31 Temmuz 2008 Perşembe

Dikkat:Uzun yazı...vaktiniz varsa okuyunuz. İmza: Sorumluluk sahibi blog yazarı

Afili istifa


Efenim ataletciğim bana akıllı bıdık demiş...

Çok hoşuma gittiiii....
Ama yanılıyor.
Sanırım.
Büyük ihtimalle...
Yok yok, kesin yanılıyor...


Ufacık, minicikim evet. Ebat olarak yani...
Tamlamanın bıdık kısmı tuttu...
Tutmayan akıl kısmı...

1987'de işe başladım. 19 yaşındaydım. Bir iki ay evveline kadar hacettepe İktisatın koridorlarında depresyon içinde turlarken kendimi bir anda çalışma hayatında bulmuştum.
Çünküm:
O yıla kadar parlak öğrenci olan ben, İktisatta en ufak bir başarı gösterememiştim.
Makro diyorlardı, mikro diyorlardı...beynimse hadi len diye cevap veriyordu.
Kalbim Ankara sokaklarındaydı, bütün hayatımı AOÇ, yurt arkadaşlarım, uzaklarda kalan anne babam kaplıyorlardı.
Minicik, terkedilmiş bir kız çocuğu gibi hissediyordum kendimi...
Ay öyleydim deeeeeee...
O anki halimle karşılaşabilsem, önce bi sarılırım, sonra "Hemen sınavlara hazırlanıyorsun, sanat tarihi, gazetecilik, radyo televizyon filan yazıyorsun,hadi, bir iki..." derim...
İktisat ne be?
Hayatımda cebimdeki paranın hesabını bilmedim ben...
Varsa yenmeli, dağıtılmalı, ihtiyacı olanlarla paylaşılınmalıdır.
Anlatabiliyor muyum?
:)))

Ne ise...Okuldan hüsranla ayrılındı...
Çan etek, kloş etek, ince çorap, mini topuklu ayakkabılı işhayatı başladı.
Öyyykkk...
Her gün ağlıyorum, hergün bi şekilde kavga çıkarıyorum...
İşe yaramıyor.
Ordayım hala.
Tam 9,5 yıl da o işyerinde kaldım.
Ahmet Beyle orada tanıştım. Umutum orada çalışırken doğdu...

Bu başka bir yazının konusu ama...
Çok da şanslıyım aslında...Resmi bir kurumda çalışıyorum ve
tüm kanuni haklarıma sahibim.
Sendikalıyım, izin hakkım, ikramiyem, maaşım güvence altında.

Sonra Bursa'ya tayin olmuşken teftişe giriyoruz.
Bir genç Müfettiş geliyor. Kendini göstermek, parlamak arzusunda.
Ben de durmadan sorular soruyorum. Her zamanki gibi üstüme vazife sanıyorum.
:)))
"Niye daha çok satış yapmıyoruz?"
"Burası Bursa niye satışlarımız çok düşük?"
"Niye kurum reklam yapmıyor?"
"Niye şube müdürlerine yetki verilmiyor, onlar büyük marketlerle daha rahat pazarlık yapabilsin?"
.
.
.
Sonra bir gün annemden telefon geliyor bana...Birkaç saat sonra da Ahmet arıyor.
O zamanlar cep telefonu yok, Bursa ya da yeni taşınmışız evde de telefon yok yani.
Müfettiş beni çağırıyor.
Yanına gidince bana neden telefon geldiğini soruyor.
Ben şaşkın...
Açıklıyorum...
Tüm dürüst masumlar gibi savunmasızım...
Sadece böyle bir soru karşısında şok geçiriyorum.
İçeri gidiyorum.
İstifa dilekçemi yazıp, direkt olarak müfettişin masasına bırakıyorum.

Çok üzülüyor adamcayız...Defalarca benimle konuşuyor, çocuk gibi diretiyorum...
"Bana nasıl böyle davranırsınız, dosyamı açıp bakın bakalım, ben nasıl bir çalışanım, eski müdürlerimle konuşun, annemden telefon geldi diye bana nasıl böyle davranırsınız?" diye azıcık da bağırıyorum.
Önceki Müdürlerim sonraki günlerde işyerime geliyorlar, Müfettişle konuşuoyrlar. İkna edemedim, olmuyor diyor.
Ben de onların gelmesinden gururluyum ve çok mutluyum ama en ufak taviz vermiyorum.
Olaya sebep olan Beyefendi niye bu kadar uğraşıyor derseniz sanıyor ki aynı işyerinde çeşitli kademelerde yer alan yakınlarımı arayacağım ve onlardan yardım isteyeceğim.
İyi de...
Böyle adice davranacak biri olsam zaten söyledikleri onuruma dokunmazdı.
Bunu anlayamıyor...

Onun dünyasının kuralları başka çünkü...
O bugünkü dünyanın insanı, beni anlayamaz ki...

Ben işten ayrılıyorum.

Bugün eski işyerimdeydim.
Son yıllarda keşke ayrılmasaydım dediğim çok anlar oldu.
Çok "gerçek" anlar.
Ve bugün bu olanlar yine gündeme geldi.
Yönetim Kurulu Başkanımız oradaymış. Bana söylendi.
"Bize sormadan neden böyle bir şey yaptın, hala kızgınız sana" dedi...

Şimdi ataletciğim soruyorum:

Akıllı bıdık akıllı mı gerçekten?



Şuraya başlık olaraktan selamın hello yazsam,sıcak havayı yeterince serinletebilir miyim ki?

