11 Eylül 2009 Cuma

Hayrettin Dedeciğim iyi ki varsın

Ak sakallı dedeciğim Hayrettin Karaca akşam Siyaset Meydanı'ndaydı.
Dedeciğim diyorum, çünkü ben O'nu dedem olarak görüyorum.
Tonton, akıllı, görmüş geçirmiş, durmadan okuyan ve ömrünün büyük bölümünü doğa'ya adamış bir Dede.
Ne zaman televizyona çıksa, susar izlerim.
Bana geçmişten birşeyleri hatırlatır.
Artık sisli imgeler arkasında kalmış, gittikçe uzaklaşan, güvenli, güzel, haysiyetli günleri.
Bu nedenle O'nu dinlerken çıt bile çıkarmam.

İsterse Bandırma'daki çocukluk günlerini anlatsın, isterse ağaçları...farketmez...dinlerim.

Dün akşam söylediklerini duyamayan, dinleyemeyen varsa diye azıcık hatırlatmak istedim.

O korkunç selde kaybettiğimiz şeyin aslında tarım topraklarımız olduğunu söyledi.
Rakamları duysanız inanamazsınız.
Ben de buraya yazmayacağım, istatistikle sıkmayayım canınızı.

Ama dünyada, özellikle canımız Türkiyemizde tarım alanlarının gittikçe daraldığını, verimin düştüğünü ben bilmiyordum. Bu derecesinden haberim yoktu.
Yağmur yağdığında suyu emecek toprak lazım, toprağın olması gereken yerde binalar ve asfalt yollar var.
Yazın bir damlasını bile harcamaktan imtina ettiğimiz su, kendini o yollara vuruyor, denize akıyor.
Beraberinde...üzerinde domates, biber, meyve yetiştireceğimiz toprağı da alıp götürüyor.

Açlıktan ve kıtlıktan bahsetti.
Kıtlığın ne korkunç bir şey olduğunu örnekleriyle anlattı.

Bizim ufak şehrimizde bile...
yeni imar bölgeleri en verimli arazilere açıldı.
Gelişen iki yeni mahallemiz var, ben 42 yaşındayım, çocukluğumda hepsi tarlaydı.
Çok verimliydiler, babamdan duyardım.
Birisinin altından yeraltı gölü başlıyor, ilerideki köylere kadar gidiyor.
Buralara 7 katlı evler diktiler.
Depremde o evlerden birindeydim.
Çok lüx bir apartman dairesinde oturuyorduk.
Duvarlarımız çatladı, içeri yağmur suları girecek kadar.

Doğa bize "oraya ev yapma, buğday ek" diyordu. Yeni yeni duymaya başlıyorduk o sesi.

Hiç aklımıza gelmemişti:
Bu şehirde belki de binlerce yıldır yaşayan atalarımız ovaya hiç ev yapmamışlardı.
Bütün evler ve yaşam alanları şehrin dik, tepeli bir yamacındaydı.
Hiç sormamıştık kendimize:
"O insanlar haşa aptal mıydı?"
Niye evlerini yokuşlara, dik tepelere yapmışlardı?

Şimdi o tarım alanlarının üstünde yeni iki koca mahalle var. Durmadan gelişiyor.
Bir de Sanayi Sitesi var.

Ve ben doğayla neden kavga ettiğimizi anlamıyorum.

Bu yazı can sıkıcı olabilir. Ukalaca bir yazı olarak nitelendirilebilir. Okurken aklınızdan "zaten biliyorum" lafları geçebilir.

Ama biz ne yapacağız?
Nasıl yaşayacağız bu şekilde?
Canım burdacığımın yazısındaki gibi...o yazıdaki haklı feryadı gibi...
Artık dertlenmiyeceğiz bile, öyle mi?

Birazcık bilim, birazcık akıl, birazcık fikir hepimize....

10 yorum:

.. dedi ki...

içimi acıtan bi sürü şeyden biri de ne biliyor musun Ünsüm?
ağızlarından çıkanı pür dikkat dinlediğimiz bu insanlar göçüp gidecekler bir zaman sonra ve yerlerinde aynı bilinçte, bilgide, duyguda insan bırakamayacaklar korkarım.
sen, ben, umursayan küçük azınlık, kendi içimizde hırslanıp durucaz. başka başka idealler peşindeki esas adamlar ise boşvermişlik içinde devam edecekler kendi kıymetlilerinin peşine düşmeye.
yazıktır.
hakikaten yazıktır.

uctemmuz dedi ki...

