30 Aralık 2011 Cuma

istiyorum

müjdeler yaşamak istiyorum.
kafamdaki soru işaretleri yokolsun,
hayatta b ne yapmak istediğime karar vereyim ve gerçekleştireyim istiyorum.
Dünyayı dolaşmak istiyorum.
ne kadarı olursa.
iyi bir iş istiyorum.
eğleneyim, faydalı olayım ve vakit nasıl geçti anlamayayım istiyorum. seyahatler olsun, tarihi yapılara el süreyim, ağaçlara gülücükle bakayım istiyorum.
yeni insanlar olsun hayatımda.
bana neşenin kapılarını açsınlar, bilmediğim güzellikler öğreneyim istiyorum.
kendim olayım istiyorum.
kendim olayım istiyorum.
kendim olayım istiyorum.
bana iki cihanda yetecek güzelliklere adım atmak istiyorum.
insan kardeşlerime el uzatmış ve o elin dostlukla kavrandığını görmek istiyorum.
bütün insanlık ve kendim için akıl fikir vicdan ve merhamet istiyorum.
korkunun yokolmasını istiyorum.
bizi korkutan herşeyin yokolmasını istiyorum.
farklı bir bakış açısı istiyorum.
en çok da bunu istiyorum.
hayatıma kendiyle savaşını bitirmiş, kendini yenmiş, akıllı, bilgili ve muzip insanların katılmasını istiyorum.
tüm sevdiklerime iyilikler diliyorum.
maceraya devam.:)

27 Aralık 2011 Salı

masanın üzerine yumuşacık vuran günışığı

dün buz gibi bir hava vardı, bugünse bahar gibi güneşliydi ortalık.

bir arkadaşımla çıktım. önce onun sevdiği cafe'de oturduk bir müddet. yanımızdan geçen trafiğe kapalı yolda çalışma vardı, ürültüdayanılmaz olunca benim sevdiğim cafe'ye geçtik.

biraz kırgınlığımız vardı, kendi aramızda bir şey, öyle sürüncemede kalmıştı. aslında nadasa bırakmıştık. iyi oldu, zaman içinde hallolmuş, kendiliğinden, konuşmaya gerek kalmadan unuttuk gitti.

benim cafe'm önünden geçen yolu ferah ferah görüyor. bir de tatlı güneş vurmuştu, fonda Mazhar Alanson vardı ve biz aslında üzücü bir şeyler konuşuyor ama gülüyorduk.
dur kızım bir hele dedim.

şu anı kutsayalım.

güneş var,biz varız
konuşuyoruz
hava güzel, önümüzde içeceklerimiz.

kendimizce o ana saygı duruşunda bulunduk.

aslında diyeceğim başka bir şey..

yaşı benden oldukça küçük ama beni hep hayrete düşüren bir kuzenim var.
ona blog yazılarımdan bahsettim.
bana
"yazma ablacım" dedi.

ne doğru dedi.
tatlı tatlı anlattı.
zaman zaman yaşadıklarımı sizinle paylaştım.
oysa bunlar sizin sınavınız değildi. öyleyse bile benim yaşadığım şeyin hep içinde oldunuz ve ben sizi hep yanımda gördüm. ipekten ellerinizle hep yüzümüzü okşadınız.

ben sizden ziyadesiyle memnunum.
inanın elimden geldiğince az şey paylaşmaya çalıştım.
ama yine de aşırılıklarım olmuştur.

oysa insan güzel duyguları paylaşmada çok daha az heyecan duyuyor.
yok ama bu da bana haksızlık olur.:))
ben paylaşmayı severim, iyiyi de kötüyü de.

söylemek istediğim..
artık iyi şeyler paylaşmak istiyorum.
bu sayfadan ayrılırken içinizde bir gülümseme kalsın istiyorum.

ve çayımdan bir yudum aldım..soğumuş.:)

24 Aralık 2011 Cumartesi

hadi şaşırmaca oynayalım

bu
mucizevi
dünyada
günlük akıştan dolayı
farketmediğimiz
bi milyon tane şey var.
belki
daha fazla.;)

bir numara:
dünya dönüyor.
hem de fırıl fırıl.
çok çalışkan.
hem güneşin çevresinde, hem kendi çevresinde hem de samanyolunun çevresinde.

iki numara:
samanyolu diye bir şey var ve gerçek.
ve çok büyük.


üç numara:
yağmur diye bir şey var. pamuk pamuk bulutlardan dökülüyor ve aslında kendisi bildiğin su.

dört numara:
deniz diye bir şey var. suyu tuzlu, deniz çok fazla su demek, acayip fazla.

beş numara:
kuş diye bir şey var ve üstelik çok fazla çeşidi var, rengarenkleri filan var.
bu hayvancıklar uçabiliyor. kendi başlarına, yardım almadan.

altı numara:
örümcekler var.
dantel gibiler ve dantel gibi yuvalar örüyorlar.
ipini de kendileri imal ediyorlar üstelik. minnacık bedenlerinden ip yapıp, dantel gibi yuva kuruyorlar. olacak iş değil. onları seviyorum.

yedi numara:
ben varım. şu an önümde bilgisayarım var, sevdiğim çok çok insanlar var. simit ve krem peynir yedim az evvel. ve gülümsemek diye bir şey de var.:)

23 Aralık 2011 Cuma

***

Yürümeyi hiç sevmezdim. tek başıma çıkıp dolaşmayı, vitrinlere bakmayı..vitrine bakmak nedir zaten, hiç hoşlanmazdım.:)
ilk KİT deneyimizimden sonra ilk kez dışarı çıktığımız anı hatırlıyorum..29 gün kapalı kalmıştık anne oğul. aynı odada. hiç dışarı çıkmadan.
içeriye sadece her gün değişen hemşiremiz ve doktorumuz girebiliyordu. onlar da özel giysilerle, maske, bere eşliğinde.
o nakil bizim için eğlenceli geçti sayılır. yani nakil kavramına baktığımızda diyorum.
Umutun genel sağlık durumu çok iyiydi, üstelik Halit içeriden 25 yada 26 günde çıkmıştı. kendimize bu rakamı barem belirledik..hadi bakalım Bismillah deyip girdik içeri.
:)
çok film izledik birlikte.
o guitar hero oynadı bol bol.
bu konuda da nasıl iyiydi be..:))melodiler hala kulağımda.

ben yanıma pembiş renklerden ebruli bir ip almıştım. örgü umrumda değildi, bir şeyle oyalanmak istiyordum. renkli boyama kalemlerim ve resim defterim bile vardı ama hiç çizmedim.
her sabah uyanınca camdan bakardım..cam açılamaz, zaten açmak mümkün değildir. aşağıya hastane önünde bekleyenleri izlerdim. çok kez yürüdüğüm o yola bakardım, uzaklara forum bornova'ya bakardım. ışıklara elimi uzatıp tutardım, yine birlikte neşeyle orada olabilecek miyiz?
sigara içmeyi çok özledim yalan yok ama dayandım. zaten içemezsin. bir yağmurlu kış gecesi servisteki anneler toplanmış benim şerefime sigara içmeye karar vermişler. telefon ettiler, cama çık dediler. yağmur altında içtiler o sigarayı, ben sevinçle ağladım. çok güzeldi.

belki okuyunca orada koca bir gün nasıl geçer diyebilirsiniz. çocuğun ve sizin sağlığı ve diğer çocukların sağlığı iyiyse neşeyle bile geçebilir. hem de hızla geçer.
çok iş vardır. sürekli temizlenecek, yıkanacak bir şeyler çıkar, buna rağmen günde iki Türk kahvesi, sayısız capuccino, çay içmeye vakit vardır.
çok huzurluyduk ilk nakilde.
Keçilere Bakan Adamlar filmini izleyişimizi hatırlıyorum, o kadar gülmüştük ki, ışığı kapatıp ağzımızı ellerimizle kapamıştık.:)))çok sevmiştik filmi.:) bizim için çekildiğine inandık.

sonra 29. gün..Önce çocuk dışarı çıkar..ki anne kalıp eşyaları dışarı çıkarabilsin.:)
Umutumu avazı çıktığı kadar ağlayan baba ve dayıya teslim ettim kapıda, hemşirelerimiz de onlarla birlikte ağlarken ben sadece şükürle aşağıda olmayı hayal edebiliyordum.
eşyaları çıkardım, içeridekilerle vedalaştım, ailemle sarıldım ve tek başıma aşağı indim.
Böyle anlarda başka insanlar silinir hafızadan, an an kaydedilmiş bilgiler kalır sadece.
Nakile girdiğim andan itibaren cebimde duran sigara pakedini çıkardım.
elimde tuttum.
dışarı baktım.
havaya, herşeye.
sigara çıkardım bir tane, onu inceledim.
29gündür içmiyordum.
temizdim.
yanaklarıma kan gelmişti.
ağzımın tadı yerine gelmişti.
yavaşça dudağıma ötürdüm sigarayı, yaktım.
iğrençti.

çok güzeldi.
dışarıdaydım.

o günden beri yürümek benim için bir keyif.
yürürken sanki ben bir gemiyim, yavaş yavaş, arkamda bembeyaz köpükler bırakarak yürüyorum.
yanımdan geçen her şeyi selamlıyorum. onlar farketmeseler de.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Umut aşkım

gönlümün heryerinden, vücudumun tüm güzel azalarından aynı haykırış çıkıyor yine:
Umuuuuuuuttttt...
neşeyle, özlemle sesleniyor her yanım.

Valla çok özledim.
bunu söylemenin günah olduğunu söylüyorlar bazen, ben öyle olduğunu düşünmüyorum.
Allahın bir anneye verdiği o en güzel hediyeyi özlemek nasıl günah olabilir?
:)

çok arıyorum. evet.
öptüğümdeki tadını, kokladığımda burnuma Bayram ettiren kokusunu, neşesini, öfkesini, bakış açısını..çok özlüyorum.

benimle dalaşmasını, beni yenmesini, beni sevmesini çok özlüyorum.

bu kadar.:)

19 Aralık 2011 Pazartesi

o ve ben

"önce kendinle barışman lazım" dedi diğer kadın.
çok akıllıydı, neler olup bittiğini görebiliyordu, sakindi ve ciddiydi.

bense bunların hepsine çok uzaktım.

aklımdan " ama bu ne demek" sorusu geçti.
keşke insanlar akıllarından geçen ilk cümleyi söyleseler karşılarındakine.
o zaman iletişim ne kolay olurdu.

tahteravallide gibiydik ikimiz
birimiz yukarı
birimiz aşağı

aynı düzlemde buluşamıyorduk.


buluşsak anlayacaktık belki birbirimizi anlayamayacağımızı.

"kendinle barışmak ne demek ve nasıl yapılır?" dedim aniden.
sesim süslenmedik net konuşmalara yabancı olduğumu ele veriyordu.
"nasıl yapılır? orada durmuş sallayıp duruyorsun, akıl veriyorsun..da..bıktım bu flu laflardan" dedim.

güldü.
ay, ne sinir bozucu.

insanı öldürecek kadar sakindi.
her şeyi biliyordu
ve onu bu nedenle oracıkta boğabilirdim.

içimdeki öfke, isyan çizgi filmlerdeki bulutlu şimşek ve atraksiyon görüntüleri gibi yükseldi ağzıma doğru.

"çok aptalsın" dedim.
"çok aptalsın, daha da üzücü olan yanı kendini akıllı sanıyor olman" dedim.
gülümseme sırası bendeydi.

"ne ki?" dedi.."öyle olsam ne yazar?" "zor durumda olan sensin" dedi.
hayır, bir de terbiyesizmiş. bunu anladım.

olay gittikçe neşeli bir hal alıyordu.
"haaa" dedim.."şöyle yola gel" "bak bu halin daha gerçek."


