, içiyorum.

Cam kenarından bitmek bilmeyen kırlar, ovalar, dağlar, küçük evler, insanlar, çobanlar, koyun, keçi sürüleri, satıcılar, arabalar,tarlalar geçiyor.

Bense sadece oturuyorum.

O işyerinin tekdüzeliğinden bu hayalle kaçardı gencecik bedenime hapsolmuş ruhum.

Bugün bu hayalim gerçek oldu.

İşin tuhafı önce farketmedim. Yani bir hayalimin olsun, gerçekleştiğini diyorum; farketmedim. Sonra az düşününce vay be dedim. bir hayal gerçekleşiyor.

şu an küfredebilirim.

Önümde her zamanki gibi iki yol var. ya da ben diğer yolları göremeyecek kadar aptal bir insanım ve her şey bu aptallığımın cezası, bilemeyeceğim.

ilk yol bir hayalim olsun gerçekleşti, oley hissini yaşamak. çocuklar gibi şendik şeklinde aptalca sırıtmak.

diğer yol ise bu kadar fazla eksikle gerçekleşen bu hayalin içine tükürmek.

ikisi de mümkün.

ortaya karışık yapayım diyorum..yani..ikisi birden, azar azar..

Yol uzundu. Canım sıkkındı. Yolları yutarcasına seven benim için bile zevksiz ve geçmek bilmeyen bir yolculuktu. ama olsun. ülkenin en ünlü sayılabilecek tatil beldelerinden bir bir geçtim. Güzel insanlar gördüm. Kalben diyorum, kalpleri güzel insanlar. Denizler, sular, dereler, koylar, ormanlar, ovalar gördüm.

Yola çıkarken ince pardesümleydim, menzile vardığımda beni fırtına ve yağmur karşıladı.

12 dereceyle yola çıktık, 4 dereceyle eve vardık.

Yoldaki en ilginç an ise muavinin şoföre sorduğu bir soru ve şoförün verdiği cevap idi sevgili ve sabırlı okuyucu:

-Bu yol biter mi Abi?

-Biter..Ne yollar bitmedi mi?

***


Döndüm ben, hayırlı olsun.

28 Şubat 2012 Salı

Ferahlar olsun

Allahım bana bir şerbet verdi. İçiyor içiyor, doymuyorum. Ben içtikçe ne şerbet azalıyor, ne de benim iştahım. Şükrederim.

22 Şubat 2012 Çarşamba

:)

denizin sesini dinle,
tüm evrenle aynı anda adım at,
barış,
gülümse.
ve umut et.
olacak.:)

16 Şubat 2012 Perşembe

seçim

seçim yapmak

halihazırda seçeneklerinin olmasını gerektirir. seçeceğin belki en az iki farklı yol olmalı ki seçim yapabilesin.

temiz ve düzenli raflara, havalandırılıp gözden geçirilmiş çekmecelere ihtiyacım var.

teşekkür edip, hayatımdan çıkarmaya karar verdiğim bazı sevdiklerimi bir süre bir kenarda tutacağım. artık çekmecede değiller. ama bir süre daha aklımın ve gönlümün bir köşesinde kalmaya devam edecekler. Sonrası Allah Kerim.

bilemem.
ne olacağını bilmiyorum.
bu duyguyu seviyorum.
bu bilememe duygusu bana enerji veriyor.
ve hayırlısını diliyorum.

keşke hayatımdaki insanlar da çekmeceleri yerleştirseler..gözlerine ben takılsam. benim üzerimde düşünüp, beni nerede tutacaklarına karar verseler. karşılıklı bir mutabakata varsak.
bunun için sağlam bir dimağ, temiz bir kalp, nefs terbiyesiyle vakit geçirmiş gönüllerve eleştiriye açık bir dürüstlük duygusu lazım.

Bunları kendim için de diliyorum. ve hepimiz için.

hafiflemek, tüm mesele bu.

15 Şubat 2012 Çarşamba

***

‘ Kendi küçük gezegenin küçük prensidir o. Gezegenler arası seyahatleri boyunca birçok insanla karşılaşır.Büyük gezegenlerde yaşayan bu büyük insanların büyük işleri vardır.. Gün batımını izlemekten, bir çiçeğin hayatını düşünmekten, yıldızlara bakıp gülümsemekten çok daha önemli işler vardır onlar için. Küçük prens bütün bunlara şaşkın ve tepkilidir. Tüm seyahatler boyunca yorulmuş ve kendi küçük evini özlemiştir. Sandalyesini yalnızca biraz kenara kaydırarak gün batımını kırk dört defa izlemeyi özlemiştir. Ancak küçük prens için o ağır bedeni taşımak artık çok zordur. Yola devam etmek için hafiflemeye ihtiyacı vardır. Bu yüzden bir gece sessizce dünyayı terk eder. Üstelik dünyalıların yaptığı biçimde. Ölerek.’

