30 Kasım 2008 Pazar

yetti gari

Klasik Pazar eylemlerini gerçekleştiriyordum.
Mızırdanarak uyan,
kahvaltı sofrasına otur,
çayın mis gibi kokusu başını döndürsün.
Yarı açılmış gözlerle gazeteyi aç.

İlk yazardan ilk başlık:
Dün Hayatıma 13 Kadın Girdi

Benden ilk tepki:
Pööööfffff......

Aman ne de vurucu olmuş
Aman ne de kadın yanlısı bir başlık olmuş
Öeyhhh...sıktı ama...

Bunlar içimden kolkola geçip giden düşünceler.

Birkaçgün evvel okumuştum gazetede, rahmetli kardeşimiz Güldünya için 13 kadın biraraya gemiş ve onun için şarkılar söylemişlerdi. Kesin dedim, yazıda bu anlatılıyor.

Evet, öyleymiş.

Aynı hissiyatı Mustafa filmi yayına girmeden evvel Beyaz'ın Cnn'deki programına katılan Can Dündar'ı izlediğimde yaşamıştım...

Ergen delikanlı ses tonuyla, neredeyse ağlamaklı romantik bir tonda filmini anlatıyordu.

İçeri gidip evdekilere şöyle dedim:
"Eeeehhh yeter ama...Bir kahramanı anlatıyorsun, sesin kendine güvenli çıksın biraz...çok sıkıldım ben bu üsluptan."

Vallahi çok sıkıldım ben bu üsluptan.

İlk bölüme döneyim: Ne şarkılara ne de bu düşünceye bir itirazım yok.
İtirazım bunun kadın yanlısı bir erkeğin gözlerinden anlatılış şekli.

Hakikaten bu sıkıcı romantik üsluptan hoşlanan hemcinsimiz var mı aramızda?
Çok merak ediyorum.

Aşk ve kadınlardan bahsetmek için sadece Pazar günlerini seçiyor bu Başyazar.
Pazar= aşk.
Pazar= kadın

Otomatiğe bağlamış gibi.

Ben bir kadınım.
Haftanın diğer 6 günü de yaşıyorum.
Haftanın diğer 6 günü iş arıyorum mesela, bu bıdıcık şehirde.
Haftanın diğer 6 günü de yemek pişiriyorum.
Haftanın diğer 6 günü de kadın olmaya devam ediyorum.

Ve gencecik bir kadın, abisi tarafından öldürülmüş,
Bir grup diğer kadın Onun anısına şarkılar okumuş
bu duyuralacak insanlara
başlığa bak:
Hayatıma 13 kadın girdi.

Cinsellik çağrıştıran, duyyygggu dolu bir yazı.

Valla tokum ben, almayayım...
Duygudan soğudum sayenizde...

Paz-ar neş-e-si :P

Tvkanallarından:


Sinema öncesi bir alt yazı:

"Son Ağa'dan sonra Kral Arthur..."


Bu da magazin programından:

"Sibel Can'ın içinden Ebru Gündeş çıktı."

29 Kasım 2008 Cumartesi

Gülsene

Yasaklar'ı hatırlayanınız var mı? Aşkolsun'u, Deliler'i?

Peki Boşgezen ve Kalfası'nı?

Karşı Show?

"Karşıyız karşı, herşeye karşı..."

Eksikliğini hissetmiyor musunuz?

Metin Akpınar'ın, Zeki Alasya'nın, Ferhan Şensoy'un, Ahmet Uğrlu'nun?

Bunlar pıt diye unutulacak değerler mi?

Her biri derya deniz bu insanların. Sadece bilgi deposu da değiller üstelik, sahip oldukları onca bilgiyi, tecrübeyi birbirine çatabilen, her birimize çıkış yolları gösterebilecek, inanılmaz zeki, hayatı bilen insanlar.

Nerdeler?

Tv yoklarsa hiç bir yerde yoklar demek galiba.

Öyle çünkü benim mesela bu şahirde oturup onlara ulaşma şansım yok. Onları görebileceğim tek yer Tv.

Oysa mizah çok değişti bu ülkede. Herşey gibi.

