4 Ocak 2009 Pazar

zevkler ve renkler tartışılmaz :)

Ep-met'le pazara gidelim, gezinelim, yürüyüş yapalım, kafa dağıtalım diyorduk ama şıkır şıkır yağmur yağıyor burada.

Gezinti işinden vazgeçince 'aylak bakkal eski defterleri karıştırır' misali blogla oynamaya karar verdim.:)

Sayfamın renklerini değiştiresim var. Aslında tepedeki resmi bile. Ahanda bu diyebilmek için bi dolu resim, çizim aradım googleda, yok hiç biri gönlümü çalamadı.:)

Du bakalım elbet bişey çıkar.Hiç olmazsa fon rengi değişsin bakalım şimdilik.

Ne dersiniz blogun bu haline merak ettim.:)

3 Ocak 2009 Cumartesi

***

Televizyon kanalı sahiplerine sesleniş:
Koca koca insanlarsınız. Belli paranız var. Bu parayı kazanmak için çaba gösterdiğiniz, çalıştığınız da belli. Yok babadan kalma paraysa bu daha bile iyi. Siz o parayı kazanmakla geçireceğiniz zamanı zaten sahip olduğunuz rahatlıkla hayatınızı güzelleştirmekle geçirmiş olmalısınız.
Peki bir gazete ya da tv kanalı kurarken, satın alırken amacınız neydi?
Bunun cevabını çok merak ediyorum.
Televizyonu her açtığımda merak ediyorum.

Kötünün kazandığı, sahtekarın cezalandırılmadığı bir yarışma programı hangi akla mantığa sığıyor?
İnsanların dedikodu ettiği, çerez niyetine insan hayatlarının paramparça edildiği programları içinize nasıl sindiriyorsunuz?
Kendi kanallrınızda yayınlanan dizilere rastladınız mı hiç?
Ben bir tanesinde tecavüz sahnesine denk geldiydim, bir arkadaşımın evindeydim, odada küçük bir çocuk vardı. Diziyle ilgilnmediğimden sonradan farkettim çocuk dehşet gözlerle sahneyi izliyor. Televizyonu hızla kapadım.
Kaç çocuk o sahneyi izledi?
Kaç delikanlı, kaç ruh hastası?

Attila İlhan dizileri olurdu TRT'de, mesela Yarın Artık Bugündür...ne zaman tekrar yayınlansa oturup izliyorum.
Banazlı, Ateşten Günler...her neyse.
Tek farkı var şimdiki dizilerden.
Bir şey anlatıyor. Anlattığını mantık çerçevesinde anlatıyor. Tüm karakterler olgun. İyi kötü karakterlerin hepsi amaç sahibi ve bu amaç için uğraşıyorlar. Gerçek hayattan kopuk bir tek replik yok.
Doğuda doktor olmak için çabalayan genç kızın ayakları yere sapasağlam basıyor mesela. İzleyene önder oluyor, kimsenin gözüne sokmadan.
Aldatma da var, yasak aşk da, sahtekarlık da...ama hepsi gerçek hayattaki gibi, duru ve sade. Nedenlerini de anlıyoruz o sahnelerde.

Yayınladığınız programların çoğu var olan ufukları da kapatıyor, farkında mısınız? Tanıdığım yaşlı Teyzeler bu dedikoduları anlatıyor bana, evlilik programlarını anlatıyor ağzım açık kalıyor. Ama çok ayıp diyebiliyorum sadece. Onlar da ayıpşıyor ama televizyonda seyrettiklerinden gerçekliğine inanıyorlar, güvenilir birinin bu ayıp demesini bekliyorlar.

Yemek mevzusu da gına getirdi söyleyeyim. İkinci Bahar'la başladı, Anadolu'yu geziyorum diye devam etti, şimdi 3 kap yemek için insanları birbirine dövüştürüyorsunuz.
Siz hiç bir şeyi tadında bırakamaz mısnız?