"gerçek nedir ki?" dedi.."bi milyon tane gerçek var etrafında. gerizekalı, görmüyor musun?"

ikimiz de üzüldük.
birazcık sustuk.

neden buradaydık?
ne yapıyorduk?
şimdiye dek ne yapmıştık?
elimizde kalan neydi?
hiç başarımız var mıydı?
somut bir şey.

yoktu.

ikimizin de elleri bomboştu.
yine neşelendik.
mağlubiyetin verdiği neşe duygusu hiç bir şeyde yoktur.

belki yine konuşuruz diye düşündük ve aynı bedene belkilerle geri döndük.

18 Aralık 2011 Pazar

bence çok önemli, sizce de öyle olabilir mi rica etsem




ismi berbat olmuş, kabul. ama bu filmi izlemelisiniz.

ben hastane ve kanser deneyiminden sonra en çok Türk köylüsünü merak etmiştim.
Ufacık çocukların bu kadar acı çektiğini bilseler acaba kullandıkları hormona, suni gübreye, zirai ilaca el sürerler mi diye düşünmüştüm.

benim açımdan çok önemli soruydu. Anadolu'yu, kültürünü, doğasını, hayatla mücadele şeklini hep çok sevdim çünkü.
samimiyetle sevdim.

yaklaşık 10 yıl bir zirai Birlik'te çalıştım..sene sanırım 87-88 idi..çiftçiye ayçiçeği ekmesi için destek veren, sonra da üretilen ayçiçeği satın alıp onu çiçekyağına dönüştüren bir kurumdu. Çok kutsal bir işyeridir, tüm Birlik'ler gibi..azıcık kesintiler ve ödemelerle çiftçi desteklenir tüketici de sağlıklı şeyler yer..
her neyse..o yıllara dek üretilen ayçiçeğinden bir miktarı tohumluk olarak ayrılır ve tekrar üretime sokulurdu.

sonra o tuhaf çuvallar geldi.

normal tohumluk ayçiçeğini çıtır çıtır yersiniz. bu yeni gelen çuvallar üzerinde sakın yemeyin uyarılarıyla doluydu.
biri patlamış..o zamn gördük..hani bahar aylarında at sinekleri peyda olur, deve kadardırlar ve fosforlu yeşil renkleri vardır..
işte o çuvaldan aynı o görünümde çekirdekler döküldü.
hatta muhasebecimiz dayanamayıp bir tane yedi.
ama çok korktu.

bu hibrit tohumlar dostlarım o yıllardan beri her üründe kullanılıyor.
çuvaldan düşeni yerseniz zehirlenyorsunuz ama onları toprağa ekip "verimli" ürün alıyorsunuz.

hepimiz zır cahildik bu konuda, hala da öyleyiz.

Nolur görev bilinciyle olsun şu filmi izleyin..
çok neşeli anlatılıyor halkın paraya bakış açısı.
ve inanın..o çiftçi hastanelerde neler olup bittiğini yeni anlamaya başlıyor ama bireysel olarak yapabileceği hiç bir şey yok.
bu ancak tarım politikasıyla sağlanabilecek, değiştirilebilecek bir şey.

Çok Muğla'lı çocuk tanıdım hastanede..
hep merak ettim o cennet toprakta hastalıklar çocukları nasıl buluyor diye.

Filmde bundan bahsedilmiyor gibi..ama aslında tamamen arka planı anlatılıyor olayın.

Söz, izlerken çok eğleneceksiniz..
neşeyle düşünecek, kızacak, üzülecek,belki şaşıracaksınız.

ama çok seveceksiniz.

Benim içinde bulunduğum kuşak meyvelerini vermeye başladı, gerçekten mutlu oldum.

Bir kez daha söylememe izin verin..

"o" hastalıkların çocuklara ettiklerini anlatmanın imkanı yok.
nolur çabalayalım, biz bari dahil olmayalım bu suça.


16 Aralık 2011 Cuma

*

mutluluk öyle uzak bir adanın gülü ki artık, umursamıyorum.
azıcık huzur yeter.

o da ne zaten
bildik bir yatak, üzerine içaçan renklerden bir pike atılmış. önümde bilgisayar..belki kağıt kalem..yetecek kadar sigara, kültablası..camdan vuran yumuşak güneş, uygun ışık, belki yağmur sesi..

kimseyi de istemiyorum.
kafam ses, farklı dünyadan gelen bir ses de istemiyor.

ne neşem uyuyor başka insanlarınkine
ne derin acım.

böyle ölüp gidebilirim.
böyle yaşayıp gidebilirim.
ikisi aynı şey.
bunu anlatamıyorum ve anlatmıyorum da.
kimseye bir şey anlatma zorunluluğum kalmadı.

çoğu zaman gözümde bir damla yaş oluyor. akıp gidiveriyor. şaşırıyorum da bunu belli edemeyecek kadar bıkkınım.
umursamıyorum.

her şey eksik.
ne kahkaha tamam ne gözyaşı ne korku ne endişe
hepsi yarım
kişisi yok gibi.

çok boktan be.

10 Aralık 2011 Cumartesi

özet

ilkokulda 'taşıt'ları öğretirler ya..kara taşıtları, deniz, hava taşıtları..havadakiler hariç hepsini kullanmış olarak geri döndüm.:)))

ayh yoruldum.

bir daha bu küçük şehrin olmayan trafiğine laf etmeyeceğim.
söz.

metro + metro+ minibüs+ otobüs+ metro zinciriyle sevdiklerime ulaştım bir bir.

henüz hedefine ulaşmamış adımlar attım.
bu kadarı bile heyecan vericiydi.
Umarım adımlarımın hepsi tamamına erer.


çok tuhaf duygular yaşadım.
her zamanki gibi uçlarda.

yeni bir şey keşfettim:
birbirini çok seven aileler kadar ruh hastası yaratmaya meyilli bir durum yok dünyada.:)))
bunu keşfettiğimde çok daha düzgün ifade edebilmiştim, şimdi aynısını şeyettiremiyorum, pardon..üstteki cümleyi bir iki kere okumanız gerekebilir yani.:)


blog arkadaşlığı çok kıymetli bir mücevher,yaşayalım, yaşatalım..bir de bunu öğrendim..

Laleciğimle, ataletimle ve Ş'cığımla harika bir akşam geçirdim.
biz dört kadın çocuklar gibi şendik o gece.

huzur buldum.

deniz geçtim, martılara ekmek verdim, içtim, ağladım, korktum, küfrettim, güldüm.

beni görünce bynuma atlayıp sevinen çocuklar oldu, mutluluktan havalara uçtum.
Onlar da geri kalmadılar, koltuğun kenarına çıkıp çıkıp defalarca üstüme atladılar, nedense beni yaşıtları sanıyorlar.:)))

Puzzle yaptım..az bişey ama yaptım..

oğlumu özledim.

Çok özledim.

sonra yine ağladım, küfrettim,güldüm ve sevindim bazı şeylere..

Gece vakti döndüm.

Sonuç:
İyi ki gitmişim..

28 Kasım 2011 Pazartesi

valizler


çeşit çeşit valizim var benim.
eskiden, yakın bir zamana dek ikimizin valiziydi onlar.
şimdi benim. hepsi.
ne çoklar.

öylesine bir yaşam biçimi haline gelmişti ki onlarla yaşamak
bir ara..evde bile olsak indirmiyordum içindeki eşyaları.

valizde yaşamaktır bu.
bilir misniz?
bilmeyin.

banyo hep sorundur valizde yaşarken.
tek tek çantaları karıştırıp, içinde eşya bulmanız gerekir.
her şey sana yabancısın der.

çok derli toplu olmak gerekir.
hiç bir eşyayı, ilacı atlamamalısınız.
kapkacak, çatal,kaşık, küçük kahve ısıtıcısı filan.
makas, dereceler, bok püsür.

ne unutulsa senden bilinir.

kafa abaküs olur.
tıkır tıkır tıkır.

Beşini aynı anda taşıyabilirim.
irili ufaklı.
omuzlarım sırtımın ortasından ikiye ayrılacak gibi olur
umursamam
umursayacak vakit yoktur.

kafa çalışır
tıkır tıkır tıkır.

dünyada dertten başka hiç bir şey yoktur.
ve acıdan.
ve endişeden.
bu nedenle hep gülersiniz.
hiç bir fırsat kaçırılmaz gülmek için.

çok değerli bir hazinedir, hiç vakit kaybetmeden tüketilir.

anlaşılabilir sanıyorum bazen bunlar
hayır, anlaşılamaz.

koşan hep koşan kadın ve erkekler
rastlanıldığında
otur be bir sigara içelim
gel çay yaptım
dualar
koridor içi dedikodular
hepimizi oraya getirdiğine inandığımız eski günler
gelecek endişeleri
yarınlar yarınlar.

ben çocuklarla oynadım çok
bildiğin oynadım.
koşmaca, kovalamaca ne varsa işte.

zaten kimseye tuhaf gelmez.

bakmışsın koridorda hemşire özlem'le, görevli Yakup kumaş topla tenis oynuyor
oh be, gülme fırsatı, durup gülersin.

doktor murat elinde plastik tabanca çocuk kovalıyor.
normaldir.

ne çok yürüdüm o sı.tımının koridorunu.

Rehber'in annesi ve teyzeleri ve bakıcısı
son çıkışlarında hastaneden
koridora tükürmüşlerdi
çok haklıydılar.

bir tek fotoğraf beni bu hale getirdi gece vakti ya.

küçük bir çim adam.
Umut internetten bir çok ilginç şey sipariş etmişti.
koliden bu minik oyuncak da çıkmıştı.

suyunu hiç ihmal etmedik.
elindeki minik mamçakaya hep güldüm.
dişleri dökülmüş dayak yemekten..
ama hala gel gel kapışalım diyen bir minik çim adam.

Üstüne tatlı serserim yazdım.

Biz KİT'e girince
yasak bitki mitki doğal olarak
katımızdaki okulun öğretmenine bıraktım.
Bir kez solar gibi olmuş.
Şenay Öğretmen şaşırmış ne edeceğini
ama yeniden dirilmiş onun sevgisi ve bakımıyla

biz yoğun bakıma gidince bakamadık tatlı serseriye

çok sonra
Umut gittikten sonra eşyaların arasında buldum.
solmuş.
attım.

bu da böyle bir anımdır sevgili okuyucu.

içimde tutarsam namerdim.

27 Kasım 2011 Pazar

:)

hadi bakalım üçtemmuz İstanbul'a geliyor.
Yenilenmiş ve kafasını toparlamış olarak.

Çok gagaladım kendimi ama işe yaradı gibi. Kalbim de, aklım da bomboş.Çok soru sordum kendime, bir kısmını cevapladım, birazı kaldı. Yenilerini de sormak gerekebilir, umrum değil hepsini zamana bıraktım.

Gelince bunları konuşmayalım ama plan da yapmayalım, hayat aksın bildiği gibi.