Siyasi mizah tü kaka.

Peki bu hayatımızı ne hale getirdi? Çevreme bakıyorum gülmeyi bilen öyle az insan kaldı ki. Yani şöyle ince bir şaka yapabilen. Gülmek için derdüstü muradüstü olmak gerekiyor diye düşünür hale geldi insanlar. Oysa gülmek acının haykırılmasıdır bazen. En insani yöntemdir belki.

Aile büyüklerimin anlattığı komik hikayeler vardır, bazen paylaşmak istiyorum, bir bakmışım unutmuşum...Yuh diyorum, sen de mi be kızım?

Mesela birinden duyduğunu diğerine aktaran bir Bey varmış ailede, nurlarda uyusun, karısı ona "ama niye yaptın bunu?" deyince dermiş ki büyük bir nezaketle ve üzüntüyle:
"Ama hayatım, bu benim görevim"

:))))

Bir de 5 Yusuf varmış mesela, o kadar güzel atarmış ki, bütün kahve oturur onu hayranlıkla dinlermiş. Abartının dozu kaçınca "Aaaaa ama bu kadarı da fazla kaçtı" derlermiş.
Büyük bir ustalıkla şöyle cevap verirmiş 5 Yusuf:
"O yalan peki...Ama bu da mı yalan?"

Başlarmış yeni hikayeyi anlatmaya...:)

Bunlar önemli insanlar.

Cem Yılmaz'ı dinledim geçen hafta Habertürk'teki Cem Mumcu'nun programında.
Sonuna doğru baygın düşmüştüm.

Özür diliyorum kendisinden ama o kadar çok konuştu ki. İlk defa onu dinlemekten yoruldum.

Arog'u merakla bekliyorum, çabalarına ve yaptıklarına da büyük saygım var ama abicim siyasi mizah olmadan eksiksin işte.

Hayatın içinde her şey var...işsizlik, savaş, kavga, ...bunları atıp sadece arta kalanlardan mizah üretmeye çalışırsan yetmiyor.

e2'de Jon Stewart'ı izliyorum denk geldikçe.
Hayran oluyorum.

Koca bir seçim dönemini nefer gibi çalışarak geçirdi adam. Hem Hillary'e karşı, hem Mc Cain'e karşı eleştiri dozu oldukça yüksek biçimde ve müthiş güldürerek kampanya yürüttü nerdeyse.

Halktan biri diye lanse edilen aday için söyledikleri kulağıma küpe oldu: "Benimle barda bira içebilecek adamı ben ne yapayım? Beyaz Saray'da benden çok daha bilgili, çok daha eğitimli birini istiyorum ben." dedi.

Okan Bayülgen son günlerde siyasi mizahla ilgili düşüncelerini paylaşıyor, eksikliğini hissettiğini söylüyor, bu konuda insanları konuşturuyor. Çok takdir ediyorum.

Ve de bu yazının son sözünü hayranı olduğum Alev Alatlı'nın sözleriyle bitirsem?

"yeryüzünden silinmemiz gerekiyorsa silinelim ama haysiyetimizi koruyarak, zarafetle ve yitirmeden mizah duygumuzu külliyen..."

26 Kasım 2008 Çarşamba

dökül bakiim

Kafam karışık bugün...fecii..

Bir manik depresiflik mi vardır bende yoksa hakkaten ne zaman biraz neşelensem tadımı kaçıracak bir şeyler oluyor olması tesadüf müdür, bilemeyeceğim.
Zaten nedeni beni çok ilgilendirmiyor ki şu anda. Öyle olmasın istiyorum, o kadar.

Yani neşelenince bir müddet gitsin öyle. Gazı alayım, hatta belki peygamber vitesinde ağır ağır süzüleyim.

Gayetle alakasızca:

Ev temizliği için de böyle düşünmekteyim arkadaşlar.

Yani madem uğraşıp didinip cam sildin, yer sildin, toz aldın filan...en az 10 gün kirlenmesin ev.

:)

Yere peçete düşse mesela o peçete akıllı olsun bir, desin ki "Aaaa çok ayıp, o kadar yoruldu bu kızcağız, ben pakete kendi çabamla geri döneyim bari." Sonra pıt pıt bana görünmeden paketine geri girsin.

