13 Ekim 2008 Pazartesi

x y'ye giderken= bir varmış bir yokmuş

Bu yazı tamamlanmadı. İçten geldiği gibi yazıldı. Dünyaya bakışı onlar ve biz diye ikiye ayırdı .Valla bence iyi de yaptı. Benliğimize benliğimize yapılan kavram saldırılarına, cılız bir tepki kendisi.

empati= halden anlamak
ay bu nasıl sinir bozucu geliyor bana.
Başka işin yok mu da kendini al, karşındakinin yerine koy.
Uğraşma hiç, halden anla yeter.
O haller hepimiz için.


sempatik= cana yakın
Çokkk sempatikkk...Yani? Güler yüzlü, cana yakın, temiz, içten, hani al da içine sok derler ya öyle... Bu tariflerin hepsi sempatik kelimesinden daha açıklayıcı sanırsam.


criminal= kader mahkumu (cinsel suçlar hariç) (yandaki parantez içi kendi yorumum)
ha bir de criminal var şimdi.
Ben bunların polislerine, yargıçlarına filan bakıyorum...hiç birinin ağzından "geçmiş olsun" lafı çıkmıyor.
Üvey baba kıza sarkıntılık etmiş, gün gelmiş kız dayanamayıp babaya zarar vermiş. Kıza kiralık katil muamelesi yapıyorlar.
Sanırsın azılı terörist yavrucağız.
Biz o kıza kader mahkumu deriz, çok da iyi ederiz.

etik= ahlak (ki ikisi eşit midir, tartışılır)
etik davranmak...etiğe uygun...etik olarak...
Bunların hiçbiri bende bir duygu uyandırmıyor.
İyisi mi gece yatağa yatınca kalbime sormaya devam edeyim diyorum.
Vicdanıma...
Ne acımasız mahkemedir o, kılı kırk yarar.
kendimi bile harcar.
etikten sağlamdır yani.


ben= biz
sadece kendim için dua etmemeyi öğreten bi dolu şey yaşadım ben.
İstesem de ben diyemiyorum.
Öğrenirsem diye korkuyorum.

Yazı tamamlanmadı demiştim, doğru söylemişim...:)

12 Ekim 2008 Pazar

b.b.

Bezgin Bekir öyyyleee yatar.
Koltuğunun dibindeki sarmaşık onu sarar da aldırmaz.



Not:
Oturdum ben demin
rahat ferah bir yazı yazdım.
Yazının içinde Bezgin Bekir de vardı evet.

Sonra yazdığımı okudum.
Kendi bezginliğime yakıştıramadım yazının vıdı vıdısını.
Bi sus dedim kendime, gözler konuşsun...


10 Ekim 2008 Cuma

:^^'!)/*

Sinirliyim bugün blog.
Hırsımı senden alabilirim.
Bardak-çanak kırabilirim.
Tekme tokat girişebilirim.
Ağız dolusu küfredebilirim.
Taa ben senin diye başlayıp...alakasız bi yerden çıkabilirim...

Tam bu noktada nerden estiyse babamın eski tanıdıklarından birinin çılgın şiiri geldi aklıma.
Önce bir sakin deniz kıyısı hayal et sevgili blog ahalisi.
(Atalet hani benim kaçtığım Cennet var ya, olay orada geçiyor yani.)

Bizim kafadarlar içiyorlar, deniz kıyısında.
Muhabbet de süpper.

O küçük koyun ahalisinden biri ki kendisi bir İstanbul kaçkını o yıllarda, kendi şiirini okuyor babama:

Şiir şöyle bitiyor:
İstanbul, üstüme sıçrama...
Sıçrarsan eğer ağzına s....

Babam şok. Bu nasıl şiir.
Ama anlıyor, karşısındakinin canı çok yanık...

Bazen dev kahkahalarla bize okurdu bu şiiri.

Romantik bir yazı mı beklemiştin sevgili blog okuru?
Bugün bulamayacaksın...

Kendime:
Git, giyin, gülüşünü tak yüzüne, çık evden.

8 Ekim 2008 Çarşamba

acabalar diyarı

Bundan 20 yıl evvel ne zaman televizyonu açsam gümbür gümbür bir ses geliyordu ekrandan:
Konuşan Türkiye.

Artık susmayacağız, konuşacağız deniyordu.

Çok destekliyordum.

Kol kırılır yen içinde kalır olmayacaktı artık. Kol kırıldığında, bak amaaa kırıldı denilecekti.
Daha da ilerisinde neden kırıldı, nasıl kırıldı diye sorulacaktı...

Hatta her şey yolunda giderse bu sorulara cevap bile alabilecektik.

Ütopyam ise şuydu:
O kol bir daha kırılmayacaktı.

Ve her şey "konuşan Türkiye" ile başlayacaktı.