Nasıl olur da aklınıza yeni mevzular gelmez?
Gemilerde geçen bir dizi yapın mesela. Denizclik neymiş, denizci neymiş şu 3 tarafı denizlerle çevrili ama parasızlıktan ve ufuksuzluktan denizi görünce "a ne çok su" diyen yurdum insanı birazcık tanısın şu ülkesini.

Her yılbaşı taciz haberleri veriliyor.
Utanıyorum ben.
Çok.
Haber programları bunları yapanları engelleyecek, utandıracak bir ön hazırlık yapacaklarına, bu utancı herkesle paylaşmak için yarışıyorlar birbrileriyle.
Sotaya yatıyor muhabirler.
Kimse dur demeyecek mi gerçekten?

Siz iyiyi özendirmedikçe, ödüllendirmedikçe iyinin kazanma şansı var mı ki?
İnsanların parası yok.
Sosyal ilişkiler bitmiş.
Tek vakit geçirme aracı televizyon.


Genç nesil şarkıcılara bakıyorum, bir yere gelmişler, paraya açlıkları bitmiş yeni bir açlığın farkına varıyorlar. Kendilerini geliştirmeye çalışanlar neredeyse piyasadan siliniyor. Acımasızca eleştiriliyor, ama sen küçük bilmemneydin deniyor. Tutsana elinden. Paraya kavuşmak mühim ama sonrası?

Bunların gerçekten mi farkında değilsiniz?

Neyse uzattım çok. Dışarısı ormanlık derler ya.
Yok bizde durum farklı.
Ormanın kuralları vardır en azından.
Dışarısı çöl.
Her gün yeni bir güzelliğimizi buduyorlar.

Valla yazmasam olmazdı.

2 Ocak 2009 Cuma

Şeyler

Merhaba yeni yıl..:)
Ben sevdiğim ufak şeylerle bir başlangıç yapmak istedim.
Saat gecenin 2'si. Ve karnım çok aç. O yüzden önce nar gibi kızarmış bir tostla başlayalım.
Ve ekleyelim.
Tost dediğin Mihaliç peyniriyle olur. Tuzludur ve üzerinde mutlaka sulandırılmış salça olmalıdır.
Yanında da köpüğü bardaktan taşan bir ayran tavsiye edilir.
Öyledir yani.:)



Tostla gayet alakalı bişey var sırada.
Monet.
Ve nilüferleri.
İki anlamı var hayatımda.
Bana kalsın.:)



Kitap tabi...
Severim gerçekten.
Uzatmaya gerek yok.:)





Balık tutmak.
İlkokula giden karagözlü bir kız çocuğuyken yazları babamın restoranın olduğu küçük koyda balık tutardım.
Sevgide profesyonellik sevmem ben.:)
Sinek oltasıyla, misinaları kendim bağlayarak, midyeleri kendim bulup, kendim açıp, yemi hazırlayarak.
Sonra Allah ne verdiyse.
İsimleri de kendileri gibi güzel, kaygan, minik, zıplayan sarpalar, izmaritler...:)
Ben galiba hiç tutamadım ama zarganaya bayılırım.
İsmine de kendine de.
Filinta gibidir, denizlerin yakışıklısıdır gözümde.:)











O balıkların tutulduğu yer.
Merak edene neresi olduğunu söylerim.:)









Yok burda ayıp birşey yok.
Blog yazmış akıllı fotoğraf sahibi parmaklarıyla.
E seviyorum blogu.:)











Sevdiğim daha çok şey var.
Onlarla yaşamak istiyorum, neşeyle ve keyifle.

Bir de sizi seviyorum.
Resimleriniz burada olmayabilir ama hergün benimlesiniz.:)
Blogu bırakıp giden sevgili arkadaşlar...
Lütfen dönün, inanın sizi çok arıyoruz...

Yazıyı tadında bırakayım...
Bye...:)

(Niye böyle mektup gibi oldu bu yazı?)