Yok ama cam silsem yağmur yağar...:)

Bunu bana hatırlatan ilk komşuya şırakt diye cepten hazır cevabı çıkar veririm:
"Olsun, ben görevimi yaptım nasılsa. Sildim yani..."

Bazen yemek işi de böyle oluyor. Gerçi bu aralar çok keyifle yemek yapmaktayım. Evet, evet yemek yapmak güzel, bunu geçeyim...:)

Kızgınımmmm...
Sinirliyiiiimmm..

(Iyk tanıdık bir film karakterinin repliğine benzedi, yazmadım sayın.)

Ama öyleyim ve de nedenini sormayın...:)

Ayh işte bu da öyle yazılardan biri oldu yine. Halbuki aktrisler vardı sırada...

(En baştaki fecii lafı nasıl da Vecihi'yi hatırlattı bana...Nedense...:))) )

25 Kasım 2008 Salı

Ve şimdi de Ajda söylüyor: O benim dünyam...


Dolphin mimlenmiş...Çanta envanteri yapılacak, yap demişler...O da yapmış...Küsel küsel anlatmış o mini dünyadaki eşyaların hayatını...İyi de yapmış...Hepsi cıvıltılı, hepsinden hayat fışkırıyormuş.
Sonra Burdacığımı mimlemiş...Ben döktüm, sen de dök demiş...Burdacığım da peki demiş, dökmüş kendi mini dünyasını...atalet haklıymış...pek bi düzenliymiş burdamın mini dünyası...

Benimki düzenli değil.
Valla.:)

Artık fazla tedbirden midir, yoksa gün gün gezen klasik bir ev hanımı olmadığımdan mıdır yoksa çalışmadığım için çantamla ilişkimin sadece dolmuş parası aramak olmasından mıdır bilemeyeceğim...

Belki de sadece dağınığımdır ki en bana en yakını bu.

Gelelim çantaya ve içindekilere:

Burdacığımın sayfasında spoiler vermiştim zaten, en başta pembe rengiyle bir adet sağlık karnesi duruyor. Kullanımının da pembe olması dileğiyle diyoruz kendisine, fırsatı kaçırmadan.:)

Bir adet cep tel.Sağolsun kardeşimin hediyesi, bu nedenle tarafımdan daha da bir fazla sevilmekte kendisi.

Ha haaa...Fırın eldiveni orada işte, bir de ilavesi varmış, gerçekten farkında değildim çeyizimden bir çift tutacak. Artık neler dikmeyi hayal ettiysem.:)

İşte tedbir insanı: Bir adet yarabandı kutusu ve de durmadan kabaran ya da kaşınan asabi ruhum için bir adet merhem.:)

Bir lolipop, hayret yemeyi unutmuşum ve de kim ikram ettiyse artık yek tane şeker.:)

Pırıltısıyla insanı kendinden alan bir adet sigaralık...:)

Anahtarlık, tarak ve de fişlerrr...:)

Bir de hilem var...Benim de rujum var amaaaa demek amacıyla oraya bir ruj ilave ettim. Aslında o esnada portmantoda durmaktaydı kendisi.:)))









Bu da çantanın sahibesi. Kendini en sevdiği kitaplardan birinin arkasına gizlemiş. George Orwell 1984...




Sevgiler herkese...:)






24 Kasım 2008 Pazartesi

Aktör dediğin...

Onların filmlerini hatırlayan şanslılara hatırlatma yazısı...:)



Steve McQeen

Firar'ı unutmak mümkün müüü?
O minicik hapisane odasındaki duvara tap tap çarpan beyzbol topunu?
Hınzır bakışlar eşliğindeki kaçış planlarını?

***





Robert Redford

Hemmencecik Brubaker ve Akbabanın Üç Günü derim ben.
Brubaker'ın başlangıç sahnesine babamla hayran olmuştuk. Ezilenden yana olmayı o filmle öğrendim desem fazla kaçar da...etkisi olmuştur ama kesinlikle...:)
Bir de çok yakışıklı


***


İlk cümle olarak Micheal olanın babası desek ayıp kaçar. Benim için hep Spartaküs olarak kalacak...Bir de Çerkestir kendisi...:)


***


Charles Bronson

Vayssss...Çok severim ben O'nu...Jill İreland'la olan aşkını, filmlerini...
Seyrettiğim en güzel aşk filmi, kadın filmi, erkek filmi ve de kovboy filmi onundur. Adı da Öğleden Sonra Üç saat...:)


***



Yul Brynner

Karizma için saça ihtiyaç olmadığının kanıtı. :) Kral ve Ben derim, sonra da susarım...

***

Blogda ilk yazımı hatırlıyorum. Blogcudaki üçtemmuzda.:)
Nasıl bir heyecan, nasıl bir korku, nasıl bir sevinç, nasıl bir...

Sanki 17 ime gelmişim de en beyaz elbisemle sosyeteye takdim ediliyorum gibi hissetmiştim.:)))

Ben yazdım, okur musunuz diyorsun, bakalım aynı fikirde misiniz diyorsun, bilmediğin bu dünyayı, rumuzları, rumuzların arkasındaki kocaman hayatları keşfetmeye çıkıyorsun.:)

Macera diye buna denmez de neye denir...

Ne macerası, sıcak evinde oturuyorsun, olmadı kapatıverirsin blogu diye düşünen varsa ( ki blogcular arasında yoktur sanırım) yazmaya başladığında en derin yerinden yara alma ihtimalin var: ruhundan diye cevap verebilirim.

Başlarda yapmak istediğim şeyle bugün arasında epey fark var aslında.

Sokak oyunlarını anlatmak istiyordum en çok...komik mi bilmem...9 kiremiti, saklambacı, yakartopu, akşam ezanı okunduğundaki "Yaaa yine akşam oldu, yarına kadar nasıl sabredeceğim ben" i...

O tertemiz saf çocuk masumiyetini. Sokaktaki toza olan aşkımı, killi çamur bulduğumda define bulmuş kadar sevinmemi.

Çocuk tekerlemelerini, ebe seçmek için söylenen mini şarkıları:

Portakalı soydum
başucuma koydum
ben bir yalan uydurdum
duma duma dum
kırmızı mum
dedemin sakalına kondurdum.

Aklım orada hala...

En çok da şuna inanamıyorum...hani kapıya iki çocuk gelse, gel hadi sokağa dese, şortumu giyip çıkıp oynayacağım...:)))

İnsanın bedeninin yaşlanırken ruhunun bir yere takılıp kalması ne sinir bozucu.

Yoruldum biraz, anlaşılıyor değil mi? :)



22 Kasım 2008 Cumartesi

Aldım verdim ben seni yendim

Hayat ilginç. Her gün yeni dersler sunuyor. O anki ruh halimle, gönlümün olgunluğuyla ne kadarını görüp anlıyor, kendi hesabıma öğrenmem gerekenleri ne kadar doğru anlayabiliyorum bilmem. Ama çabalıyorum.

Bundan iki önceki evimizde, hayat piknik havasında sürüp giderken, çok sevgili iki komşu iki abla edinmiştim. Az büyüktüler benden, kahvaltılarımızı bile neşeyle birlikte ediyor, günün kahvesi birlikte içiliyordu.

Haftasonları ailelerimizle birlikte dışarıya yemeklere gidiliyor, buz gibi rakı kadehleri çın çın ediliyor, bazen piknik bazen deniz kıyısında birlikte eğleniliyordu.

Sonrasında ben bu sevgili ablalarımdan biriyle ki onunla her zaman daha yakın olmuştuk, önemli bir sorun yaşadım. Benim de Onun da hatası vardı. :)

Bir kaç ay sonra o evden çıkmak zorunda kaldık, ben annemin üst katına, çocukluk apartmanıma geri döndüm.

Benim için zor zamanlardı.

Ve hayret bu ufak yerde çok uzun süre hiç karşılaşmadık.

Sanırım iki yıl kadar sonra, yürürken onu gördüm. Karşıdan geliyordu ve çok dalgındı.