Akşam programdaki bilim adamları dalga geçtiler neredeyse burdam.
Bu çarpık yapılaşmayı, derelerin üstündeki o üfürükten köprüleri, Karadeniz'deki otoyolu, Konya Ovası'nda pancar yetiştiriciliğini sanırım dış güçler yaptırıyor bize dediler. Yok yok, hatta Marslı olmalı bunları yaptıranlar dediler.
Çünkü dediler:
Bir ülke başka türlü kendi vatanına bu kadar zarar veremez dediler.
İsteseler bile başaramaz dediler.

Biz başarmışız. zarar vermeyi, talan etmeyi, koca gölleri kurutmayı.
Türk'ün parayla imtihanı mı acaba bu?
hepsinin temelinde para kazanma hırsı var çünkü...

.. dedi ki...

Türk'ün parayla imtihanından
korkarım ki para galip çıktı.
o da TL bile değil!
Euro ya da dolar
8(

uctemmuz dedi ki...

halbuki o para kansere çare olmuyor, sana keyifli bir anında baş başa çay içeceğin bir dost kazandırmıyor, doğal olarak yetişmiş sağlıklı bir adet domates bile aldırmıyor.:)
çok işe yarıyor evet...parasızlık, yokluk korkunç bir şey. ama patron para olduğunda tüm insani duyguların önüne geçiveriyor, sen ne olduğunu anlamadan seni alıp bambaşka bir hale getiriveriyor. Fena halde göz boyuyor. boyamak ne, kapatıyor gözünü kulağını, göremiyor, duyamıyorsun.

Kitabı bitirdin mi tatlım -Puslu Kıtalar Atlası'nı- parayla ilgili kısmı okudun mu?
:)

uctemmuz dedi ki...

üfff çok konuştum ben bugün. sanki içimde birikenler dışarı çıktı.:)))affet burdacımmmm.:)

.. dedi ki...

a ah, deli! 8)
affet ne demek.
unuttun galiba, bayılıyorum ben sana.
kitabı bitiremedim henüz, 200 sayfa civarındayım.
o hayal gücü beni büyüledi ama.
dalıp gidiyorum.
bıraksınlar beni, tutmasınlar iş yerinde fuzuli, salsınlar!
gidip okumak istiyorum.

uctemmuz dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
uctemmuz dedi ki...

biz de öyle. gidip tanışmak istiyoruz, o derece yani.:)

çoook öpüyorum seni tatlım.:)

kumhavuzu dedi ki...

üçümtemmuzum..
hweryerde aynı şeryler yaşanıyor ne yaZIKKİ
el birliğiyle talan ediliyor memleket..
bizim Trakyadada aynı şeyler oldu yıllar içerisinde
kuru dalı soksan yeşerten arazilere fabrikalar yapıldı
köylü hazır parayı aldı yedi..
köyün kızları bir zamanlar sahipleri oldukları arazilerde kurulan fabrikalarda işçi olarak çalışmaya başladılar
şimdi??
çoğu gene işsiz..heralde saksılarda domates yetiştirmeye çalışıyorlardır

içim acıyor
alıp başımı gidesim ve gelmeyesim var çok..
ama onuda içim almıyor
ve bunların siyasi arenaya taşınması sadece tarafların birbirlerini suçlamasıyla sınırlı kalıyor..
ne yazıkkii
..m a bişey yazamadım o yazısına
ama acıyor..hakkaten canım çok acıyo

uctemmuz dedi ki...

anlıyorum neden yorum yazamadığını. çünkü ben de burdacığımın yazısını bir iki gün gidip geldim okudum ama yazamadım.
ya Valla kumum, hayatıma bakıyorum..yani tüm hayatıma...kendi kişisel dertlerime, çok sevdiğim ülkemin, yaşadığım şehrin durumuna: tek çıkış yolu görüyorum ben: İNSAN.
hakkaten elele tutunmamız lazım. birimiz yanlış yaparsa diğerinin onun engellemesi lazım. o yıllarca tü kaka ilan edilen "bir lokma, bir hırka" felsefesine dönmek lazım.
kişisel olarak kazanılmış zenginlik hiç bir şey ifade etmiyor çünkü. zengin-fakir- eğitimli-eğitimsiz hepimiz aynı karayolunu kullanıyoruz, aynı sağlık sisteminin, aynı eğitim sisteminin içinde yaşıyoruz.
yazdıklarımın daha Türkçesi de var da...hala onu yazacak noktaya gelemedim.:)
Yaşar Nuri Bey geçenlerde televizyonda haklı olarak bağırıyordu: 1000 yıl evvel İslam alimlerinin birbirleriyle tartıştıkları mevzuuları bugün konuşamıyoruz diye. Yani işte...bilim milim hak getire...akıl fikir diyen zaten dinlenmiyor...
ne bileyim be tatlım, en azından konuşuyoruz şu kadarcık, bir işe yaramayacağını bilsek de hepimiz not düşelim: paraya karşı doğayı, insanı savunanlar da vardı denilsin...