19 Ekim 2009 Pazartesi

tekrar bakmalı

Kendini alıp, kafasındakileri alıp, yaşanmışlıkları, korkuları, yenilmişlikleri alıp, hayal kırıklıklarını bir cebine, umutları bir cebine koyup tek başına dağa, taşa, ormana kaçan insanları seviyorum.
Panter, deniz ve küçük kız diye bir yazmıştım. Hah tam da o güzel deniz kıyısında böyle bir adam vardı.
İsmi Tarzan.

Gerçek ismi neydi...kimse bilmiyordu.
Bizim küçük restoranımızın arkasında, dağın güzel bir yamacında yaşıyordu.
Eğimli tepeye setler yapmıştı. Orada çiçek, sebze filan yetiştiriyordu.
Arada bir görünür, çoğu zaman ortadan kaybolurdu.
İnsanlarla çok sınırlı bir muhabbeti vardı.
Şimdi bakıyorum da amacı bu imiş zaten.:)
Anlayamayacak kadar gençtim.

Böyle bir insanın varlığının tuhaflığını farkedemeyecek kadar gençtim.
Onun varlığını öğrendiğim ilk andan itibaren her şey bana doğal gelmişti.
Hani 2 yaşındaki bebek uçan bir insan görse bile bunu normal karşılar ya, öyle.

Bir de o zamanlar...
Bilmem katılır mısınız?
"Farklı" insanlar vardı.
"Farklı" insanlar normaldi.
Sanki heryerdeydiler.
Büyük bir doğallıkla kabullenilirlerdi.
"Kimbilir neler yaşamış" denir, haklarında bir şey bile öğrenilmeye çalışılmazdı.

Mesela Bizim şehrimizin ortasındaki bir caddedeki "Kuşlu Ev"
Ah, inanılmazdır.
Yıllarca bu şehirde yaşayıp da o evi farketmeyenler vardır, o ayrı.
O evi farketmek için kafanı gökyüzüne çevirmek gerekir çünkü.
Bunu yapmayı akıl eden insan sayısı azdır...

Kuşlu Ev....
Sanırım 3 katlı bir apartmanın terasına ahşaptan kat çıkmış Kuşlu Ev'in mimarı.
Nasıl anlatsam...
Profesyonel bir mimari değil ki...
Cumba benzeri şeyler, köprüler, odalar...
Ve orada kuşlar...
Sahibi aşıkmış diye duymuştum.
Sanırım kavuşamadılar...O da aşkını ahşap vasıtasıyla kuşlara sundu.
Bilmiyorum gerçek mi...
Bu hikayeyi dinlediğimde de hemen hemen aynı yaşlardaydım.
Doğal ve güzel gelmişti bana...
O kadarcık.

(Sonra o çatıyı yıktılar. kaçakmış. Zavallılar.)

Bir de şehrin arka sokaklarından birinde
nasıl anlatsam?
Hani küçük Anadolu şehirlerinin tevazu fışkıran sokakları vardır.
Evler çok alçaktır, tek katlı ve küçük kapılıdır.
İnsan bu eve normal bir boyda insan sığamaz diye düşünür.
Halbuki güzeldir o evler.
Bir lokma, bir hırka felsefesini fısıldarlar.
Neyse...

O evlerin birinin önünde çiçekler var.
Sen arabayla daracık sokaklardan ilerliyorsun...
bir dönüşte aniden o çiçekler ve o ev çıkıyor karşına.
Türlü çeşit konserve kutusuna ekilmiş çiçekler.
Türk çiçekleri.
Yeni moda hiç bir şey yok...
Bildiğin çiçek...
Tüm Huskylere inat...Karabaş köpecik gibi.:)

O evin sahibini de eşimden öğrenmiştim.
Zor bir mesleği var imiş.
Onu çiçeklere aşık etmiş demek ki...

Bu yarım yamalak anlattığım hikayelerdeki adamlar, insanlar...
Kendimi bu aralar onlara çok yakın hissediyorum.
Onları anlıyor, hepsini birer insan kardeşim olarak selamlıyorum.

Sürüden ayrılıp şair olanları...
Kafasını caddenin ortasındayken utanmadan gökyüzüne çevirenleri...
Yolda gördüğü köpecikle muhabbete girişenleri...
Evinin balkonuna ilk kez bir saksağan geldiğinde, neşeyle koltuğa tırmanıp, camdan onu seyreden o küçük kızı seviyorum.

Kendini olduğu gibi kabul eden...
başaramayınca sessizce giden...
kendini çiçeklere, kuşlara, şiirlere veren insanları seviyorum.

Onlar azaldı farkında mısınız?
Ya da ben göremeyecek kadar körleştim.
Umarım öyledir
ve gözlerim gerçeğe açılır...
Neşeyle...:)

9 Ekim 2009 Cuma

hey günlük

n'apıyorsun, nasılsın...
seni bir kenara fırlatıp attığım için üzgün olabilirsin.
aldırma...
zaman zaman hepimizin başına gelir.
kişisel bir mesele değil.
sorun sen değilsin yani.
ben yorgunum az biraz.
konuşmalarımı kendi içimde yapıyorum.
kendimle halleşiyorum.
kendime soruyorum.
kendim cevaplıyorum.
kavga ediyorum
sinir oluyorum.
barışıyorum.
kendimi affediyorum.

bunların hiçbiri seni ilgilendirmez.
onun için yalnızsın bu aralar.

belki bir gün yeniden...
söyleyeceklerimin bir işe yarayabileceğini düşünürsem...
o kıvılcım içimde yeniden yanarsa...
neşelenirsem, ne bileyim güvenim tazelenirse...
belki gelirim.

2 Ekim 2009 Cuma

limonlu soda

limonlu soda gibiyim bugün.
serin, ferah ve mutlu.

evi temizledim.
evimin temiz halini seviyorum.
işim bitince bir fincan kahve yapıp o temizliği seyretmeyi.

bir de inadına yumuşacık bir hava var dışarıda.
huzurlu huzurlu.

çamaşırlarım da kuruyor, yaşasın.
ılık güneşin altında bir o yana bir bu yana kımıldayarak.

yarın çok sevdiğim insanlar gelecek bana.
güzel insanlar, kalbimin kapılarını açtığım insanlar.
mırıldadığım, vızıldadığım, mızırdadığım, gülüştüğüm ve de dertleştiğim insanlar.
yerine göre değişir elbet.

parmaklarım klavyede yavaşça dolaşıyor
limonlu soda içiyorum bir yandan
telefonum yanımda
haftaya bırakacağım sigaram yanımda.

panterli yazı orada kalsın istemiştim.
ama içimden bunları söylemek geliverdi.

bilgisayarın önünde iki oyuncak var.
yumuş yumuş.
biri minicik bir fil.
canım kuzenim Ümit'in armağanı.
diğeri inadına civcivli bir tavşan.
ona ten rengi olarak sarı rengi uygun görmüşler.
pembiş burnu var bana bakıyor.
Pervin Halacığımın armağanı.
ekrana yapıştırılmış bir mini bebecik ve de boynunda asılı kocaman bir hamur çiçek.
ben yapmıştım. her zamanki "bir şey yapmalıyım" delilik anlarımdan birinde.
yine ekranın kenarına yapıştırılmış bir köpecik.
bacağını kıvırmış, çok afili.
e bu bir kız bilgisayarı olacak o kadar.

güzel, bunlar da kayda geçti.
sevindim.
neye yarayacaksa bilemedim ama.