Bir saniye bile sürmedi karar vermem.

Önüne bir adım attım "Yasemin Ablacığım, bana sarılmayacak mısın?" dedim gülerek.

Şok oldu, çok şaşırdı, bir saniye bile düşünmedi ama...boynuma atladı yürekten bir "canımmmmm" nidasıyla.

Birbirimize sarıldık, şaşkın, dışarıdan bakn birinin önemli bir şey olduğunu hemen farkedeceği kadar heyecanla. :)

"Gel bir yere oturalım bir neskafe içelim" dedi. "Yok dedim, dışarıda olmaz, ağlarız biz şimdi, yürü bizim eve."

Konunun açılması lazım.:) İkimiz de ben hatalıydım deyip duruyoruz. Sonunda bu konuyu tamamen kapatmaya karar verdik.

Şimdi sık sık görüşüyoruz.

Kendimde kızdığım özelliklerim var evet.

Ama bu huyumu seviyorum.

Adım atarım ben...

Adım atmak iyidir...:)

20 Kasım 2008 Perşembe

açıl susam açıl

Chp'nin yaptığı 'yeni açılımdan söz edeceğim biraz.

(Hiç bakmam pat diye dalarım mevzuuya)

Gayet anlamlı ve doğru bir hareket olduğunu düşünüyorum ben bu eylemin.
Milletin bağrından çıkmış herhangi bir partinin o milletin bir kısmına kapalı olduğunun varsayılması bile bana son derece ürkütücü geliyor.

Hadi seçmenin siyasi tercih seçimini bir yana bıraktım, sadce giyimi kıyafeti üzerinden "ama olmadı ki, ama uymadı ki" demenin hiç bir mantıki geçerliliği yok benim gözümde.

Ne yani Akp'ye başı açık insanlar da oy vermedi mi?

Böyle bir araştırma sonucu mu var?

Hakikaten ipe sapa gelmez, aklın sınırlarını zorlayacak şekilde bölündük son zamanlarda. Bunun önüne geçecek her hareket bende "aferin" duygusu uyandırıyor.

Sokağa çıktığım an beni ilk kez gören bir insanın saçımın açıklığı ya da giyimimle beni değerlendirmesi ihtimali beni çok incitiyor.
Aynı şeyi başkaları için yapar hale gelmekten de korkar oldum.

Ben , sen, o bireysel olarak neye inanıyoruz? Nasıl bir dünya özlemi var içimizde, o dünyaya ulaşmak için kullanacağımız ahlaki değerler nedir, toplumun çoğunluğu nasıl bir hayat istiyor, bunun için yeterince çalışıyor mu...beni ilgilendiren bunlar.

Samimi olarak bunlar.

Aynı yolu Akp'de izlese takdir ederim. Ya da başka bir parti. Çünkü hepimizin önündeki sorunlar ortak...sağlık sistemi, işsizlik, trafik, kentleşme, güvenlik...

Artık biraraya gelsek de şu dağ gibi sorunları çözmeye başlasak?

Ne güzel olurdu beh...

19 Kasım 2008 Çarşamba

İşsizin tatili olmazmış

2,5 milyon işsiz diyor gazeteler.

Yazması ve okuması kolay.

Bu konudaki en güzel yazılardan birini Bekir Coşkun yazmış bugün, bir işsizin hislerini anlatıvermiş.

Kendi deneyimlerden yola çıkarak yazayım: Bir tek insanın işsiz kalması en az 10 insanın hayatını altüst ediyor.
Evdeki kadın, okula giden çocuk, yaşlanmış ve artık biraz rahat etmek isteyen büyükanne ve dede...94 krizinde mesela işten büyük oranlı işten çıkarmalar yaşanmadı. Maaşlar düşük kaldı, yeni sözleşmeler imzalanmadı belki ama evlere para girmeye devam etti. Sağlık güvencesi devam etti en önemlisi.

Diğerinde, 2001'de, eşim gibi beyaz yakalı olarak çalışanlar ortada kalakaldılar. İyi işlerde çalışıyorlardı, gelirlerine uygun bir hayat seviyeleri vardı, üstelik krize yakın bir zamana kadar her şey öyle yolundaydı ki...hayalleri vardı ve korkuları yoktu.