Öyle mi oldu peki?

Deprem oldu.
Yok, yani gerçekten deprem oldu.

Uzmanları dinledik.
Her biri farkli şeyler söylüyorlardı.

Şaşırdık.

Tek kanallı dünyamızda yoktu böyle bir şey çünkü.

Arada kaldık...
Kim doğru söylüyor?

Kendi aralarında yapmaları gereken tartışmaları oturma odamızda yapıyorlardı.

Fay hattı ne demek henüz öğrenmiştik.

Diğerlerini bir anda öğrenmek zorunda kaldık.
Sismoloji, deprem perdesi, kolon, kiriş, magnitüd...

Kendimize uygun Prof'lar seçtik.
Rahmetli Barka, Celal Şengör, Naci Görür,...gibi...

Deprem bahsi bu...

Peki ya özelleştirme?

Ben bu söyleme de çok inanmıştım.
O zamanlar çalıştığım kurum bir özelleşse ne şahane olacaktı.
Bu değerli kurum iyi yönetilecek, iyi kazanacak, insanlara daha iyi hizmet verecekti.

Özelleşmedi ama küçülmeye gitti.
Onunla beraber benzer pek çok kuruluş da.

Özelleşenler de oldu.

Artık bu şehrin çocuklarının çalışabileceği çok az işyeri var.

Bayilik prensibiyle çalışan işyerlerinde çalışabilirler evet.
Az bir ücretle, çok fazla mesaiyle.
Doğum izni- bayram harçlığı- ücretli izi hakları var mı? Bilmiyorum, belki vardır.
Ama benim çalıştığım kurumda bu saydıklarım benim doğal hakkımdı.

Bu da böyle...

Her konuda konuşuyor gazeteler, televizyonlar artık.

Hangisine inanacağız, doğru olan ne ben şaşırıyorum.

Karakol taşınmalı mı- taşınmamalı mı?

Ekonomik kriz Türkiyeyi nasıl etkiler?
(Hey Allahım biz ailecek 2001'de olanından çıkamadık hala)

Bu soruların cevabı bende ne arar?

Kaçımız bu konuda gerçekten işe yarar fikir sahibi olabiliriz?
Mümkün mü?

Ama dinliyorum, okuyorum.

Şunu yapmaya çalışıyorum:
Kendine önce konuyu bilen, geçmişini az-çok incelediğin, güvenilir birini bul.
Gazeteci-uzman-televizyoncu-akademisyen...

Dinle...Oku...İzle...
Sonra diğerlerine de bir bak...
Murakabe kalemin yok mu?
Tüh ama olmalı...ki fikirleri birbiriyle çatabilesin.

Ha bu arada, bu söylediğim neredeyse tam günlük iştir, savsaklama...

Savsaklama çünkü bu konuların hepsi bugününü ve yarınını belirliyor.

Hem çok fazla konuşan var, yetişmen lazım.

İmdat.

Dön başa.

Konuşuyoruz artık.

Toplumun geneline konuşanların, yazanların ne kadarı konuştuğu şey hakkında bilgi sahibi?

Ne kadarı iyi niyetli?

Ya da niyeti ne?

Konuşma yeteneği daha iyi olanın söyledikleri daha doğrudur diye bir yargıya varabilir miyiz?

Ya bu hataya farkına varmadan düşüyorsak?

Aklıma takılıyor bunlar...Bu acabalar...Paylaşmak istedim.

(Umarım hiç kimse bu yazıdan konuşmayalım ya da konuşulmasın dediğim sonucunu çıkarmaz.)

6 Ekim 2008 Pazartesi

***

Micheal Moore'un Sicko/hasta belgeselini izledim...
O gözde büyütülen Amerika'yı lime lime etti adam.
Yok ama öyle böyle diil.
parça pinçik.

Bir doktorun yükselebilmesi için %10'dan fazla sigortalı tedavi başvurusunu reddetmesi gerekiyormuş.
Kimi hastalar şişman kimileri zayıf olduğu için sigortalanmıyormuş.
Diyelim şanslı bir hastanın sigorta talebi karşılandı ve tedavi edildi. Derhal bir dedektif yollanıp hastanın 5 yıllık geçmişindeki tüm hastalıklar inceleniyormuş.
Ki ufacık unutulmuş bir açık- beyan eksikliği bulunsun ve sigorta harcanan parayı hastadan geri tahsil edebilsin.

Bir doktor mahkemeye başvurdu ve dedi ki: Suç işledim. Sigorta kapsamında olmaına rağmen bir hastanın tedavi isteğini reddettim. Çünkü 500.000 dolar tutuyordu. Bu sayede işimde yükseldim ve maaşım arttı.
Yine bir sigorta şirketinde çalışan genç bir kız ağlayarak itiraflarda bulundu.
Bir dedektif işi bırakmış, geçmişiyle hesaplaşmaya çalışıyordu.