22 Kasım 2011 Salı

dökülürüm ezelden

gece 3:30..tam da benim saatlerim.
bu saatlerde dünyada bir tek ben varım.
bu bazen iyi hissettiriyor.

bölünmeden düşünebilmek..nedense ataletimin çalışma odasını düşürür aklıma.:)

kendimi inşaaa ediyorum. ne uzun sürdü değil mi? çok darmadağın olmuştum ben, yeridir yeridir.
bu ara bir net'lik mücadelem var.
kaptanın seyir defteri duy sesimi, sana diyorum.
not al, tarih düş.
net bir insanım ben. severek başlarım. sonra kredimi gözden geçiririm. tam tersi de mümkün ama bana uygun olan bu. böyle seviyorum.
ve ne zaman bir terslik yaşasam karşımdakiyle usulca uyarırım. neyse hoşlanmadığım şey tatlılıkla söylerim.
doz aştığı an, ben de kendimi aşmışımdır artık.
silerim, hayatımdaki tüm izlerini yok ederim.
kendim de onun hayatından yokolurum.

bir daha da anmam.

yalan söylemeyi bir tercih olarak sevmiyorum. zaman kaybı, emek kaybı gibi geliyor bana. yoksa epey iş başartır elbet. ama aslında havanda su dövmekten bir farkı yoktur. bu nedenle yalan söylemem.
insan kırmaya gelince de..bir çocukluk arkadaşımın tek bir cümlesiyle bunun ayarını kavradığımı düşünüyorum: "Karşındakinin nefsini beslemeyeceksin." ayar budur, bunu anladım.

alttan al, tatlı ol, naparsan yap ama kendini harcatma ve karşındakinin bir yalan dünyasına inanmasına, orada kaybolmasına izin verme.
tehlikeli yollar.

ve en önemlisi, kimseden yardım isteme.
sakın.
istemeyi bırak, sana teklif edildiğinde dahi arkanı dönüp git. sağol de, bugün olmaz yarın de ama bu tuzağa düşme.

az çok hissiyatım budur.

şu bir kaç ay canıma okundu.
Allahım ne kadar iyi niyetliydiler oysaki..
tek dertleri bendim.
hayır, kimsenin benim üzerimden nefsini beslemesine izin vermeyeceğim.
yeter.
ben kendimi yaşatırım, kimsenin üzerine vazife olmak istemiyorum.
ve sıra tüm bunların muhasebesini hayata geçirmeye geldi.

cidden feci bilenmiş durumdayım.
çünkü farkettim ki çok az insan haricinde beni tanıyan kimse yok.
oğlumu da.
ancak beraber yemek yediğimiz
gözgöze endişeyle bakıştığımız
aynı evde uyuyup sabah kahvaltısını neşeyle ettiğimiz bir kaç kişi.
gerisi için tuhaf bir şekilde acıklı bir öykün kahramanlarıyız biz.

oysa böyle anlaşılmaması için popomu yırttım ben.
ne kahkahamı ne dostluğumu esirgemedim.

tek derdim vardı, hayattan kopmamak.
oysa bunun da hiç bir anlamı yokmuş.
ben yanlış anlamışım.

bakalım bundan sonrası hayırlısı.

21 Kasım 2011 Pazartesi

ben aslında çok sinirli ve üzgünüm şu an..anlatabiliyor muyum blog?

Diyojen'i anlıyorum.
O raddeye geldim abi...

bildiğin anlıyorum yaa..
ama bu genç sayılabilecek yaşımda bu öğreti beni bozmaz mı?
soruyorum bozmaz mı?

:)))

eh, tamam, şaka peki...

17 Kasım 2011 Perşembe

kadınların kurduğu üst model dünyalar

ay hiç anlatasım yok.
:)))

keşke bu kadarcıkla anlaşılsa iç dünyam..

hadi bu da böyle kalıversin..
o dünyaları sevmiyorum ve reddediyorum
netlik istiyorum
çocuklarla ve kocalarla ya da diğer kadınlarla
her ne ise işte

hiç kimseyle çeşit tarz entrika, sulugözlülük, acındırmayla
hayatlar alt üst edilmesin istiyorum.

Bunu farkedip de hala bu tür insanların elinde kukla gibi sallanan insanlara da çok
sinirleniyorum.

öyle biri olmak istemiyorum.
nokta.
:)

4 Kasım 2011 Cuma

soracaksan zor yerden soracaksın

yaşayakalmak der Alatlı ya yaşayakalmak kaçıştır, kurtuluştur, saklanmaktır, cesarettir ve aynı zamanda korkaklıktır. Neler olduğunu, başımıza neler geldiğini, neden geldiğini anlayabilmek için zaman bulmaya çalışırken, bir yandan da yaşamak zorundasındır, nedenini çok da iyi bilmeden. Bir şey, içimizdeki bir ses, bir güdü falan filan..her ne ise..bize yaşamamız gerektiğin,i söyler..Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir..diyemeyiz çoğu zaman, kalbimiz geride bıraktıklarımızdadır. Umudumuz geride bıraktıklarımızın aslında bizim önümüze geçtiği yönündedir. Bu bir yanılsama mı, kendimiz mi uydurduk, bırakmamalı mıydık geride, hissettiğim kadar suçlu muyum gerçekten, neden neden...bu sorular yakamı bırakmaz, bana rahat vermez..ama o içimdeki susmayan ses yaşamalısın der, yaşamalısın der, O da böyle isterdi, istiyor der.
Hangisi doğru?
Soru budur.
Bu sorunun cevabı yoktur.

1 Kasım 2011 Salı

sınırlarımızı genişletelim

eğer bir gün ben olmayı başarabilirsem..içimden ağlamak geldiğinde ağlayıp, duygularıma mazeret aramayı bırakabilirsem.

içimde kükreyen aslana sus demeden
onu kuklaya çevirmeden yaşamayı öğrenebilirsem

hislerimi aktarırken, onlara takla attırmadan ifade edebilirsem

yanımda kim olduğuna bakmaksızın dilediğimce küfredebilirsem

otobüste çizmelerimi çıkarıp, bacaklarımı kıvırıp oturabilirsem

renk uyumunun gelmişinden başlayıp, geçmişinden çıkıp

garsonu sadece parmaklarımı şıklatıp çağırabilirsem

rahatça ağız dalaşı yapıp
birilerini kıskanabilirsem

kahve eşliğinde rahat ferah iki dedikodu aktarıp,
bana anlatılanları vay beee deyip dinleyebilirsem

huzura erer miyim?

bunları deneyeceğim, haber veriyorum şimdiden.:)

25 Ekim 2011 Salı

inadına

yasamak
sadece yasamak
sessizce yasamak
insanca yasamak
inadina inadina yasamak

yasamak
korkusuz yasamak
hesapsiz yasamak
cikarsiz yasamak
inadina inadina yasamak

yasamak
parasiz yasamak
caresiz yasamak
sevgisiz yasamak
inadina inadina yasamak

yasamak
sularla yasamak
rüzgarlarla yasamak
dostlarla yasamak
inadina inadina yasamak

yasamak
ölümle yasamak
aciyla yasamak
hasretle yasamak
inadina inadina yasamak

yasamak
düsüncenle yasamak
yüreginle yasamak
sesinle yasamak
inadina inadina yasamak

yasamak
düsünle yasamak
gününle yasamak
anilarla yasamak
inadina inadina yasamak

yasamak
coskuyla yasamak
onurla yasamak
sevgiyle yasamak
inadina inadina yasamak


demişti Altan Erkekli yıllar evvel izlediğim tiyatro oyununda.

baştan söyleyeyim, çok inatlaşmaya gelmiyor hayatla. benim anladığım budur. ama ilk adımda bırakıp da kaçılmıyor da meretten.
öyle bir şey ki yaşamak, başlıbaşına iş bazen.

aniden bir gümbürtü duysan ya da beklenmedik bir tehlike belirse, kendine bile sormadan kaçarsın, savunursun, durur karşı koyarsın hayatta kalmak için
ama
kendine sorabildiğin zamanlarda çok yorulursun bazen, gidivermek istersin.

ben burada doğdum, bu ülkeyi, bu halkı bilirim, dünyanın tersinde durum nedir tecrübe etmişliğim yok, atıp tutacak değilim.

ama burada yaşamak zor, onu biliyorum.

belki hafızamızın uzun ömürlü olmayışı o nedenledir, kimbilir..sadece şu son 10 senede, 20 senede yaşadıklarımızı yazsan alt alta oha dedirtir başka coğrafyalarda yaşayan birisine.

bir de bize çok hakaret ederler, o da iyice zorlaştırır yaşamayı bak.
kendi kendimizi aşağılar, bundan da bir aydıncık payesi çıkarırız biz kendimize.
beni en çok bu yorar.

sinirlendirir de ama konu o değil.

herkes her şeyden anlar bu ülkede.
hepimizi futbol yorumcusu, hepimiz jeoloji mühendisi, hepimiz alay komutanıyızdır. bizim inandığımız sav doğrudur falan filan.

bu noktada "mutfakta üstüme tanımam" diyen arkadaşım geldi aklıma, azıcık gülümsedim. çok da samimiydi bunu derken. geç.

ben de öyleyimdir muhakkak. bulaşıcı bir durum çünkü bu. farkına varmadan aynı noktada buluverirsin kendini. özellikle amacın bu değilken, oluverir. 5 dakika geçtikten sonra "haydaaa ne dedim ben şimdi" diye düşünürsün.

yaşayacağız..öyle ya da böyle yaşayacağız.
askerler ölecek, insanlar birbirinden her gün biraz daha uzaklaşacaklar, deprem haberleri alacağız aniden ve yaşayacağız.

çok tatlı olmayacağı ortada.

hayallerimin gittikçe uzaklaştığını hissediyorum benden.
ben duruyorum yerimde ve onlar ışık hızıyla kayboluyor, arkalarından bakakalıyorum. el bile sallamadan.

hayal kuramamak feci bir şey, bunu biliyor muydun dost?

kurduğunda gerçekleşmemesi de çok feci..

o yollardan geçe geçe öğreniyorsun, hayal kurma sakın, fırında pişmiş enfes bir güveç yanında patlıcan turşusu, mis gibi bir koyun yoğurdu hayalin varken
eline geçen ekmek peynir oluyor.

şükrediyorsun
çünkü dışarısı ormanlık.

dost belli değil
düşman belli değil.

bir terslik var, çözemiyorsun.

güveç ortaya gelse o an, yiyecek halin yok.
tadın kaçmış bir kere.

ama işte yaşayacağız.

bu aralar görüşmesek mi diye bile düşündüm bir an.
o derece kendime gömülmüş durumdayım.

ama en azından...

neşeli şarkılar çalmak için erkendir, farkındayım da. hiç olmazsa şu sanal dünyada bir gülümseme, bir iyiniyet, bir huzur oluşturabilsek.
Valla bunu çok istedim ben.

kaçalım
saklanalım
çocukken sandalyelerin üstüne pike örtüp altına girerdik ya..

ha işte öyle
orada sıcacık oturalım.

başedemeyecek kadar uzağım kendime zira.

ama belli de olmaz.

içimdeki aslan , uysallaşmamış o vahşi aniden uyanır bakarsın, neşeyle zevk alır göğe bakmaktan.

bilemem.

22 Ekim 2011 Cumartesi

kendime

Videonu yolladı Gökhan Abin. Ablam seni de ihmal ettim demiş. etmedi. Çok koşturuyor, bunu ona da söyledim. Yanyana gelince gözlerimiz parlıyor, sen de yanımızda oluyorsun biliyorum.
Videonu yollamış.
O gün oradaydım, nasıl emek verdiğinizi biliyorum. Alkışlarla salona girerken nasıl mutlulukla gülümsediğini tekrar gördüm, tekrar mutlu oldum.
Yakışıklısın sen bunu da unutma, sana bin defa söyledim bunu ergen kafa.
Her neyse biz o gün anne ve baban olarak az kırmıştık seni, salonda toplantıda genel kanının aksine şeyler söylemiştik. Bunu unutamadım ve kendimi affedemedim. Özür diliyorum. Tekrar tekrar tekrar özür diliyorum. Söylediklerimden dolayı değil, beni bilirsin, gıcığımdır ama senin alanına girdiğim için beni yeniden affet yavrum.

O videoyu ve mutluluğunu gördüm, içimden bin türlü düşünce geçti. Bir gün gelsen ya.
Öptüm.

