27 Ocak 2019 Pazar

samimiyet

betonların içine hapsedilmiş, sert çizgilerle yolları, dönemeçleri belirlenmiş, yanında bir avm'si, birkaç marketi, yeşil alan'ı belirlenmiş...oluşmamış, oluşturulmuş mahallelerde yaşayan insanoğlu içinde doldurmadığı devasa boşlukla... sağa, sola, yukarıya, aşağıya çılgıncasına...bazen sessiz bazen sesle bağırıyor ve haykırıyordu:
'çok yalnızım, neredesin?'

Bu haykırış bazen inandığı Tanrı'ya, bazen bağlı olduğu ideolojiye, bazen aşka, bazen şiddeteydi.

'çok yalnızım, neredesin?'

cevap bir türlü gelmiyordu.

kimileri Mesih bekliyor, altın çağın geleceğine emin bir şekilde tuhaf bir dinginlikle bakınıyordu.

kimileri, 'böyle işin içine ederim' diyerek, beklemekten vazgeçiyor, delilik suyundan bir yudum içiyor ve ruhsuz çoğunluğa karışıyordu. (bu sahneyi Şener Şen'in Züğürt Ağası'ndan ve hatta Son İmparator'un son sahnesinden hatırlayacaksınız. Kabullenmişlik ve eyleme geçiş. 'Tomatiiisss...' )

Sadece insan olduğu gerçeğiyle yüzleşemeyen insan, melek ve şeytan arasında gidip geliyor, çağrıya cevap alamadıkça şeytana meyledenler fazlalaşıyordu.

insan ne melek ne şeytandı oysa ki. İkisi arasında seçim yapabilme iradesiyle, ikisinden de üstün bir kıvamda başlamıştı yola.

Ama çok korkaktı.
Çok tüysüz, zayıf ve narindi.  ne bir hayvan kadar hızlı koşabiliyordu, ne uçabiliyor, ne de soğuğa-sıcağa dayanabiliyordu... tehlike anında çıkarabileceği pençeleri olmadığından savaşamayacağına inanıyor ve hep göğe bakıyordu: 'Beni neden buraya gönderdin, çok zor.'

Öfkeleniyordu. Çocuksu bir öfkeydi bu. Sevdiğine duyulan öfke. Dinginlikle yatıştırılmayan öfkeninse sonrası belliydi; 'o zaman kötü olacağım.'

Çok azının aklına, kendi içine dönüp bakmak geliyordu, bir sınavı geçenin, diğerinde ayağı tökezliyordu. Bitmek bilmeyen bir yarış gibiydi. Vuslata erişilemiyordu sanki.
Oysa vuslattan önce...

mutlak sessizlik vardı.
Bir bebeğin gülümsemesiyle, tomurcuğun papatyaya dönüştüğü an, bir insanın diğerine zarar verdiği an, ilk günah, ilk bilinçli yoldan çıkış, taammüden günah ve hatta ilk kendinden vazgeçiş anı... ilk korku, ilk aşk, ilk çığlık ve ilk çaresizlik hepsi aynı ses tonundaydı: Sadece bir 'an'.

üstelik hep unutulan bir armağan daha vardı; 'geri dönme imkanı'. oysa insan ilk andan sonra geri dönemeyeceğini sanıyor, kendi kirine bakıp, o halde devam diyebiliyordu. o hazinenin orada olduğunu unuttuğu için.

hislerine güven insan kardeşim.
temizliğine güven.
geri dönebileceğine ve her an yeniden başlayabileceğine güven.

kendine dürüst kalan,unutur, tekrar tertemiz gülümseyebilir, tertemiz acı çekebilir, tertemiz girebilir her sınava. nasıl çıkacağını elbette bilemeyiz. (yukarıdaki satırlara geri dönmek gerekir.)

huzur olsun.



Hiç yorum yok: