29 Mayıs 2010 Cumartesi

şeyler

Georges Perec'in Şeyler isimli bir kitabı vardır...Genç ve yeni evli bir çiftin ıvır zıvır almak için nasıl didindiklerini, detaylarıyla anlatır. Öyle ayrıntılıdır ki her şey, satırlar bir liste okurcasına uzar gider. Fakat asla sıkıcı değildir anlatılanlar, en heyecanlı macera romanını okusan bu kadar keyif alamazsın.

Hı hı, öyle işte.

Gecenin bu saatinde yazmazsa insan, başka ne zaman yazabilir?

Bak canım okuyucu, önümde zigon tabir ettiğimiz matruşka tipi sehpaların 3.sü var. Kahverengi biliyor musun? Üstünde eski tip bir cam bardak, Coca-Cola yazan kısmı bana dönük.
Onun altında iki not kağıdı...Örgülerimin detayları yazılı üstünde. Benden başkası anlayamaz. Arttır, eksilt, şu sırada şunu yap talimatlarıyla ve bir yığın hesaplamalarla dolu. Örgü ve dantel örmek ciddi bir matematik bilgisi gerektirir. Bunu keşfettiğimde nedensizce mutlu olmuştum ben. Hala da olurum.

Ve küçük, yuvarlak, saydam camdan bir kültablası. Sigaram yanıyor, dumanı burnuma geliyor.

Ve tabi ki bilgisayar...Kuzumun bilgisayarı, bana boyun eğmek zorunda kaldı artık ortaklaşa kullanıyoruz. Tatlım benim.

Yok, hayır, her şeyi anlatmayacağım.
ki bu aralar anlatarak yaşama dönemimdeyim. Buna rağmen anlatmayacağım.

Ama biliyor musun? Geçenlerde bu şehrin ana caddelerinden birinde yürürken dedim ki kendime...Bu caddeden hiç geçmemiş ne çok insan tanıyorum.

Az sonra eve döndüğümde...internet vasıtasıyla onlarla konuşacağım...ben onların, onlar benim hayatıma dahil olacaklar bir şekilde...ama onlar benim milyon kez geçtiğim bu sokakları tanımıyorlar...ve ben de onların sokaklarını görmedim büyük ihtimal.

Gerçekten tanıyor muyuz peki birbirimizi? Belki gerektiği kadar. İzin verdiğimiz ve izin verildiğimiz kadar.

Şimdi ben o sokakları düşünürken...
Çocukluk arkadaşımla yaptığımız sohbet geldi aklıma.

Karşımızdaki apartmanda oturuyorlardı ve o şimdi Kapadokya'da bir yerlerde...
Çok neşeli bir günümüzde, içimizde milyon tane kıpırtı varken ve hayat önümüzde neşeli, cıvıltılı, çilek kokulu ihtimaller sunuyorken...onların evinin terasında, sokağımıza bakmış ve demiştik ki: "Bu sokağı dünyadaki pek çok kişi bilmeyecek...Ve bizim de bilmediğimiz sokaklar olacak. Ama yine de pek çok şehir, pek çok sokak göreceğiz."
Sonra yine neşeyle ve çocukça güldük.

Bu ne demekti bilmiyorum.

Sokağımız bize özeldi. Yaşasın'dı.

Ben o esnada aynı şimdiki gibi farkına bile varmadan denize çıkan bir sokak hayal ediyordum. Tozlu topraklı bir yol ve geleneksel ögeler. Yani yeninin, modernin dokunmadığı şeyler. Salaş bir iki ev belki ama güneşli ve pırıltılı bir gün eşliğinde.

Hımmm...

Görmediğim sokaklarda yaşayan arkadaşlar, sizin de görmediğiniz bir sokakta yaşayan ben hepinize selam ederim.

Hayat an'lardan ibaret. Cola bardağıma saygılar.:)

25 Mayıs 2010 Salı

aklın karışmış mı biraz yoksa, nedir?

aslında ciddi bir yazma, paylaşma dürtüsüyle yazılmış olup da...içinden geçenlerin haricinde her halttan bahseden yazıya üçtemmuzun blog yazısı denir.

evvet, günlük kendimi hacamat etme ritüelimi yerime getirmiş olmanın verdiği huzurla, rahatça yazabilirim artık.

bir kendime güvensizlik, kendimden nefret etme, ne olsa kendimden bulma, sonra da öfkeyle herkesleri suçlama halet-i ruhiyesi içindeyim.

halet- ruhiye. şiir gibi laf len. ne ise.

vardır bunun psikolojide bir adı ama benim umrumda değil.
adını biliyor olmam, onu sevmemi gerektirmiyor.


İlker veleti geldi geçenlerde, anlattığı şey aynı bna benziyordu. (yaşasın berbat Türkçe)

İlkokula başladı, o kadar çok ders verdiler ve o kadar çok şey öğretmeye kalktılar ki çocuğa, o da bencileyin kendinden nefret ediyor bu aralar.

dedi ki:
"Okuldaki arkadaşlarımın yaptığı tüm hataların suçlusu benim"
deim ki:
"Manyak mısın oğlum? Ne yapıyor mesela arkadaşların?"
"Koşuyorlar." dedi.
"Koşuyorlar da , seni mi kovalıyorlar, sen niye suçluymuşsun?" dedim.

Konuşma böyle devam etti de, demem o değil: Hah işte ben de bu aralar öyleyim. Öyle hissediyorum.


Bir "Afedersin, rahatsız ettim" durumları "ayyy kusura bakma benim hatam" cevapları filan.
İki lafımdan biri özür.

Eşek olarak dünyaya gelseydim daha iyiydi diye düşünüyorum. Bari özür dilememe gerek kalmadan, sırtıma vurulanı taşır dururdum.
-Ay bak şimdi de eşek olmayı tercih ettim. yuh artık.-

Gandhi'nin "Düşüncelerine dikkat et, kaderin olurlar" şeklinde uzuuun bir saptaması var. Onun öğretisini dinlemek istiyorum aslında. çabalıyorum. Ama zurnanın zırt dediği yer şu, bir düşünce nasıl değiştirilir? Bilen var mı? Neyi nasıl düşünüyorum bilmiyorum ki ve de bunu tespit ettiğimi varsay sayın okuyucu, misal tam tersini mi düşünmem lazım?
Ne yapmalıyım yav?

Örgü örüyorum. İlmekler, renkler, yumoş ipler. Var ya az kaldı...hepsini camdan savurup atacağım, demedi demeyin.

Geçelim bu depresyonsal muhabbeti...ordan çıkmanın tek yolu depresyonu unutmak. Yeşilliklerde koşsam filan iyi gelir mi acaba?

Ya bir de üstüne üstlük yaşlanıyorum. hadi bakalım. moralim bozuluyor.:) (Hey Güzel Allahım, bu nerden çıktı şimdi, bilnçaltı, alta dön.)

Herkeslerden özür dilediğim için, kendimden özür dileyip bitireyim bu çılgın içdöküşsel yazıyı. Ne dediğimi unuttum zaten.

16 Mayıs 2010 Pazar

;

kendine ihanet etmeyeceksin.

yaşadıklarımdan tek anladığım bu.

kimsenin lafı düşüncesi fikri, öğretiler, mahalle guruları, iyi kalpli teyzeler, olsun varsıncılar, canınız cehenneme.

kendine ihanet etmeyeceksin.

sonuçta hayatın yine de sefil, korkunç, bedbaht bir hale de gelecek olsa
kimseye boyun eğmeyeceksin.
eğdiğin an bittin.

idare etmenin ne muhteşem sanat olduğunu anlatanlar, yalan söylüyorsunuz.
kendinize bile.

gerçekten seven insan idare etmez.

saçmalamadım, ne dediğimi biliyorum.

4 Mayıs 2010 Salı

:)

benim canım artistik yazı yazmak istiyor. aman da mesafeli, cafcaflı kelimeli, sanat sanat içindir yazısı. e he. artistik kim ben kim.
ya bu İzmir gıcık bişey.
bak yine mis gibi çiçek kokuyor her bir taraf.
Valla gece vakti insanın aklısı başından gidiyor.
olmayan şey gider mi? benimki gitti bile.

o evlerin arkasında denizin olduğunu bilmek güzel şey.
daha da başka bişiycik demem.

cıvıldamak istiyorum.
hah işte bir de bunu dedim, tamamdır.:)