11 Ekim 2011 Salı

şimdi banaaaa

kaybolan yıllarımı versseler..
"vers-seler" diye okunacak burası önemli..
tek bir söz bile söylemeye hakkım yokkk..

yes.
aynı böyle hissediyorum.
Vallahi sil hadi yeniden başla deseler.
cesaretin varrrmı aşkka diye şarkıyla cevap veririm.

yeniden başla.

isteyen olur muydu?
bence buna cesareti olan hayatından memnudur. çok da yorulmamıştır.

:)

10 Ekim 2011 Pazartesi

tabiat ve ben

beni o hayranlıkla baktığım kırlara koysalar, açlıktan ölürüm. Bilumum börtü böcek korkusu, uzaktan gelen her havlama ya da viyaklama sesi yüreğime indirir. Bir kaç mevsim burdasın deseler elime tohumunu, suyunu, arazisini verseler domates bile yetiştiremem..değil ki buğdaydır, zeytindir, sonradan işlem gerektirecek her hangi bir bitki.
inek sağmayı bilmiyorum.:))tavuklar yumurtlayınca, yumurtaları saklarlar onu hatırlıyorum, arayıp bulabilirim ama hangi tavuk kuluçkaya yatacak, ne yapmak gerekir hiç fikrim yok.
hazır un tereyağ varsa hayatta kalmam mümkün. felaket hamur açarım, ekmek filan yaparım, ona eyvallah. ama kırda diğerlerinden ayırabileceğim tek ot kuzu kulağı. çok canım istedi, bak şimdi.
yok yok..makineleştik, öcü teknoloji filan demeyeceğim.
de..
yaşadığım dünyadan bu kadar kopuk olmak da ağırıma gidiyor hani.
ağaçları-bir kaç tanesi hariç- ayıramam.
ya ben ne çok şey bilmiyorum.
o koyunlar kırpılacak, yün olacak
sütler kaynatılıp peynir yapılacak
sütü sağdım da peynir yapması kusur kaldı
her neyse..

yakınlarda ıssız adaya filan düşmeyi de planlamıyorum.

nerden geldi aklıma bunlar bilmem.
Blogcudaki yazılarım kaybolmuş.
püf, uçup gitmişler.
ne saçmalık.

7 Ekim 2011 Cuma

huzur

son bir kaç hafta çok yordu. Düşündüm, ağladım, düşündüm, güldüm, düşündüm yazdım, bilgisayarda bir dolu oyun oynadım, arkadaşlarımla çıktım dolaştım, konuştum, ataletimin deyimiyle sızdırdım ve yine düşündüm.
İçimde bir huzur var.
Bu öyle güzel bir his ki, çok değerli bir hazine ki maddi hiç bir şeyle kıyaslanmaz.
İçimde bir huzur var.
Bütün o yaşanılarlar içimde ama ben kendimi huzurlu hissediyorum.
İnsan bazen kendini çok büyük görüyor.
yani bazen sanıyorum ki her şeyi anlayabilirim, hayır bunu yapamam. Anlamak işi eğer bu dünya hayatında çok değerli bir görev ise ki bazen bana öyle geliyor. Hepsini anlayamayacağımı bilerek ama anlamaya çalışarak yaşamam lazım.
Ölüm üzerine düşünmek de bunlardan biri.
Ben genelde bu kelimeyi duyduğum an kaçardım. Görmezden gelirdim.
Ne önemli bir kapıya kendimi kapadığımı anlıyorum şimdi.

Odamda eşyalar var.
Onlar bir zamanlar oğluma aitti.
Öyle sanıyordum.
Şimdi bana da ait olmadıklarını anladım.
Geçiciyim.
Ve bu bazen çok sevindirici, bazen çok hüzün veren bir his.
İyiyi görmeye uğraşmayı öğreniyorum.
Geçici yani bana ait hiç bir şey yok bu dünyada. Bazı tercihler belki. İyi ya da kötü biri olmak için farketmeden atılmış adımlar.
Ama bazen de gönül coşkusuyla, hiç bir şeyin bana ait olmadığını hissederk paylaşma arzusu.
Temiz kalma isteği.
Temiz kalmak, kalabilmek için uğraşmak.

Bu insanın tüm zamanını alacak bir eylem, bir tercih.
Boşluk kaldırmıyor.

Tüm bu düşüncelerim benim temiz biri olduğu anlamına gelmez.
Bunu başarabileceğim anlamına da gelmez.
Bunları yazarkenki tek arzum yaşadıklarımdan çıkardığım hissi paylaşabilmektir.
Belki okuyan birisi o anda üzgündür, sinirlidir, onu geren hislere sahipti,r.
Ve belki bu yazıyı okuduğunda içine benim huzurumdan değiverir.
Huzurumu paylaşmak istiyorum.
Yaradan'a emanet olmanın verdiği güven hissi tüm vesveseleri silip atan bir şey.

Dostum huzurumu paylaşır mısın?
Derdimi paylaştın, hakkını helal et.
Huzurumu seninle paylaşmak beni çok mutlu eder.
Sevgiyle öperim.

4 Ekim 2011 Salı

İnsan sevdiğinin en çok neyini özler?
ben o güzel ellrini özlüyorum.
yanaklarını özlüyorum.
Seni bebekken öptüğümde ne hissederdim hatırlamıyorum. ben de çocuktum.
Ama şimdi en çok kokunu özlüyorum.
Bana Annecik deyişini.
ne zaman kalabalık bir yerde olsak gözlerimin mıknatıs gibi seni aramasını özlüyorum.
zamanı geldiğinde, bensiz bir şeyler yapmaya başladığında..ve ben dahil olmak sitediğimde hayatına, beni püskürtmeni özlüyorum.
çok güzeldi.

biliyor musun artık hiç bir şey umrumda değil.
zırıl zırıl ağlayacağım.
içleneceğim, parçalanacağım.
seni çok özlüyorum.

hepsini anlıyorum, anlamaya çalışıyorum, isyana davet eden yollar önümde açık
isyan etmek istemesem de o kapıyı defalarca çalıp kaçtığım
terbiyesizlik etme deyip, başım önümde kös kös geri döndüğüm açık.
Allah affetsin beni.
Vallahi hepsini anlıyorum, anlamaya çalışıyorum.

ama gizlemek de ayıp değil mi seni sevdiğimi.
seni çok sevdiğimi.
yerini tutacak hiç bir şey yok.
olsa da bunu istemiyorum
istediğim sensin.

doğru söyle, benden kaçmadın değil mi giderek.
yani benden kaçmak için gitmedin değil mi?
yani biri bana böyle aşkla bağlansa ben kaçardım sanırım.
:)
gülme.

Beni ne çok sevdin biliyorum, yaşadım, Allaha çok şükür.

Seni ziyarete gelmiştim, aniden M. Hemşirem annesi Umutun yanına gir dedi.
Şok oldum.
Sevincimden göğe dönüp yerime geldim.
anlayamadım.
inanamadım.
kalbim durdu bir anlığına.
Ha? dedim.
Gir dedi, gir.

Girdim de sen ne yaptın?
Bir insan böyle mi güzel sarılır sevdiceğine?
Bana bacaklarınla sarıldın?
Ellerimi tuttun.
Anlat dedin, her şeyi anlat.
susacak olsam, susma dedin, anlat dedin, susmadan anlat dedin.
Şşştt..onu dinleme, sen anlat dedin.
Herkes ağladı
Sarılmamız yasaktı, kimse gık demedi.
Kızma sen de biliyorsun onlar iyi insanlardı.
ellerinden geleni yaptılar.

kokladık ya birbirmizi.
Çok güzeldi canımın kaymağı.
Yine olacak inşallah.
Yine olacak.
Allah bizi bir daha ayırmasın.
Herksi de sevdiğine bağışlasın.
Öperim gül yüzünden.

1 Ekim 2011 Cumartesi

28 Eylül 2011 Çarşamba

bunu yeni öğrendim

nazik olmaya çalışan biriyim ben. kabalığı sevmem. iyi biri sayılırım. çok yakınımdakilerle rahatımdır.
çok önemli biri dedi ki bana "sen melek değilsin, insanlar öyle sanıyor ve insan gibi davrandığın ilk anda ciddi tepki gösteriyorlar"
çok sevindim bunu öğrendiğime.
eğer etrafa böyle bir hissiyat veriyorsam, bundan hiç haberim yoktu.
zeerre kadar farkında değildim.
sadece nazik olmaya çalışıyordum.
sorun istemiyordum.
bana yetecek beni aşacak yuvamı yapacak kadar dertliydim.
yenisini istemiyordum.

en ufağını bile.

şimdi kendi ben'imi ki eskisi darmadağın oldu, şaka değil, tuz buz oldu..
kendi ben'imi anlamaya çalışırken.
çok rahatım.

ben insanım. herkesin benim gibi bunun farkında olduğunu sanıyordum.
doğrularım, yanlışlarım var ve çoğunu seviyorum.
sevmediklerimi defediyorum hayatımdan.
hata yapıyorum, seviniyorum.
uzun zamandır bunu yapma lüksüm yoktu abi.
ama gıcır gıcır yepisyeni doğrularım da var.
onları parlatmayı düşünüyorum.

tüm bunlar olurken...
hayatımdan bazen bu yeni duruma şaşıran kişiler oluyor.
muş..
farketmemiştim.
yeni anlıyorum.
o dosta, bana bunu gösteren dosta teşekkürler.

bu kadın inşaa halinde.
dokunanı yakarım.:)

26 Eylül 2011 Pazartesi

ağlamıyor muşum.
ağlamalıy mışım.
kalbimde bir dağ sığacak boşluk var.

23 Eylül 2011 Cuma

:P

o ha..depresyon dedikleri şey bu olmasın lütfen. hiç beğenmedim.

15 Eylül 2011 Perşembe

20'ye

Oğlumun doğumgünü bugün.:)
hop..üzülecek olanlar nolur okumasın, derdim üzmek değil, kendimi ona haykırmak çünkü.

ilk defa İzmir'e otobüsle gittim annem.
Bazen haftada iki kez yolculuğa çıktığımız garajda, Nilüfer'den bilet almaya girdim.
fazla ağlamıyorum biliyorsun.
Bizim biletçiyi gördüm.
Hani bıyıklı, zayıfça olan.:)
Onu gördüm ve bilet alacğımı söylediğim andan itibaren ağlamaya başladım.
Şaşırdı.
nedenini söyledim, çok üzüldü.
Garaj bana dar geldi.

Şıpır şıpır ağladım.
otobüslere baktımm, oturduğumuz lokantanın masalarına baktımmm.
Birlikte bir çorba söyler ve ikimiz içerdik hatırladın mı? :)
asla unutmazsın biliyorum.:)
birlikte o çorbayı paylaşmayı severdik.
maden suyu içerdik sonra.

otobüse bindik.
sığamadım.

her şey yolunda gittiğinde, kendin olurdun.
sıcacık ve sevgi dolu.
bana yavaşça çapkın bir el hareketi yapar ve omzunu gösterirdin.
Ben aşktan delirmiş bir şekilde başımı omzuna koyardım.
Hangi şarkıyı dinliyorsan o an, benim de dinlemem için kulaklığın birini bana uzatırdın.
ben o an mutluluktan ölürdüm.
Başım omzunu acıtacak diye, ödüm patlardı.
azıcık havada tutmaya çalışrdım.
seni rahatsız edeceğimden ve yeter diyeceğinden deli gibi ürkerek aşkı yaşardım.

çok sevdim lan seni.
çok sevdim.
bazen konuşurduk.

çok güzeldi seni dinlemek.
anlatmaktansa dinlemeyi tercih ettiğim neredeyse tek insansın sen.:)
nelerden neleri bağlardın, nasıl engin düşünürdün ve beni her sefer ağzım açık bırakırdın.
Murat Abin anlatmış sana..
hepimiz aynıyız minvali bir şey.
Cosmos demiştin..tekrar seyredelim Anne demiştin.
"Bu dünyada bela şu ki, hepimizin başına gelen şey aynı" demiştin.
Neler demiştin.