Ben eşimin Bölge Müdürü'nün bir dershane tahsildarlık yapmaya başladığını duydum o aralar. Onu son gördüğümde Çeşme'de bir güzel otelde, çalışanlarıyla beraber bir gezideydik.
Eşi ve kendi, yaşını başını almış, çok saygın bir profil çiziyorlardı.

Dershanede tahsildarlık bu pozisyondaki bir insana neler yaşatır bir düşünmeli.

Herkes sustu o krizde. Biz dahil kimse konuşmadı. Geçecek sanıyorduk ve aslında kimse kimsenin umrunda değildi.

Bir tek belgeselimsi bir şey izlemiştim, önemli bir bankada üst düzey görevde çalışan bir adam Bodrum'da boncuk dükkanı açmış, anlatıyordu: elinden ne kadar büyük paralar geçtiğini, milyarlarca lirayı yönettiğini...askerlik anısı gibi...hayır hayır, o tatlı bir anı olurdu...savaş anısı gibi anlatıyordu.

Ben o işsiz kalan ve bir zamanlar hayran olunan işlerde çalışmış insanlar için oh olsun diyenleri de duydum.
Hatta biri yüzümüze söylendi.

Hazımsızlığın, nefretin, çiğliğin karşısında sustuk hatta gülümsedik ama o laf içimden çıkmadı hiç.

Bu şehrin bütün sokakları yenilendi arkadaşlar. Asfalt yapıldı, düzenlendi, park olduğu gibi değişti.

Ama tek bir üretim yapan firma açılmadı.

Var olanlar satıldı, kapandı, üretmiyor, çalışanlar oralara buralara dağıldı.

Şeye benzetiyorum bunu: Yoksul bir genç kızın kazandığı üç kuruşu makyaj malzemesine, kuaföre, kıyafete yatırmasına...Oysa okumaya, kendini geliştirmeye çalışsa daha iyi bir iş bulacak, kazanacak.

Açılan bir büyük alışveriş merkezi var şehrimizde, ışıltılı, yazın serin, kışın sıcak, her yerinden elektrik fışkırıyor: ama içinde bir şey üretilmiyor ki.

Dükkanların tek tek kapandığını duyuyorum, çünkü insanların oraya gidip para harcamaları için önce bir iş bulup çalışmaları gerekiyor.

Yazdım bu yazıyı, aslında söylemek istediğim başka.

Felaketler karşısında elbirlik duruşumuzu kaybettiğimizi düşünüyorum.

Beyaz ya da mavi yakalı, köylü, çiftçi, hayvancı, turizmci..hep beraber bir ulusu oluşturuyoruz.

Son yıllarda sadece kendimizi kurtarmayı düşünür hale geldik. Kimse kimseyi reel olarak umursamıyor. İşsizi koruyan sosyal güvenlik ağı için zamanında çalışmış olsaydık, herkes sağlık sigortasından bilabedel faydalanabilseydi, yaşadığımız yerlere devlet fabrikalar açmış olsaydı sorunlar bu kadar büyür müydü?

O işsiz kalan insanların evlatlarını bir düşünmeli.
Onları her gün karşımızda görüyoruz.

Kimisi okulu bırakacak, kimisi yağmurdan kaçarken doluya tutulacak: ya erkenden evlenecek ya yapmayı hayal dahi etmeyeceği işlere burnunu sokacak.

Gençlik de çok bozuldu diyecek birileri.

Bunların ailesi yok mu diyecek...

Ya evdeki kadınlar, anneler?


Çok klişe ve doğru: aynı geminin içindeyiz.

Kurnazlıkla akıl birbirine karıştırılmaya başlandığından beri gemimiz yalpalıyor.

Kendini kurtarmak, bir filikaya göz koymak, onun için savaşmak akıl sanılıyor...

Oysa bu geminin batışını hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor.


Bazen gemi halimize gülüyormuş gibi geliyor.
Öfkesini ise düşünmek bile istemiyorum.