Bahsedilen tüm sigorta şirketleri özel.
Çünkü Amerika'da devlet sağlık sigortası işine karışmıyormuş.
Bunu hatırlatmak isteyen olursa her sefer müthiş bir komünizm geliyor propagandasıyla herkesi susturuyorlarmış.

Çok ilginç bitti belgesel:
11 Eylül enkazında gönüllü çalışan ve solunum sorunları yaşayan bir kaç kişiyi Küba'ya götürdü Moore.
Bu insanlar tedavi masraflarını kendileri karşılayamayacak kadar yoksul ve devlet yardım etmiyor.
Hiç karşılıksız tedavi oldular.
Doktorlara sarılıp ağladılar.

Küba'lı itfaiyeciler onları ağırladı daha sonra.
Saygı duruşunda bulundular ve dediler ki: "Biz kardeşiz, keşke size o gün yardım edebilseydik."

Bu sefer Amerikalı kardeşler itfaiyecilere sarıldılar.
Yüzlerinde gerçeği keşfetmenin acısı ve sevinciyle.

Çok etkilendim.

Kuzular

Bayram çok güzel geçti.
Umutum ve arkadaşları beni kendilerine hayran bıraktılar.
Şiir yazanlar, deli gibi kitap okuyanlar, film çeken gencecik çocuklar.
İçleri pırlanta, merhametli, akıllı, gerçekten işe yarar bir şeyler yapmaya çalışıyor hepsi.
Bu bahsettiğim grubun yaşı azıcık büyük.
Hem para kazanmaya, hayata tutunmaya çalışıyorlar hem de çölü ormana çevirmeye.
Gurur duydum, mutlu oldum...

Sonra malum...
Karakol baskını...
İçim acıdı...Allahtan sabırlar diliyorum hepimize...

Alakasız gelmesin...
Çok fazla yabancı kanal, dizi, film izliyorum ben.
Bizim çocuklarımızdaki o kalbe bakıyorum, bir de diğerlerine.
Maddi rahatlığın battığı, zarar vererek eğlenen gençler görüyorum genellikle o filmlerde.
Genelleme yapmak yanlış evet.
Ama var böyle bir şey.

İçleri temiz bizimkilerin.
Ülkemizin yaşadıklarına bakıyorum, çocuklara bakıyorum, durmadan dua ediyorum.
Hepsinin bahtı açık olsun İnşallah.
Keşke bizim nesil onlara sadece hayallerinin peşinden gidebilecek şartlar bıraksaydı.
Yapamadık.

Bu günden sonra sırf bu amaçla yaşasa insan mesela...ne kadar da yaşamaya değer bir hayatımız olurdu değil mi?

3 Ekim 2008 Cuma

sorular

Benim için pek çok duygunun bir anda yaşandığı bir Bayram oldu bu.
Güzeldi, gerçekten.:)
Yıllardır gidilmeyen kayınvalideye bile gidildi.
Ahhhh...keşke bu konuda azıcık yazıp rahatlayabilsem. Ama yapamam ki.
Hoş olmaz.:P

Bütün bir akşam boyunca muhabbete katılmaya çalışıp, yüzümde gülümsemeyle soruları cevaplarken düşünüp durdum.
Neden epeydir görüşemediğimizi bir kez daha anladım.
Bunu anlamamın hiç bir faydasının olmayacağını da anladım.
Kendime baktım, kendimi dinledim ve evet biraz da kendime üzüldüm.

Benim onlarla yaşadığım sorunları, ailenin bir torunu kendi eşinin ailesiyle yaşıyormuş.
Onların nasıl yırtıcı bir tavır aldıklarını gördüm...yine üzüldüm.
Yazık sana yavrum, böyle yapmak gerekiyormuş demek dedim kendime.
Yırtıcı davranmadığın için anlaşılmamışsın hiç...
Onlardan sıcak ve samimi bir sevgi beklediğin için.
Halbuki bunu asla alamayacaksın.

Eskiden daha kolaydı, çok kendine güvenli, kimseye eyvallah etmeyen biriydim çünkü.
Hayat hakikaten yumuşattı beni. Alttan alıyorum, sakin düşünüyorum, hemen cevap vermiyorum, kırmamaya çalışıyorum, başımı öne eğip, olsun ne var bunda canım diyorum...

Bildim bileli çevremdeki herkes böyle biri olmamı istiyordu.
Oldum mu ne?

Bütün bunları benden bekleyenler gerçek beni özlemiyorlar mı hakikaten?
En çok bunu merak ediyorum.

"Freud diye bir şey yok" diyor ya şair...
Değiştireyim ben bunu kendimce:
Aslında "diğerleri" diye bir şey yok

Bunu farketmek iyi bir başlangıç noktası olabilir mi ki?