Sana hep hayran oldum.
En salak zamanlarımda, anneliğimin ve senin değerini zerre bilmediğim anlarda bile.

Yüzme yarışına katılmıştın.
Üstelik yüzmeyi henüz tam olarak kıvıramıyordun.
olimpik havuz, 50 mt mi ne?
bir de zayıf ve çelimsizdin ki o zamanlar, 8-10 yaşlarında birşeydin.
Herkes bitirdi yarışı, sen geride kaldın.
ama asla bırakmadın.
dinlenip dinlenip yüzmeye devam ettin.
o yarışmayı izleyen herkes seni gönülden alkışladı.
öğretmenin gururla yanında yürüdü. sen yüzüyordun, o kıyıdan yürüyordu. Yüzündeki o güzel gülüşü unutamayacağım o adamın.
Ve bitirdin.
Sana aşık oldum o an.
yeniden yeniden yeniden.
Bitirdin.
oysa bitirmene imkan yoktu.

Umut seni seviyorum
seni çok seviyorum Oğlum.
Seninle olmak tarif edemeyeceğim bir güzellikti.
imkansız.
sensiz olmak da öyle acı işte.
tarif edilemez.
sanki bütün kuşlar ötmeyi bırakmış gibi.
gökyüzü hiç mavi olmuyormuş gibi
dereler akmayı kesmiş gibi.
ve ben bir robot gibi bunların hiç farkında değilmişim gibi yapmaya çalışıyorum.

İnan amacım seni mutlu etmek.
sana yaranmak.
bana aferin demeni bekliyorum.

dalga geçme anneyle.:)

Oğlum..
sayfan arkadaşlarından gelen içtenlikle yazılmış eğlenceli yaşıyormuşçasın ama aslında ağıtlarla dolu.
Bu sevgiyi nasıl kazandın bilmiyorum.
ağıt yakamıyorlar, beni üzmemek için.
yarın neredeyse hepimiz doğumgününü kutlamaya geleceğiz.
Annanen, baba ben..ve Dayın gelemeyecek..burada değil ama her an seninle.
çaktırmadan ağlıyoruz
çaktırmadan hatıralarına el sürüyoruz
çaktırmadan sana aşığız.
hepimiz oynuyoruz.
pek iyi başarıyoruz.

Oğlum be...
seni seviyorum.
İyi ki doğmuşsun.
Allahıma şükürler olsun seni tanıdım.
Oğlum be..
seni çok seviyorum.

Annen

9 Eylül 2011 Cuma

karınca

uyandım. ezan okunuyordu. hava karanlık. açık pencereye doğru yürüdüm. yüzüme çarpan temiz hava gerçekliğine inanamayacağim kadar güzel kokuyordu. penceredeki sinekliğe dayandım. dışarı baktım: önce gökyüzüne, bir kaç dua mırıldandım. koku başımı döndürüyordu. sanki bitmek üzere olan gece..bir önceki gün yaşanmış her kötülüğü içine çekip yutmuştu. bütün üzüntüler, acılar, endişeler, ne zaman sabah olacak düşünceleri hepsi ama hepsi gece tarafından emilmiş, çiğnenmiş, tertemize çıkarılmış ve şu an üzerime üfleniyordu. dışarıdan gelen temiz hava bana "korkma küçüğüm, geçti, az sonra hava aydınlanacak, sen şimdi bu temiz havayı al, iyice içine çek, bekle, sonra geri ver ve bir yenisini al" diyordu. "endişelenme, dün yaşandı bitti. bugün sana yani heyecanlar, eski, yeni ümitler ve yeni öğretiler var, sakin ol" diyordu.

dün dünde kaldı.

ama bitmedi.

bütün dünler, hepsi şu an içimde.

bugünkü ben dünlerden ve yarın hayallerinden ibaretim.
dünlerden ötesi de var belki.
adlandıramıyorum.

bir çocuk koşar, çamur birikintisine zevkle basar. fırsat bulsa elini yüzünü o çamura bular. toprağa yani, kendi özüne. bir köpek görse, onu sevebilir, çoğu zaman aklına korku gelmez. ve suya atlar. yüzer. her şeyi elleriyle yiyebilir.
sokağa ilk çıktığında karınca yuvasının başına oturup, yuvadan çıkan karıncaları yediğini zevkle anlatan bir çocuk tanımıştım. konuşmayı yeni öğreniyordu, ben ağzım açık hayretle dinlerken, o anlattıklarından ve yaşadığı tecrübeden çok mutluydu.

-n'aptınız annecim Serap'la?
-hiiiçç.kayınca yidik.
-:)

keşke aynı heyecanla, aynı merakla, aynı zevki alarak o karıncaları yiyebilsem.

ve aslında kısa bir duraklamadan sonra..
bu yaşıma uygun, bugünüme uygun karıncalarımı yemek üzere uyandığımı farkettim.
top oynamak, konuşmayı, yazmayı, anlatmayı, yaşam denen bu reçele parmak daldırmayı öğrenmek için buradayım.
bugün sen ne olarak karşıma çıkacaksın, bilmiyorum. gel karıncam..

5 Eylül 2011 Pazartesi

rast gelsin, ya Bismillah

son bir kaç haftadır hayatımdaki insanlardan aldığım akılların haddi hesabı yok.
Küp'lerim doldu.
Taştı.
beni boğuyor.

öyk geldi.

Bir insan neden kızar? tehdit aldığını düşündüğünde, bu tehdit güvendiklerinden geldiğinde, haklı olduğuna inanırken ve kimseye bir zarar vermeden yaşayıp giderken kendini bir karambolün ortasında bulduğunda.
Yeter ama yeter.

Çok akıl veriyorlar bana.
Çok sıkıldım.

Gerçekten çok sıkıldım.

Benden nasıl performans beklediklerini bilmiyorum.
Daha ne istediklerini de bilmiyorum.

Neşeli, sağlam duran, kadın portresi..evet.
hayatla bağlarını koparmamış bir insan modeli.

Bunu yaptım, çünkü bana bulaşmalarına izin vermek istemedim.

Ben acımı kendi içimde yaşamak istedim.
Hayatta hiç bu kadar özel bir şeyim olmamıştı.

Evladımla aramdaki en özel anlara kimseyi sokmak istemedim.
Buna annem de dahil, kardeşim de.

Belki bir-iki arkadaşıyla paylaşabilirdim bunları.
Ama bunu da istemedim.
Çünkü onlar genç.
Çünkü onlar çocuk.
çünkü onlara böyle bir yük yüklemek istemedim.

Ben sırtlandım.
Kimseyi memnun edemedim.
Amacım bu bile değildi üstelik.
Ben Umut'la yalnız kalmak istiyordum.

Bir dolu Freudyen saçmalık.
Bir dolu halk öğretisi.
Bir dolu klişe..
bir dolu yeni moda öğreti.
Hiç birini istemiyorum.

Sadece içimden taşanları canım istediğince sızdırdım. Ataletimin deyimiyle sızdırdım.

Kendimi yıkıp döküyorum bu ara.
Yapacağım bunu, istiyorum.
Yenisini inşaa etmek için kendini yıkman kırman lazım.
Tehlikeli durumlar, atraksiyonlar lazım.
Cidden, anlayabileceğinizden emin değilim.
Sadece bu.

Ben paylaşan biriyim.
Ama acımı paylaşmakta zorlanırım.
Belki birkaç anlaşılmaz mırıldanma, bir iki şarkı..budur.

Herkesten akıllar dinledim diyorum.
Şöyle yap
böyle düşün,
böyle davran.
Gül
ağlama
ağla
gez
kafanı dinle
cart yap
curt yap.

Azıcık sussalar ya..

Fakat hayat boşluk kaldırmıyor.
Zor anlarda, insan ipuçları veriyor.
zayıf kalıyor.
.
.
.
yukarıdaki satırları birkaç gün önce yazmıştım..kaldığım yerden devam blogcum.
.
.
.
sanırım gerçek hayat farklı.
hatırlayamıyorum.
epeydir gerçek hayatın dışındayım.
farklı bir gerçekliğin içindeyim.
cephedeyim.
düşman ortak.
bombalar düşüyor sevdiğiniz ve tanıdıklarınızın üstüne.
kimisi ölüveriyor.
siz yeniden umutla dolup savaşmaya devam etmelisiniz.
böyle bir gerçeklik.
hastne yaşantısı.

dualar ortak.
para, kan, eşya, yiyecek ortak.
hemen herkes paylaşmaya çalışıyor.


burasıysa gerçek dünya.
normal dünya.
hep olmak istediğim yerdeyim.
hastamı yanımda getiremedim.
sevgisini, aşkını, bana anlattıklarını, benden istediklerini, beklediklerini getirdim yanımda.
kalabalığım.

bir incelik, bir kibarlık, bir kardeşlik türküsü kondurmuştum yüzümün kenarına.
kalbimin içine.

UYAN KIZIM.
bu hayatta buna çoğu zaman yer bulamayacaksın.
türkünü söylerken sana eşlik etmek bir yana
sana da söyletmemek isteyecek birileri.

inatla söyleyeceğim..hayır hayır..
akılla söyleyeceğim.
hakedene söyleyeceğim.
anlayana söyleyeceğim.
Blogçuk..n'aber?
yeni hayallere tutunabilecek miyim ne dersin?
boşver.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

heyo

Evlatlarımın hepsi Üniversite'yi kazandılar.:) Sonuncusu bugün belli oldu, yetenek sınavı gerekiyordu çünkü. Uçuyorum.:))

aman tertip can tertip

kendine güven, diğer insanlara güven, mesafe filan meseleleri var ya..hani nerdeyse ergen sorunları gibi iç bayıcı, can sıkıcı, sevimsiz bir çocukluk taşıyan. tekrar ayağa kalkmak için uğraştığım bugünlerde bunlara gark oldum. ıyyy...kendimden kaçmak istiyorum şu an. ama işte..olgunluk da bu değil miydi zaten yediğin haltın ve varsa sana atılan kazığın sorumluluğunu alacaksın, dolap dağınıksa toplayacaksın yani. bir bluz aldığında dolaptaki her şey üstüne iniyorsa orada bir hata vardır. Kendi elinle indir hepsini, düzeltip koy. Atmaya kıyamadığın ama kullanmadığın şeyler vardır o dolapta, onlarla helalleş ya da ne bileyim dür de koy en azından yerine.

Bunlarla meşgulüm, çok sıkıcı.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

canım

sensizliğimden
delirecek gibi oluyorum
boğuluyorum.
çok özlüyorum.
affet.

yüzlere bakıyorum
o yüzlerin arkasındaki ruhları görüyorum bazen
bir çoğu güzel geliyor bana
seni arıyorum

kendimle başbaşa kaldığım an
adını haykırıyorum
bazen neşeli
bazen acılı
ama hep sen

duyuyor musun

duymanı istemiyorum bazen
ya sen de beni böyle özlüyorsan
buna dayanamam

seni çok seviyorum demek ne anlamsız
çok sevmekten öte

beni senden ayırmaya çalışıyorlar
bana beni hatırlatıyorlar
umrumda olmadığımı görmüyorlar
hep gülümsüyorum
benden bana ne
ben seninle varım

buradayım iyi ol yanındayım.