Umut'un bir hikayesinden..Umut'un Küçük Prens'i...

11 Şubat 2012 Cumartesi

?

ne zorlu bir mücadele Allahım..
elsiz dilsiz bir bebek olarak geliyorsun dünyaya ve her saniyende bir şeyler öğreniyorsun.
kimi ruhlar çitlerine aşık oluyor, rutinin güvenli yollarında ömür tüketiyor.
"cehalet erdemdir."
kimi ruhlar soru soruyor, bazen hiç böyle bir düşüncesi yokken hem de..aniden bir şey oluyor, soru soruyor: "ama neden?"
kimi ruhlar soru sormaya doğuştan meyilli.."kimim ben-nereden geldim-nereye gidiyorum"

benim için bu ara iki önemli soru var.
"neden buradayım"
"ne yapmam lazım"

uçtuğumu sanan sevgili okuyucu, tahmin edemeyecğin kadar yere basıyor ayaklarım.
tek fark her şeyi ilk kez görüyormuşçasına ilgiyle izlemem.

gerisi sabah kahvesi, kızarmış ekmek, şakalar, olaylar olaylar...

rutin günlük hayat iyi ki varsın.

10 Şubat 2012 Cuma

yenisini alayım dünyası

bir şekilde dünyanın sonunun geldiğini düşünmekteyim epeydir.
şu 21 aralık 2012 tevatürleri, spirütüalizmin bize söyleyip durduğu foton çağı, aydınlanma çağı filan bir yana..benimkisi ta içimden gelen kuvvetli bir his.
bunca neslin, bunca kültürün, emeğin ve binlerce yıllık çabanın ardından insanın geldiği durumu o kadar üzücü buluyorum ki artık bu durumdan sıkılmaya başladım.

bunlar kişisel düşüncelerim, hatta hislerim, belki de "ben" bitmişimdir, olabilir. ama bu sayfayı bunun için seviyorum. eskiz defterim benim, yirim seni.

çok sıkıcı abi.
ilk gençliğimde her hafta Gırgır dergisinin son sayısını almaya giderken içimde uyanan heyecanı hatırıyorum..bu yaşımda bir kitapçı dükkanını bana hediye etseler yarısı kadar zevk almam. kaos teoreminiilk duyduğumda hissettiğim heyecanı hatırlıyorum. bu konudaki laf salatalarımı dinleyebileceğine inandığım herkese...ama herkese saatlerce ellerimi kollarımı sallayıp, derin nefesler alıp bu konudan konuşmuştum. bıraksalar yıllarca susmayacak gibiydim.
bu heyecan da içimde epeydir yok.

yeni bir dans figürü izlemek beni heyecanlandırabilir..matrix'i, bir, iki, üçüncü izleyişimde duyduğum merağı uyandıracak bir "yeni" film de işe yarayabilir. ya da "bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti" cümlesinin kitleler üzerinde yarattığı etkiye benzer bir cümle..ama epeydir böyle heyecanlanmıyorum.

kafamın üstünde bir baloncuk, içinde "boring boring boring" yazısı, hı hı evet çok eğlenceliymiş cidden deyip, içimden püfff şimdi patlıycam diye konuşan birine dönüştüm.
misal yeni bir mizah tarzı..ne iyigiderdi..ama yok..Mükremin'le Lütfiye'yi, Sıdıka'yı, "Karşı Show" u arıyor ama tabi ki bulamıyorum.
bulsam da köprünün altından çoook sular aktı, o sular ağzıma s..tı. bana yeni sözler, gülecek yeni şeyler lazım cancağızım.

ezildiğinin ve köle olduğunun farkına varamayan insan türü dünyanın sonunu getirdi.
köle olduğunun, her gün sıradanlaştığının, kula kulluk ettiğinin farkına varamayan insanlar arttıkça, dünya kuruyor, deve dikeni her yer.