18 Kasım 2008 Salı

:)

Ay, ben dizimi buldum.

Hayır, ihtiyacım mı vardı sanki ama buldum.

O kad-dar dizi var tv'de benim izlediğim bi tanecik dizi yok idi. Gilmore Girls biteli 2 yıl oldu, Prizın Brek'ten soğuyalı çoook oldu, Lost'u puzzle babında izliyoruz, Avrasya Tv ve Skytürk arasında gidip gelirken nihayet yav...Uğur Yücel geldi, yine beni benden aldı.:)

Gerçekten hayranım kendisine. Şuraya yazmazsam olmaz, o derece.

Alacakaranlık'ta komiser, Hırsız Polis'te hırsız, bak şimdi de hafif serseri, ketenpereci (ay İnşallah bilmediğim ayıp bi anlamı yoktur bu lafın) ama merhametli Dayı ve de eski sevgili rolünde.

Sevdim.:)

şeyler

Güne uyandım ki kış gelmiş. Hava kapalı, yağmur ve de kışın değişmezi: soğuk. Geçen sene siyah beyaz çok şeker bir bere almıştım, onu arayıp bulmalı. Bir de kaşkolum var ki onu aldığımda kardeşim bile şaşırdı" Ama abla sen" dedi. Alacağım deyince de sustu. Onu arayıp bulmalı. Malum taşındık, ne nerede bilmiyorum.
Kaşkol şaşırttı ailedekileri çünkü gösterişsiz bir giyim tarzım var benim. Oysa o krem rengi örgü kaşkolun her tarafından ponponlar fışkırıyor, o kadar cıvıltılı ki. :) Görür görmez aşık oldum.
Beni en mutlu eden şeylerden biri bu aslında. Bazen vitrinde bir bluz görürüm ya da, çanta ...bir şey işte. Aşık olurum. Beni yakından tanıyanlar da derler ki aaa, bak o senin için yapılmış.
İşe yeni başladığım zamanlarda -19 yaşındayım, asgari ücretle çalışıyorum- bir saate aşık oldum.
Fakat benim için biraz pahalı, hemen alamayacağım.
Aslında spor bir şey, kahverengi ince bir kayışı var, kadranı ise şahane. Rakamlar kocaman yazılmış ve hepsi birbirinin içine girmiş, o kadar tatlı ki.
Ben her gün çocuk gibi vitrine bakıyorum.:)
Öyle güzel bir duygu ki.
Kısa bir süre sonra onu aldım, sanki tamamlandım.

Hemen alabilseydim belki onmu bu kadar sevmezdim, kimbilir.

Haydaaa, hava soğuktan nerelere geldim.

Uzun zamandır hayatın bu küçük mutlu yanlarından bihaberim açıkçası.
Sürekli önemli bir sorun oluyor halletmem gereken, halletmek için savaşmam gereken.

Kaşkolu hatırlamak iyi geldi.

Bu da böyle bir yazı olsun mu?

17 Kasım 2008 Pazartesi

ben sevmiyorum kasvet...( ya da biraz da gülelim köşesi)



Blogun işlevleri

Hayat yemek yemek, su içmek ve sıcak bir yatakta yatmak kadar önemli bir ihtiyacı daha barındırıyor içinde.
Güven.
TDK güven kelimesinin anlmını şöyle deyivermiş:

güven
isim

1 . Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat:
"Dediklerimin gerçekliği bozmadığına güvenim var."- N. Uygur.
2 . Yüreklilik, cesaret.


(Vayyy...örnek cümle de başka dertlere ilaç gibi oturmuş oraya ya neyse...)

Sabah sabah güven kelimesini TDK'ya sordurtan şey ne derseniz, aklımın arkalarında, önlerinde gezinen hayal kırıklıkları bir de evet...kendimi güvende hissetmemem...

Pek sevgili arkadaşlarım içinde bir arkadaşım vardı ki onunla ilgili yaşadıklarım güvenin nasıl da boşa çıkabileceğini bana öğretti.