4 Ağustos 2011 Perşembe

ben var ya

ağzımdan akla hayale gelmeyecek küfürler çıkacak şu an
avazım çıktığı kadar bağıracağım
duvarları tekmelemek
camları aşağı indirmek istiyorum
bunu bize kim yapıyor merak ediyorum
çok öfkeliyim desem komik olur
kudurmuş haldeyim
bunu bu çocuklara bilerek yapıyorlarsa eğer
Allah hepsini kahretsin
ve diliyorum o Yüce güçten
bunu benim sağlığımda yapsın
göreyim.


yazacağım ama anlamayacaksınız.
dilerim anlamazsınız.
dilerim bir daha kimse anlamaz.


gencecik evlatlarımdan biriyle konuştum az evvel.
facebook denen o sayfada konuştum
pat diye karşıma çıktı
nasılsın ablam dedi
bense eyvah dedim


Umutun vefat ettiğini bilmiyor.


Umut O'nu çok severdi.
o güzel konuşmaları, güşüşmeleri aklıma geldi tek tek
ben de onu çok sverim
hastanede ne zaman aynı zamana denk gelsek
telefon eder bana, döndükk bizzz tühhh görüşemedikkk filan der.:)
aslında yakına biyere saklanmıştır.
bana sarılacağı anı beklemektedir, o
gencecik diğer evladım
o
yıllardır
uygun ilik yok
o benim canım
nasıl zekidir...
Yedi düvelle barışıktır.
aşkımdır canımdır.



bana nasılsın dedi.
Umutu soracak
oysa saklıyoruz
oysa saklıyoruz
o kadar zeki ki
ben sayfalardan bişey hissettirmesem de
anlamıştır elbet
ama o anlamıştır
bu kaçıncı
nasıl anlamaz?

anladı, biliyor
benden duymak istiyor

ben nasıl söylerim
Umut öldü derim?

Umut öldü diye, kendime nasıl söylerim?


Umut ölüd.
yavrum öldü.
Ramazan öldü
Kardelen öldü
Rehber öldü
öldüler.


ben sana bunu nasıl söylerim yavrum?


yalan söyledim
kapı çaldı dedim
kaçtım
buraya kaçtım


geçen buradaki bir doktora sordum
araştırma yapılıyor mu
bu hastalık artıyor mu dedim

araştırma yapılması zormuş.
artık insanlar hemen hastaneye geliyormuş daaaa
hemen teşhis konuyormuş.

peki madem artış yok
benim çocukluğumda neden ölen bir tek bile çocuk hikayesi duymadım ben?
hani oöğle yemeği olarak mahalledeki annlerimizden birinin
tüm çocukları çağırdığı
ekmeklere yağ sürüp, şeker döküp
çocuklara dağıttığı
ve tüm çocukların karınlarını doyurduğu yıllarda
neden ölmüyordu çocuklar?


bana masal anlatmayınız.
hastaneye şu an gitsem hastların çoğu yenidir.

ama hepsi bir taneciktir.

onlar ölüyor
benim kuzum öldü...
herksin umudu Umut öldü.
ben bunu diğer kuzuma nasıl söyleyeceğim
lanet olası piçler

ben bunu nasıl söyleyeceğim...

her kimseniz
ve eğer bu hastalıklarda bir dahliniz varsa

Allahınızdan bulun.

ben de elimde üzüm salkımı
yerken seyredeyim.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

nedenler nasıllar

neden bu hayattayız, neden neden?
Neden?
Eğer nefs savaşıysa burada olmamızın nedeni, neden bu kadar çok dış düşman var?
Dengeyi nasıl tutturacağım?
boş verip sallamanın zamanı geldi mi benim için yoksa?
Ne rahat olurdu.
Neden hiç bir şeyi umursamadığımı söyleyip, umursuyorum o halde?
Beni buna iten ne?

Dangalak bir seviyesizle tartıştım gece vakti.
Neden bunların olacağını bile bile o yazıya yorum yaptım?
Bana ne?

Ne kolay saldırdı bana, hiç düşünmeden.
Ondaki rahatlık neden bende yok?
Terbiye mi, görgü mü, eğitim mi ne?
Dogmalarla dolu bir hayat görüşüne sahip insanlar neden bu kadar kolay saldırabiliyor?
İnandığını söylediği şeye bile ters düşmeye aldırmadan, bunu nasıl yapabiliyorlar?

ben neden yapamıyorum?

16 Temmuz 2011 Cumartesi

:)

Bugün Kandil bebeciğim. huzurum gittikçe özleme dönmekte. sana bir kerecik sarılıp öpmek istiyorum. sana olan sevgimi şarkılara dökmek isterdim. yumuşacık olurdu o şarkılar, belki kimisi arada hızla yükselir, çığlığa dönüşürdü. sana şiirler yazmak isterdim. sana olan sevgimi kendi işlediğim bir mendile sarıp içine lokum ve çikolata ekleyip sana vermek isterdim. üstüne bana aldığın o kokudan damlatırdım. beni hatırla arada diye. unutmuyorsun inanıyorum, sen de inan, seni unutmak ne demek, sana olan sevgimle yaşıyorum.:) öpüyorum aşkımın ruhu.:)

14 Temmuz 2011 Perşembe

kendimle tanışma

seni tanıdığıma memnun olmadım..şimdilik.
bakalım, daha sonra belki.

kendimi tanıma diyalogları numara 1.

-çok fazla güveniyorsun kendine.
-öyle değil.
-nedir bu herkesi kurtarma, sarma, sarmalama merakın o halde?
-kendiliğinden oluyor. Vallahi.
-hayır. kendini kandır, beni değil.
-borçluyum ama. insanlara bunu borçlu değil miyiz hepimiz?
-iyi de, hayatını bunun üstüne inşaa etmişsin sen. doz aşımı diye bir şey var?
-çok yorgunum.
-çok yorgunsun.
-sessizlik istiyorum.
-sessizlik istiyorsun.
-ama durmadan bana soruyorlar, bana anlatıyorlar hayatlarını.
-biliyorum tatlım.
-yanlış bir şey gördüm mü düzeltmek istiyorum, mutlu olsunlar istiyorum.
-yanlış?
-yanlış, evet. çocukları var ilgilenmiyorlar, dinlemiyorlar..ya da düzeltemeyecekleri şeylere takılıp gidiyorlar.
-:)
-gülme.
-sen yapmıyor musun?
-bunun geleceğini biliyordum. yapıyorumdur. yaptığımda beni de sarmalayan yardım eden insanlar oluyor ama. onlar melek.
-biliyorum, gerçekten öyleler.
-ama ben yoruldum.
-yoruldun tatlım.
-biraz dinlensem ya.
-biraz dinlensen ya..
-:)
-:)

9 Temmuz 2011 Cumartesi

sanadır...:)

sana yazıyorum tatlım bunları, sana..:)

yüzümde bir gülümseme oluyor, sandalyende oturuyorum, yatağında yatıyorum çoğu zaman.
bilgisayarın, masan bende. çok karıştırmıyorum ama elimde değil, çoğu gündelik hayatın içinde kullanılıveriyor tarafımdan. yumuşacık bir geçiş süreci sanki. bu oda müze olsun istemiyorum. bu oda yaşasın istiyorum. hayır, sadece benimle değil, dayınla, annanenle, arkadaşlarınla da yaşasın istiyorum.
bize geliyorlar, onları severim bilirsin, bakıyorum, halleri müsaitse hadi odanıza, kış kış diyorum, odaya geçip bir süre sessiz oturuyorlar, sonra yavaşça gülme sesleri gelmeye başlıyor, kahkahalar duymaya başladığımda rahatlıyorum. seni arıyoruz, her anımızda ve hep arayacağız. ama bizi buluşturan Allah'tı, bizi birbirimize senin sevgin yaklaştırıyor. O sevgiye boyun eğmiyoruz, birbirimizi gülümserken gördüğümüzde mutlu oluveriyoruz. O kadar. Sen de bizimle mutlu ol istiyoruz, budur aşkım.

Markete gittim geçen gün. Her şey mi senin için satılıyormuş birader, anlamadım gitti. Hangi rafa baksam bana seslendi her şey:"Beni al, Umut beni sever" dediler. Kaçtım.

Mmmm...İçimdekileri içime kapadım, Ferda Teyze peşimde ama...Zübeyde Teyze'ni aracı tutmuş, peşim sıra dolaştırıyor. Ağlayıp sızlamamama taktılar. Seviliyor olmak güzel, hem belki haklılar. Ne olduğumu ben de bilmiyorum. Buraları deşmeyelim bebeğim. yanımdasın ve değilsin çok acayip.

Murat Abi'n pek seslenmiyor bana, Ege'deki Murat Abi'ni diyorum. Onu da anlıyorum. Hayatım anlamakla geçiyor. Bir gün çok sevdiğim bitri bana demişti ki"sendeki sorun ne biliyor musun? Sen her şeyi çok anlıyorsun" demişti. Belki de ona öyle gelmiştir aslında, hiç bir şeyi anlamıyorum da olabilir. aradaki fark da uzak mıdır bilmem.

Hops..konuyu kendime getirdim, eşeğim ben, malum.

Diyeceğim şu ki..Leyla ile Mecnun diye bir dizi var..daha önceden de varmöış da ben yeni gördüm, beraber izlesek çok severdik.:) gülerdik, vay bee...derdik. şimdi denk gelirsem izliyorum, aklımdan seninle konuşuyorum.

Diren ablan hep arıyor. Seni seviyor, beni seviyor, dayını ve annaneni seviyor. Bana e'yi kalınlaştırarak gerizekalııı diyor, ben de ona bebişim demeyi öğrettim, gül gibi geçinip gidiyoz işte. komiklikler, bini bir para. ama seni çok özlüyoruz, anlıyorsun? onunçün bu kadar komiğiz.

napıcağımı bilmiyorum çucum. Seni sevdiğimi biliyorum ve bu çok güzel. Aklını çok özlüyorum. Ayrıca Zübeyde Teyzenle tüm kitapları şehir ortasında yakmaya karar verdik. Yakıp bağıracağız birlikte"Bize mii kustunuzzz bütün bunlarııı lannnn" diye. eğlenceli olacak, sen de gel.

(seninkileri yakmam.)

deniz göresim yok.
Malum deniz hayallerimiz ikimiz, yani hepimiz tüm aile içindi. deniz istemiyorum. Çocukları seviyom Umut ya...bazen de kıza mısın diye aklımdan geçiyor ama kızmazsın biliyorum. Sen de seversin ki..Fırat var hem.:) ene.:)))

ya işte hayatımdaki her şey yani..topla bir sen etmiyor çocuğum, evladım aşkım..etmeyecek de..bu nedenle öyle salak salak yaşıyorum. eğleniyorum bile, inanamazsın. ama madem sen yoksun, yani görünürde yoksa oradasın biliyorum, sallamadan yaşıyorum, oki?
Çok seviyorum seni, tüm hücrelerimle, kanımla, canımla, aklımla kalbimle. Rahat ol, huzurlu ol ve İnşallah neşeli ol...beni affet.

18 Haziran 2011 Cumartesi

ünzile uyanacak diye beklemekten vazgeçtim

bu kadın değişmek istiyor.
bu insan değişmek istiyor.

kendini affetti, sevdi ve barıştı.
hayatına değmiş herkesle, kendi içinde konuşup, kendince düzenledi.

bu kadın şu an bildiği kadarıyla
bu ömrü tek bir kez yaşayacak.
bu kadın bu ömrü nasıl yaşayacağını kendisi belirlemek istiyor. olabildiği kadar.
hayata dur demeden, ona karşı koymadan, onunla zıtlaşmadan, ferahlık istiyor.

gündelik hayatın içine tıkışmış, sıkışmış, vıdı vıdıları seçen, kendi eliyle yaptığı kumdan kalelerin içinde ezilip gidenleri eleştirmiyor, yadsımıyor ama onlarla olmak da istemiyor.

bu kadın huzur istiyor.

bisiklet sürmek, denizi seyretmek, çocukları sevmek, dondurma yemek, güzel bir yemek eşliğinde ve kalbini açmış insanlarla sohbet etmek istiyor.

her ne fikirdeysen dostum...bana fikrini dayatma. hiç çekecek halim yok.

dünyayı değiştirmek mi istiyorsun?
beni bulaştırma.

bu dünyada bir de ben varım sakın bunu unutma.

benim elimden, sadece bir kez geleceğim bu hayatın içinde istediğim gibi varolma hakkımı elimden almaya kalkışma..

seni bundan men'ederim.