çok sıradan her şey..ve her şey çok eski..bazen bir anıyı, sadece bir anlığına canlandırmaya yetecek kadar ışık çakıyor ama ne olduğunu anlamadan sönüp gidiyor.

eskiden..net hatırlıyorum, hayret, buna dokunamamışlar ;)
eskiden..mutluluk hayalimin arka planı şu idi: yeşil çimler üzerinde bir gece vakti tahta büyük masalar kurulmuş,üzerinde çeşit çeşit yemekler, renkli küçük ampuller aydınlatıyor ortalığı sanırsın ama asıl aydınlık ülen füzel insanların sevgi ve kahkahasından geliyor.
insanlar birbirne neşeyle takılıyor, yeniliyor, içiliyor..kuytularda gençler yeni aşkın heyecanına yelken açıyorlar ve bir kaç yaşlı illa ki uyuyor.

Bu hayal artık benden çok uzaklaştı.
İnsanlardan bu kadar korkmaya başlamışken, her birinin kişilikleri birbirinin kopyası haline gelmişken beni bu hayalde de heyecanlandıran bir şey kalmadı..
Facebook sayfamda bir Levi's reklamı paylaştım.
ilginizi çekerse bir bakıverin..

o duvarları öyle parçalayasım, bu dünyadan kaçasım, uzayın maviliğinde kaybolasım var.

6 Şubat 2012 Pazartesi

merhaba ben, nasılsın

bu ara yorumlarınızı cevapsız bıraktım dostlarım. açıkçası verecek cevabım yoktu.:) arada böyle yaparsam bilin i bundandır, cevabım içime kaçmış olabilir.:)

Hayat çağırdı gittim. Allaha çok şükür mesudum bu gidişten. Bu dünyada başka manzaralar, başka tatlı sükunet ve yorgunluklar varmış, onlarla tanışmak hoşuma gitti. bu şekil tatlı huzurla dostluğumu derinleştirmek isterim.:)

Bıdı bıdı anlatmayacağım. Sadeceşunlar: ev eşyalarını toplayacağımız gün Karşıyaka'ya yağmış kara ve çocukların kartopu sevincine uyandık.:) Üşüdük, acı tatlı anılarla dolu evdeki eşyaları toplarken çok ağladık, başka bir hayata gittikçe artan sevgimizle başlarken Allah'tan hyat rastlığı diledik, Karşıyakalı dostlarla sımsıcak vedalaştık. Kahvelerimiz yapıldı, ellerimize sevgi ve şefkatle verildi, sarılıştık, öpüştük.

Yeni evimize geldik, Kandil günü, yağmurla ve az üşümüş olarak. Yerleştik, manzara bii bizden aldı, sevdiceklerimle ellerimizi birleştirdi, kalbimizdeki pası bir nebze olsun gözyaşı ve kahkahalarla atma fırsatı bulduk.
Sonrası Allah kerim.

Sükunet ve o büyük gize yaklaşmış çocuk ruhumla evrenle aynı anda adım atmaya çabalayacağım. Güzel bir gönül ve akıl dostum var ismi Umut. Onu seviyorum ve O da her neredeyse oradan yazıp sakladığı notlarla bana konuşuyor. Söylediklerini duymaya bayılıyorum.

ve evet...deniz güzel bir şey..her an temizlenmeye çalışan yürekler, samimiyet, gerçek sevgi, fedakarlık da öyle.

Çok sevgiler hepinize :)

1 Şubat 2012 Çarşamba

dinle

hayat çağırdığında gelmem deme, bir bildiği vardır seni çağıranın, yolun açık olsun, neşe yoldaşın olsun.:)

31 Ocak 2012 Salı

insan aşkını haykırmak ister ya ondan yazıyorum. seni çok seviyorum. Ferda Teyzenle konuştuk aynı anda aynı şeyi söylecek olduk, önce ben söylemişim, aşkın içinde özlem de var dedik. o ağladı. ne zaman ismin geçse ağlıyor. seni çok seviyor. seni çok seviyoruz. biz hepimiz deli gibi seni özlüyoruz. ben kendime engel olmazsam ölene kadar seni sevdiğimi yazabilirim ve bu bana zor gelmez. bunun anlamı olsa yapardım da..ama neyin anlamı var onu da tam bilmiyorum. seni seviyorum çocuk.:)burnundan öperim.

29 Ocak 2012 Pazar

yazmak istiyorum

uzayda bir küçük mavi nokta, kendi çevresinde dönüyor, ona ışık ve ısı veren güneşin çevresinde dönüyor, daha kimbilir nelerin çevresinde dönüp, hızla yol alıyor, o mavi noktada milyarlarca insan, kaç bin çeşit canlı, böcekler var, yunuslar var, devedikenleri var. hepsi dönüyorlar. birbirlerinden çekiniyorlar, birbirlerini yiyorlar, yaşamak için bunu yapmaları da gerekli, bazen oyun oynuyorlar, evlenip düğün yapanları var, minik bebekler var, rüzgar var, yağmur var, kar var, hepsi çok özel o canlıların, ve uzaktan bakınca hepsi tek bir mavi noktacık..insan düşününce delirebilir. düşünmeye son.

