5 Şubat 2015 Perşembe

özenle dikilmiş, kolalı yakalı önlükler giymiş iyilik perisi küçük hanımlar

vardılar.

anneleri iyi kadınlardı
babaları farklı derecede de olsa maçoydular.

'baban gelince seni söyleyeceğim'
'baban duymasın, çok üzülür'
'arkadaşınla kardeş kardeş oynayın'

gibi cümlelerle büyüdüler.

güneş havada asıl kaldığı sürece sokakta oynarlardı
kimisi evciliğe uygundu, kimisi yakantopa
kimisi her ikisine de.

hatta kimisi varolan oyunlarla yetinmez, kendi oyununu icat etme peşine düşerdi.

iyi öğrenci olmak her şeydi
terbiyeli, kibar, yardımsever, paylaşımcı, çok okuyan, çalışkan, zeki ve akıllı olmak zorundaydılar.

küsülünce akşam olmadan barışmanın bir yolunu bulmayı öğrenmeliydiler.
arkadaş, kardeşti
tüm çocuklar tüm ailelere aitti
'hepsi bizim evladımız'

ülkelerini severlerdi
dürüstlük doğumla gelen bir huymuşçasına içselleştirilmeliydi
kötü biri yoktu, olmamalıydı, olamazdı
yalan söylemek?
dehşet verici bir suçtu, ne kadar ayıptı
onlar...sıra varsa beklerlerdi
bir şey ikram ediliyorsa defalarca ısrar edilmeden ellerini ikrama uzatamazlardı
-ki o zaman bile anne gözlerini açıp, evladının onu mahcup ettiğini belirtirdi-
-ki ev sahibi 'aaa olur mu öyle şey annesi, burası onun da evi, bırak rahat etsin çocuk' diyebilsin-

anne okula giden çocuğa yiyecek verirken 'arkadaşlarınla paylaş' derdi
çocuk bölüşmemeyi zaten bilmezdi.

günler uzundu
sokakta ne kadar oynasan yetmezdi
o dünyanın en lezzetli susuzluğunu bile tatsan,
bir bardak su içmek için asla yeterince vakit olmazdı
eve koşarak gelinir, 'arkandan atlı kovalıyormuşçasına' su içilir, anne diğer çocuklara da su verir... su dökülür saçılır, az sonra koşmaya başladığında anında kurumaya başlayacak her yerin ıslanırdı.

günler öyle uzundu ki
aynı gün içinde
evcilik oynayabilir, 9 kiremitte karşı takımı hacamat edebilir, iki sure ezberleyebilir, bisiklete binebilir, mahallenin en cadı kızıyla küsebilir, 'seni anneme söyliycem', 'söyle, bir de sanayağlı ekmek söyle' diyebilir, sonrasında sağ elin orta parmağıyla işaret parmağını çapraz getirip, arkadaşınla küsebilir, uzun çabalar sonucu barışabilirdin.

bayram günleri yeni kıyafetin ve ayakkabın yatağının başucunu süslerdi.
bu gerçekten olurdu.

istediğin kadar cadı ol, çirkef ol, dişli ol, canavar ol, her halinde bir asalet, bir zarafet ve paçalarından akan bir terbiye olmalıydı.

ve olurdu.

sonra bu cici hanımlar büyüdü.

zor oldu biraz.

tekrar tekrar büyümeleri gerekti.

çünkü dışarıdaki kalabalık (bak artık kaba kaba konuşabiliyorum, kabalık küfretmekten filan farklıdır, kabalık ayrımcılık içerir, insanlara kalabalık dedim) farklı dönemlerde farklı öğretilerle bezenmişti.

karşılaştılar.

tuhaf oldu.



4 yorum:

Adsız dedi ki...

Tuhaflığa alışıyormu yoksa alışıyormuş gibimi yapıyoruz. .arkadaşımın dediği gibi vazgeçiyoruz bazen. Ama neden, kimden. Kalabalıklardanmı yoksa kendimizdenmi?
Kumm

Adsız dedi ki...

tuhaf evet.. kalabalik konusu.. dogru evet..
ben 'bi suru' demezdim eskiden.. peeh..
atalet..

hüznün tadı dedi ki...

Ne güzel bir yazı. Eski bir rüya gibi.

uctemmuz dedi ki...

O zamanlar dantel gibiydi huznun tadi. Baska bircag, baska bir dunya.
Bi suru demezdik ataletim. Daha da bi suru seyi soyleyemez, yazamazdik. :)Suzgecler vardi. Rahatca bi suru fiyebiliyoruz ve mutlu degiliz.
Tuhafliga kademe kademe alisiyoruz da karsi taraf tuhafligin farkinda bile degil ki. Onlar mutlu huzurlu kendi dunyalarinin muzafferleri. Bilmedigimiz bu dunyaya alistikca onlarin zaferi buyuyor kumum.