Çok pis dalarım haberin olsun.
Öyle ki...

seni yok sayarım...

benim için hiç yaşamamış olursun.

Ne yazık, birbirimizi tanımadan yaşamış oluruz.

Hadi, az saygı...

13 Haziran 2011 Pazartesi

Seyir defteri Yıl: hangi takvime göre?

Benim için sabahın erken vakitleri.

Azıcık kahvaltı ettim, yeni demlenmiş çaydan ikinci bardağı doldurdum kendime. Çay kaşığı, ince belli bardakta dönerken ne güzel ses çıkarıyor.

Pek çok apartmanın tuhaf, bahçemsi bir alana baktığı odamda -odamızda- (zaman içinde kardeşimin, oğlumun ve benim odam oldu burası) sigara içip, yazı yazıyorum.

Güneş ışığının bu odaya düşüşünü severim. Diptedir. Bütün dünyadan gizlenmiş gibi, kimse beni rahatsız edemez gibi hissederim.

Güzel anılar beni bu odaya bağlar.

Sabah yola çıkmak üzere uyandım. Gidecektim. Önceden planlanmıştı. Oysa uyandığımda ayaklarım hiç bir yere gitmek istemediklerini söylediler bana. Yanan boğazım, vücudumdaki kırıklık da boş durmadı "gitmesek ya" dediler.

Hala kesin karar vermiş değilim. Gitmeyecek, olduğum yerden kıpırdayamayacak gibi hissediyorum kendimi.

Dün gece seçim oldu bitti. Seçim ne güzel ve ne ürkütücü bir kelime.
Kendi hayatını ilgilendiren mevzularda bile seçim yapmak zorken, bütün ülke aynı anda ortak bir karar almaya çalıştı. Sıkıcı bu konu, yazmak istemiyorum blog.

Her yerde kitaplar var. Bu odadakilerin çoğu Umutumun son zamanlarda okuduğu kitaplar. Pek çoklar. Çoğu zaman onlara bakıyor, saygıyla gülümsüyor, korkarak yanlarından uzaklaşıyorum. Ama bazen en olmadık saatte bir şey dürtüyor beni, gidip karıştırıyorum onları.

Aralarından kağıtlar, başlanmış hikayeler, fotoğraf ya da cd'ler çıkıveriyor.
Hayatın anlamsızlığı üzerine ansiklopedi yazacak hale geliyorum. Bunun da anlamsız olduğunu farkedip, heyecanla bulduğum notları okuyorum.

Merak ettiklerim oluyor. "Neden böyle dedin? Ne demek istedin? çok mu mutsuzdun bunu yazarken? Neyi öğrenmek istiyordun? Bana da anlat..."

Selim Işık'ı tanımasaydın böyle olur muydu?

Bir de Kafka var..Eşek kafa..sana ne Kafka'dan?

Senaryosu..Kemal Dede'sine adamış. Üzerine notlar alınmış. Çekim planları, yapmak istedikleri..

Filminde o bir robot. ve aşık oluyor. aşkı onu reddediyor, çünkü o bir robot.
O da bileğindeki kırmızı renkli ruh kurdelasını söküveriyor.

O'na saygı duymasam, aşkına saygı duymasam gidip o kızı paralarım.
Ne komik olur.:)))
Anne manyaklığı şekerim.

Kitap ayraçları.
Çok fazla kitap ayracı var.
Okumak istediği kadar çok kitap için alınmış ayraçlar.

Biraz yorgunum.
İlk zamanlardaki o çılgın enerji yerini yavaşlamaya, umursamazlığa bırakıyor. Yarın ne demek bilmiyorum. anlamı ne?
Mutsuzluğu hiç sevmem. Neşesiz olmaktan nefret ederim..hatta neşesizlik benim için korkunç bir şeydir, ürkerim çok.
ama yapmacıklığı da sevmem.

Çok mücadele ettim.
Karşılığını alamamış olmak beni çok şaşırttı.
Bu konuya cevap bulamıyorum.

Ne şikayet ediyorum, ne de öfkeliyim.
başka bir şey.
Çok şaşkınım.

Onunla olmanın mutluluğu benden niye alındı, bunu anlayamıyorum.

Bal gibiydi onunla yaşamak.
Çok lezzetli, doyurucu, tatlı, akan, rengi, kokusu benzersiz.
Bal gibiydi.

Notlarını buldukça küçük bir dahi'yle yaşadığımı anlıyorum.
Başlanmış hikayeler, tamamlanmış hikayeler, hepsinde öyle sorular var ki, asla cevap veremeyeceğim sorular.

Farketmemiş değildim. Bunu farketmediğimi düşünmek kendime haksızlık olur.
Ama..işte..herneyse.

Hava bulutlu bugün.
Ve Kaptan Seyir Defterine yazarken çok üzgün.
Aklına hiç neşeli bir şey gelmiyor.

10 Haziran 2011 Cuma

:)

yeni aldığın yazıcıya nasıl kağıt takılır bilmiyorum, lütfen buna benimle birlikte güler misin?

5 Haziran 2011 Pazar

:)

Onun bana öğrettiklerini hiç unutmayacağım. sevgimizin bedelini birlikte ödemiş gibi görünsekte, onun mücadelesi çok daha zorlu oldu. Çok vakurdu, çok onurlu, akıllı ve tatlı. Hiç belli etmeden, bizi coşturmadan, korkutmadan söylemek istediklerini bize söyledi.

Hayallerimiz vardı evet. Kendimi zorlamadan, sıkıp, bunaltmadan onları gerçekleştirmeyi isterim artık..olmadı mı? olmasın ne var..hayalleri krarken mutluyduk..ve şimdi anlıyorum ki..gerçekleşmeyeceklerini önceden anlamış ve buna tatlı bir şekilde gülümsemiştik.

Benim açımdan..inanılmaz güzellikte bir hediyeydi O. her anını sevdim, değerini ilk zamanlar anlayamadım.cahil, kaba ve kuralcıydım, insanları sadece iyi sandığımız şeylerin beklediğine inanıyordum.

İyinin göreceli olduğunu öğrendim. Gerçekten konuşmanın, kalp kalbe olmanın, bir insanın başka bir insana her şeyiyle aşkla bağlanabileceğini anladım. bağlandım, çok huzurluyum.

Yolları açıp dikenleri temizlemek istedim.

Onu benim yavrum olduğu için de sevmiş olabilirim. ama bundan daha fazlası. O'nı bir insan olarak çok sevdim. Azmine, kararlığına, mantığına, kendini geliştirme çabasına ve tertemiz kalbine aşık oldum.

Hiç bir şey bize ait değil.

Hediyelerin, bize verilmiş her anın tadını çıkarmalıyız. Tüm evren bize bir şey anlatmaya çalışıyor. ssss...dinle, bak...

27 Mayıs 2011 Cuma

.

hunharca bir oraya bir buraya savrulurken ve de canın yanarken, kendi içinden dışına çıkıp, kendine bakarken ve gördüğün sen kendine yabancı gelirken.."neye üzülmüş bu kadar a a?" derken ve benim de acı duymam lazım, gördüğüm bu kadın acı çekiyor derken o anda beklenmedik hüzün dolu bir kahkaha bulur da seni ya hemen akabinde ya da daha kahkahan bitmeden suçluluk gelir seni duvara çiviler..ah oysa gülmüştün ve gülerken anlamadan tekrar kendi içine dalmıştın, içinden dışarıya bakıyordun, acı çeken kadın yokolmuştu ve şimdi suçluluk yine seni kendi içinden dışarı püskürttü. ne kadar da zavallısın kendi içinde bile düzgün ve rabıtalı değilsin.
sen nesin?

23 Mayıs 2011 Pazartesi

pardon, ben yanlış bir şey mi yaptım?

şimdi var ya..benim en büyük sıkıntım şu oldu son zamanlarda.

ben kendimi anlatamadım.

dinledim hep, çok dinledim.

anlatmadım değil, anlatamadım. seçim meselesi gibi görünse de ikisinin arasındaki fark..aslında değildi, elimi kolumu bağlayan şeyler vardı.
anlatsam ayakta kalamazdım ve özne ben değildim, ayakta kalmalıydım.

şu yazdığım iki yazıyla anlattım kendimi. ilk defa.
bana iyi geldi.
içimden geldiği gibi anlattım.

yazdıklarım hem oğluma bir güzelleme olsun istedim ki bunu çok az yapabildim.
hem de azıcık karnımın şişi insin istedim.
süslü bir laf yok bunu anlatacak, karnımın şişini indirmek istedim.

böyle oldu.
ve sizlere azıcık bile olsun sıkıntı verdiysem affedin.

öptüm, gittim.:)

19 Mayıs 2011 Perşembe

ben bir ne'yim?

başlığa güldüm ben.:)

evvel zaman içinde, kalbur saman içideyken
annemle babamın kızı
pek şeker bir kardeşin ablası
dünya tatlısı bir oğlanın annesiydim.
bir de dünyanın en iyi kocasının karısıydım sahi.
heh heh.

çalışıyordum.
her gün annelerin bayılacağı şıklıkta etekler ve kısa topuklu ayakkabılar giyiyordum.
tayyörlerim filan vardı.
minik deri çantalarım da.
saçlarımın arasında hep siyah kadife bir taç olurdu.
ta ki Ahmet o tacı her sabah aramaktan bıkıp, arabanın camından fırlatana dek.
kurtulmuştum o taçtan.
bir daha da kullanmadım, şükür.:)

istifa edip tazminatımı aldığımda, paramla yaptığım ilk şey bir kot pantolon-ceket takımı almak olmuştu. o günden beri de etek giyiş sayım 3-5'i geçmez. nasıl bıktıysam.
(ama başlamak istiyorum burdacım.)

neyse..

babacım vefat etti.
eşimi tekrardan tanıdım. 10 yıl boyunca.
iyi adamdır, severim onu cidden ama artık eşim değil.
Umudum gidiverdi.
kardeş İzmirde yaşıyor.
Annem hayatın başka bir boyutunda. yaşadıkları onu feci sarstı.
Allaha şükür hala gülebiliyor.

biliyorum ne anneliğim değişti, ne evlatlığım..
ama hayatın içinde değiller artık.
hayatım tamamen değişti. o nedenle kendime soruyorum:
ben ne'yim?

siz bakmayın benim vızırdamama..yok ayağa kalkmayacakmışım da bilmem ne..bu işlerin benim elimde olmadığını çoktan öğrendim.
bir şey olur ayağa kalkarım ya da tersi.
beni aşan şeyler.

şimdi bu yeni durumun içindeki yeni ben kim onu anlamaya çalışıyorum.

Umutum demişti ki bana:
"benim hayatımı yaşıyorsun anne, kendi hayatını yaşa."
bir zoruma gitmişti.
çünkü hiç anlamadım ne dediğini.
anlayabilmek için defalarca sordum.
anlayamadığımı anlayınca, beni daha çok mu sevdi o an, nedir?
ama anlayamadım.
benim hayatım ne ki?
hangi anne için böyle bir şey vardır?
ne saçmalık.