14 Ocak 2012 Cumartesi

:PPP

acilen bir iş bulmam lazım. aynı koltuğun aynı köşesini ısıtmaktan bıktım. koltuk ve ben yapışık ikizler gibiyiz. çok da rahat anasını satıyım. Kaloriferin yanında, Tv'ye dönük, hemen sağımda geniş bir kolluğu var, kültablam, içeceğim, her türlü destek ünitem yanımda..)))yine sağımda bir pencere var ki oradan dışarıyı görmek mümkün.
buna rağmen.
az daha evde kalırsam aklımı oynatıcam.
bıktım, yoruldum, sıkıldım.

ühüüüü..Valla ağlayasım geliyor.

üzerime kendi örmüş olduğum yeşil tonlarındaki pançomu giyiveriyorum. püskülleri var.ühüüü...sıkıldım diyorum, anlatabildim mi?

Polyanna olmaktan bıktım.
gülümsemekten bıktım.
kendimden de.

4 Ocak 2012 Çarşamba

bugün

bir de yaşam var.

bebekler ve yeni demlenmiş çaylar, fırından çıkmış poğaça ve baharın müjdecisi papatyalar.
bunlar var.
-benim için-rengarenk yünler var. kafayı gerçekten sıyırdığında ne çok çeşit kazak modeli üretilebilir tahmin edemezsin sevgili okuyucu.
üstelik güzel oluyorlar.:)
hayat tatlıya bağlansın istiyorum.
herşey tatlıya bağlansın.
dertler bitsin ve anın huzuru kalsın.
tatlı bir gülümseme kalsın hepimizin gönlünde.
bu yazı ondan yazıldı.:)

ordan burdan

bu aralar yaşam ve ölüm hakkında hiç düşünmediğim kadar çok düşünüyorum. neşe ve yaşama sevinci hakkında da.
korkma okuyucu, bu konuda düşündün diye sana bir zarar gelmez.
neden buradayız, neyiz, nereden gelip, nereye gidiyoruz tüm klişe sorular aklımda sürekli.
benden öncekilerin düşündüklerinin üzerine ekleyebileceğim bir şey yok. ve zaten derdim kendimle. ben kendi yoluma bakıyorum artık, kendim için ne yapabilirim, kendimle ilgili ne öğrenebilirim? hangi taraflarımı yadsıdım bugüne kadar, kendimin hangi yönlerinden vazgeçtim, bana dayatılmış ve benim sorgusuz kabul ettiğim neler var? bulabildiğim duvarlarımı yıkmak istiyorum.
artık ölümden korkmuyorum.
bunun ne kadar rahatlatıcı bir his olduğunu bilmiyordum. yeni yılın ilk güzel tadı bu oldu benim için.
hikayeden bir korkusuzluktan ya da ölüme dalmak istemekten bahsetmiyorum, hayır. ne çabuklaştırmak ne de yavaşlaştırmak istiyorum sadece. denge. tüm isteğim bu. ve uyum.
denge ve uyum çok neşe ve çok ses istemiyor. ani tepkiler de istemiyor galiba. yavaşça hissediyorum bunu.
bir optimum nokta gibi.
huzurlu ve sakin.
neşe zaten benim silahımdı, al sana itiraf.
acı ve hadsiz neşe arasında çok da fark yok belkide.

gün ısrarla doğuyor, hava değişiyor, ağaçlar yeşerip, sararıyor.
onlardan bir farkım yok, benim başıma da bunlar gelecek, evet.
önemli olan...
bu sürecin benim tarafımdan nasıl algılandığı, her anından olamasa da aklımın başında olduğu anlarda o huzura varabilirim.
bunu farkettim.
Napolyon olmayacağım ve Tanrı korusun, asla da olmak istemezdim.
sanırım ben unutulmak isterim.
tarih boyunca hakkında konuşulan biri olmak için fazla basit bir insanım.

doğdum ve birilerini tanıdım, kimilerini sevdim, kimilerine güvendim. o insanlar önemliydi..ve onların kim olduğu çok da önemli değildi aslında sonsuzluk çorbasında bir yudumdular ve hepsi çok özeldi. ben de öyleyim.

önemsiz ve önemli.
bir içsel yolculuk bu evet.
uykun geldiğinde uyu
acıktığında ye
çağrıldığında git.
bakalım neler olacak...

Yaradan Mevlam, neylerse güzel eyler...