İlk hatası hayalime hep şu sahneyi düşürdü:

Bir çamur deryasına batmaktayım, karanlık, onu görüyorum elimi uzatıyorum o öylece duruyor.
Gitmiyor.
Duruyor.
Düşünüyor, karar vermeye çalışıyor.
Ama duruyor.

O sahnede içimde sadece iki duygu var, hızla birbirini takip ediyor:
A aaaaa...(Şaşkınlık, hayret, inanmazlık)sonrasındaysa... s...git...


İste öyle ister böyle...git ...

Durmak önemli, bunu anlıyorum.
Durabiliyorsan, karar vermen zaman alıyorsa boşunadır öteki laflar.

Bak mesela blog pat diye bir anı canlandı gözümde.

Çocuğum, halamlardayız bir gece vakti, elektrikler kesildi. Pek de eğleniyorduk, tüh.

Gaz lambası yakıldı, herkesin etrafına toplanıp oturduğu masanın ortasına yerleştirildi.

Biraz sonra, lambanın fitili gaz haznesinin içine düşüverdi.

Herkesin gözleri hayret ve korkuyla büyümüşken -anında patlarmış gaz, alev alırmış- babam lambanın şişesini yerinden çıkardı çıplak elini kaynar durumdaki metal ağza kapadı.

Fitilin alevi havayla teması kesilir kesilmez söndü.

Babamın eli yandı.

Hatta o metal ağzın izi olduğu gibi eline çıktı.

Ama o bütün bir gece gıkını çıkarmadan avucu açık bir şekilde oturup, neşeli şeyler anlatmaya devam etti.

Ben O'na aşık oldum.


Duruyorsan korkaksın.

Karar vermen zaman alıyorsa gerçekten sevmiyorsun.

Kendini kabullen ve hayatının neden bu kadar boktan durumda olduğunu anla.

Eğer okuyorsan bir de benden duy istedim.

Yoksa sen de biliyorsun neyin ne olduğunu...

Beni sorarsan sevgili dost:

Benden daha iyi biliyorsun:
Ben durmazdım.

Hiç o kadar "akıllı" olmadım.

12 Kasım 2008 Çarşamba

protest yemek

"Yemekteyiz" programını protesto ediyorum.

Bu kadarcık...

Not:
Bir gün bize gelir de yaptığım bir yemeği beğenmezseniz bunu benimle paylaşmanıza gerek yok.
Cidden...:)
Bu sır sizinle birlikte yaşayabilir hiç mahsuru yok bence.

Mersi...

:)))

***

Açıklama:
Yazasım yok idi.

Güncel:
Hala da yok sayılır.

Durum:
Yaz, kurtul.


Uzun zamandan sonra sayfama döndüğümde kendimi herşeye yabancılaşmış hissettim.
Bu gri sayfa benim mi idi? Yazıyor mu idim? Ne yazıyordum peki? Enerjik kızın enerjisi süzülmüş...Durulmuş...ama pelteleşmesine de izin verilmemeli değil mi sevgili okur?

Yok yok...o enerji beni yordu. Yorması uzun sürdü, hemencecik olmadı yani. Bi sakin ol dedi bünyem o yerinde duramayan hareketliliğe.

Ben şimdi bunları yazdım ya...
Okuyan anlar mı beni?

Aslında yakınlarda bir yerde gülen insanlar olsa...hani aralarında neşeli ve geçmişe dair bişeyler anlatıp, gülüşüyor olsalar hiç durmam aralarına girerim. anlarım anlamam o ayrı ama birlikte gülerim.

ya da sek sek oynayan iki kız çocuğu görsem mesela...hanım hanımcık olmasalar...sokağa aşık olsalar mesela...hayatı sek sek oynamak için yaşıyor olsalar mesela...onlara da sorarım evet: Ben de oynayabilir miyim?

Ya da bağıran çağıran insanlar görsem...bir şeylerden sıkılmış olsa onlar da...sıkıldıklarını, bıktıklarını haykırıyor olsalar...talep etseler gırtlaklarından çıkan sesle...onların arasına da katılırım sanki...


sanki...

emin değilim...

kendime:
sakin ol çocukum...

Hiç birşeyden emin olmak zorunda değilsin.

Selam,

Döndüm ben...:)