şimdi o bana güveniyordur.
kalkar ayağa, ordu gibidir, yürür, başarır diyordur.

azıcık zaman, fazlasıyla sabır...

hayallerim vardı, hayallerimiz.
benimkiler -çıkmamıza az kalmıştı ya-
saçlarımı maviye boyatacaktım.
delirecek ve bir daha bu şehirde uzun süreli yaşamayacaktım.
manyak küpeler almaya başlamıştım bile gizlice.
Umut kitap yazacak, denizleri ve dünyayı gezecekti, ben lokantamı açacaktım.
hayatı kucaklayacaktık.
neşeyle ve kendi soyismimle.

başka da bir şeycik umrumda değildi.

sandığınız gibi bir halde değilim.
evvelsigün bu şehirde yapmayı asla düşünmeyeceğim bir şey yaptım, siyah taytımla, Umutun çıkışı için aldığım uzun şirin beyaz gömleğimi giyip sokağa çıktım.
Annem şaşırdı. Beni hala aynı insan sanıyor.

değilim.

kurallara uydum ben.
Çerkes, türk, mahalle terbiyesi, akrabalıki, komşuluk cart curt..bilimum hepsine uydum.
cadıydım ama hiç "terbiyesiz" olmadım. hep bir ölçü oldu bende ve o kalıcı bilmekteyim.

Umutun hastalığını ilk öğrendiğimde, kardeşim olayı bana arabada anlatmaya çalışyordu, manyak bu heralde diyerek dinliyordum ve olayı ucundan kavradığımda, elimdeki sigarayı camdan dışarı atıp bağırdım:
"Sigaramınizmaritini bile hep çöpe attım, artık sokağa atacağım."

Kardeşim geçen akşam bana bunu anlattı tekrar, unuttum sanmış:
"İşte bizim olayımız budur abla" dedi.

Ben artık arada izmaritimi sokağa atıveriyorum.
tık diye vuruyorum, bir kaç adım öne düşüyor, ayağımla basıveriyorum üstüme.

bendeki değişiklik bu kadar.:)

sizi seviyorum.:)

16 Mayıs 2011 Pazartesi

yazmayı hiç istemediğim yazıyı yazarken bulmak kendimi

gitti...

kitaplarını, filmlerini, not defterlerini, fotoğraflarını, araba koleksiyonunu, defterlerini, giysilerini, eli değmiş eşyaları bırakıp gitti.

anıları, şakaları, gülmeleri, bağrışmaları, ağlayarak birbirmizi anladığımız anları, bakışmalarımızı, sevgimizi, hayallerimizi, denizi, kedileri, köpekleri, kuşları bırakıp gitti.

çok kıymetli hard diskini, inanılmaz şarkıları, paracı olmayan insanlar oluşan bir dünya özlemini, konserleri, itlere(insanca davranmayan insanlar) duyduğu hayranlıkla bezeli öfkeyi, fotoğraf makinesini bırakıp gitti.

binlerce fotoğraf karesini, kendi çektiği bir kısa filmi, onu tanıyanlarda -yaşı kaç olursa olsun- saygınlık hislerini bırakıp gitti.

bizi bırakıp gitti.

beni bırakıp gitti.

tam bir savaşçıydı.
yaşamadan bilemeyeceğiniz kadar.

bana son yazdığı satırlar şunlar oldu:
"Ben ayarımı bilirim anne."

Ayarını bilirdi benim oğlum..

O ayarı ona verenlerden biri olarak, bu ayar işiyle kafamı bozduğum için kendime çok kızsam da, ayarını bildiğim için ona hep saygı duydum.

ve konu şu an ayar meselesi değil.

Çok sevdi, çok sevildi.
Saygı gösterdi, saygı gördü.

Hep bizi düşündü.
Beni, babasını, dayısını, annanesini ve o çok sevdiği arkadaşlarını.
Okulunu.
Beşiktaşını.:)

kitaplar okudu. Sular gibi okudu. Filmler izledi. Yutarcasına izledi.

Ekşideki son entry'si
Hiç bir yere yetişmesi gerekmeyen aceleci başlığına yapılmış..
onun entry'si :
Panik atak. :)

Çok sevdim onu, biliyorum o da beni sevdi.

Takımdık, iyi bir takım.
Bir bakışla anlaşan,
birbirni etkileyen
kızan ve saygı duyan
seven ve bağlı bir takım.

Çok şey öğrendim ondan.

Neşeli şarkılar, hüzünlü şarkılar, kitaplar, ama en önemlisi yeni bir bakış açısı.

Arkadaşlarıyla aileyle konuşuyoruz.
bize neler anlattı diyoruz.
Bunları şu an yazmak istemiyorum.

Allaha şükrediyorum bana o muhteşem hediyeyi nasip ettiği için.
Onu tanımak yaşayabileceğim en güzel şeydi.

Bu dünyadaki hiç bir şey, hiç kimse bize ait değil.
Parmağımız bizim değil.

Ve dışarıdaki tüm çocuklar, tüm gençler, tüm insanlar onun gibi değerli.
Biz değerliyiz.

Bana bunları hatırlattığı, öğrettiği için çok saygım var ona.

Sevgiler canlarım.:)

13 Mayıs 2011 Cuma

*

söyleyeceklerim şunlar.
çok fazla sessizlik var, o kadar ki kulaklarım patlamak üzere, belki de patladılar da beynimden aşağı akıyorlar..belki tersi umrum değil.
çok zor.
benim delikanlılık, delikanlımla beraber gitti.

23 Ocak 2011 Pazar

ilk taşı dikeni olmayan atsın. oki?

dışarılarda dolaştım.
hep kafama göre gezeyim diye atıyorum kendimi dışarı.
amaçsızca ve sadece dinlenmek için yürümek istiyorum.
hiç yapamıyorum.
dün akşamki denemem de, bugünkü denemem de aynı şekilde bitti.
market torbalarıyla geri döndüm, çıktıktan 15 dakika sonra.

ve nikotin sakızının tadı berbat.

bu sayfaya gelip de mızırdanmalarımı sıkılmadan okumuş dostlara teşekkürler.
hep mızırdandım.
hiç içimdekini sizin anlayacağınız dilde yazamadım.
yazmadım.
normal insanlarla iletişim kurabildiğim yer sadece iki internet sayfasıydı bu süre içinde.

ve nikotin sakızının tadı berbat.

biri f. diğeri işte bu blog.
kendimi koşarak attığım yer.
sığındığım yer.
hep neşeli olduğum yer.
eski filmlerden, tuhaf şarkılardan bahsettiğim yer.
güldüğüm, konuştuğum yer.

kimse kimsenin bastonuna-dayanağına el uzatmasın benzeri bir şey demişti...
Taptuk Emre, Yunus Emre'ye..
ben çocukken izlediğim bir filmde.
Yunus Emre odun kırıyordu.
Taptuk Emre Bastonunu koydu önüne.
kır dedi.
Yunus Emre kırmadı.
kır dedi.
Yunus Emre kırmadı.
kır dedi.
Yunus Emre kırdı.
Bastonun bir parçası nehre uçtu.
Taptuk Emre dedi ki:
"Kim emrederse emretsin, kimsenin dayanağını kırma."
şimdi git o nehirdeki asayı takip et. onun vardığı yerdeki kişinin emrine gir.

böyle bir şey hatırladığım.

Allaha çok şükür dayanaklar var.
ben de kendimi aptalca da olsa, korkakça da olsa, sahte de olsa...
bu iki sayfaya attım hep.

ve nikotin sakızının tadı berbat.

neyse...ne kendime ne başkalarına anlatamadığım duygularımı, grapon kağıtlarıyla rengarenk süsleyip belki de sadece kendimin anlayabileceği şifrelerle yazdım.
güldüm.

bazen sevdiğim insanların yaptığı şakalar gibi şaka yapamadığım için üzüldüm.
çünkü neşem tam olarak gerçek değildi ve kendimi bazen zorluyordum. çok zorluyordum.
çok aptalca ve sadece kendimin bildiği komik duygular bile yaşadım.:)

sonra..dünyamın benden çıkıp, bir başkasının denetimine geçmeye başladığını farkettiğimde..
bir dolu gerginlik arasında..
bunu düzeltmek ve bana ait olanı geri almak istedim.
karşı tarafın nüfuz ettiği alanın genişliği kadar zor oldu bunu başarmak.
anlatabildim mi?

elimde kalan ve kurtardığım şey eskisi kadar temiz değil belki.
ama benim.
ve pek çok şeye sahip olup da..
aklı hala başkasının nefes alabileceği tek alanda gözü kalanlara çok sinirliyim.

ve nikotin sakızının tadı berbat.
ama sigaradan kurtarıyor insanı.

ısırgan otunu seviyorsan..
dikenine katlan.

15 Ocak 2011 Cumartesi

:)

bloguma her girmeye kalkışımda şifreyi unuttuğumu farkettim. hatta bir defasında yeni şifre aldım. aklımda mühim şeyler vardı. yazacaktım. istemiştim. ama yeni şifreyle uğraşırken ne yazacağımı unuttum. sonrasında yeni şifreyi de unutmuş olduğumu farkettim.
özetim beni anlatmıştır sanırım.:)

şimdi ben buraya gelsem..bir şeyler yazsam..halimi az çok bilenler neler yazacağımı hayal edebilirler. ama ben onları yazmak istemiyorum ki.
ne kimseyi üzmek, ne de kimseye yaşamadan anlayamayacağı bir dünyanın getirdiği güzelliklerden bahsetmeye niyetim yok.
sonrasında son derece iyi niyetlerle yazılmış-yazılacak-yazılabilecek destek cümleleri de hem sizi hem beni yorabilir.

ama sizi özledim. blogumu özledim. buraya pıtış pıtış yazmayı özledim.

blogun günlük hayatlarımızın büyük bir bölümünü kapladığı neşeli, muhabbetli, eğlenceli zamanlarını da çok arıyorum.

sayfiye evlerinin önünde yapılan akşam yürüyüşleri gibi gezerdim hepinizi. bunu pek seviyordum. yine yapabileceğimi bilmek güzel.:)

neyse...

bu aralar ya uykusuzum ya da bir yerlere koşturuyorum. sonra arada bir çok uyuduğum bir iki gün oluyor. aynı koridorun sağında solundaki odalarda pek çok aile, pek çok hayat, pek çok dünya var. Hemen hepsiyle az çok kaynaşmış oluyorsun . Sabahları uyandığında neşeli ve içten günaydınlar ediliyor. Ve gün başlıyor.:)

Çay da içiliyor, kahve de. Bildiğin Türk kahvesi yahu. Valla yapıp içiyoruz, yetmez birbirimize ikram ediyoruz.

Akşamları bazen koridorlara sandalye atıp muhabbetler edildiği oluyor. Hiç abartmıyorum canlarım var burada. Mustafa Kardeşim, Ayşem, bir kızımızın annesi (adını sormak aklıma gelmemiş), 2 Abim, bir-iki kardeşim daha.:)
Abilerimden biri bana evlat diye sesleniyor. Diğeri geceleri ne zaman çay demlese telefonumu çaldırıyor, bardağımı alıp koşuyorum.:) Çayım var al diyor, fazla yaptım sat satabildiklerine diye ekliyor.:) Bu; gördüklerine söyle gelip çay alsınlar demek.

Bahçeye indik geçen gün, sadece banka oturduğumda teşekkür ettiğim bir aile, bana arabalarının bagajlarından çıkardıkları devasa portakal ve limonu ikram ettiler. Sonra gidip yeniden bir poşet doldurdular. Onları da diğer arkadaşlara dağıtacağımı söyledim.

Cidden çok inanılmaz insanlık duyguları yaşanıyor. Sanki buraya giren herkes iyi bir insana dönüşüyor. Herkes birbirine yardımcı olmak için yarışıyor gibi. ama anlatmayı başaramam.

ay, işte böyle uzatmayayım.
sizi seviyorum.:)