D ö n d ü m b e n ...
Deniz maviydi...
Kumsal kumlu...
Birazcık da taşlıydı, evet...:)
Hatta yüzdüm de...
Özlemişim, çok iyi geldi...

Gündem malum...
Bloglarda neler olmuş asıl onu merak ediyorum, fırsat buldukça dolaşacağım...

Hepimize hediyelik minik, renkli anahtarlıklar getirdim...
İsteklerimizin önündeki engeller açılsın diye...

S e v g i l e r...:)



25 Temmuz 2008 Cuma

Sahildeyim, tatildeyim...

Birazcık kitap...
Birazcık müzik...
Epeyce bir film...

Tatile gidiyorum sevgili arkadaşlar.
Umarım herşey hepimiz için harika olur...
Sevgilerimle...:)

22 Temmuz 2008 Salı

G ü n a y d ı n



Bir kaçgünlüğüne gidiyorum arkadaşlar...
Görüşmek üzere...

Sevgiler...:)

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Yahu ben başka şey anlatacak idim...Tövbe tövbe...




Cumartesi Bursa'daydım.
Çok sevdiğim arkadaşımın oğlunun sünnet töreni için.

Gayet aptalca bir kararla öğlen sıcağında otobüsle yola çıktım.
Ne sıcak ne de toplu taşımacılığın en aptalca çeşidi olan şu belediye otobüsleriyle servis edilmek beni yıldıramadı.
Ama durrr....
Şuna iki çift laf edeyim.
Belediyeler!
Otobüs firmalarının servis arabalarına izin vermeyen belediye yetkilileri!
Hiç saatlerce yolculuk edip üstüne bir dolu insanla otobüs sırasına girdiniz mi?
Bir önceki arabayı birkaç dakika farkla kaçırdığınızı farkedip, sıcağın alnında diğer otobüsü beklediniz mi?
Körüklü tabir edilen o otobüse tıkış tıkış binip eşyalarınızla yolculuk ettiniz mi?
İnmeniz gereken durağı kaçırmaktan korkup, diğer yolcuları mecburen iteleyip yol açarak birkaç durak önceden kapıya yürüdünüz mü?
Ay ben size çok kızgınım.
Otobüs firmalarının servis arabalarına ayakta yolcu alınamazken belediyeye ait araçlara niye tepeleme insan doldurduğunuzu anlamıyorum.
Servis arabalarına neden izin vermediğinizi de...
Amaç o 2 milyonluk taşıma ücreti ise fazlasını verelim abicim.
Yeter ki insanlara böyle muamele etmeyin.

Bakın bu neşeli bir yazı olacaktı.
Uzun zamandan sonra ilk kez gezme amaçlı yolculuk eden birinin neşesini anlayabilir misiniz?
Hastaneye gitmek için değil, kontrole gitmek için de değil...
Sadece bir düğüne katılmak için yola çıkan birinin keyifli yazısı olacaktı.
Bu hakkımı elimden aldınız.
Ayıp ettiniz...

Sevgili Arkadaşlar, niyetim ablamla çökertme eşliğinde keyifle oynayışımızı, birbirinden güzel, içli türküler söyleyen Suavi'yi, kahküllü saçlarımı anlatmaktı...
Başka bir zamana İnşallah...:)


17 Temmuz 2008 Perşembe

Zihnim gezinirken...




Müzik için notalar var. Farklı müzisyenler nota kağıdına bakarak aynı melodiyi birbirine çok yakın şekilde çalabilir, söyleyebilirler.
Hep düşünmüşümdür.
Yazı için neden böyle işaretler yok...

"Sana çok kızgınım."

Bu cümleyi kaç çeşit vurguyla, ses tonuyla, vücut hareketiyle söylemek mümkün oysa ki...

Kimi seferinde kedi yavrusu sesiyle barışma cümlesi olarak söylenebilir,
Kimi seferinde koc-ca bir aşkın bitiş cümlesi olabilir.
Kiminde sadece naz yapılıyordur.
Kiminde sadece bıkkınlık vardır.

Edebiyat sırf bunun için varolmuş olabilir mi?
Tiyatro, sinema?

Bir insanın aklında kurduğu hikayeyi göremeyeceği, tanıyamayacağı insanlara anlatmak için?
Harfler, noktalama işaretleri elimize dümdüz metinler veriyor sadece.
Onları ete kemiğe büründüren yazıyı yazanın ustalığı, yeteneği, kurduğu olayların örgüsü...

Ya da bir oyuncu,metindeki cümleyi gerçeğe- belki de tasavvur edebildiğimiz gerçeğe- en yakın haliyle "oynayabildiği" zaman devleşiyor, parlıyor.
(pat diye Dustin Hoffman, Al Pacino, Merly Streep, Erol Günaydın geçti gözümün önünden.)

-son derece alakasızca-
Son yıllarda ülkemizden çıkmış iyi bir genç yazara rastladınız mı?
Bize destanlar, masallar, hikayeler anlatan, koca koca roman sahifelerini iştahla dolduran yetenekli, bunalımlı genç yazarlar var mı?
Yoksa herkes mi ÖSS-KPSS peşinde...

-yine son derece alakasızca-
Galip Tekin'e rastladım Penguen'de.
Bi sevindim.
Kafamın arkasında dolanıp duran birşeyi anlatmamış mı bir de?
Türk insanının değişimini...
"Çılgın Türkler o güzel atlara bindiler ve gittiler" diyor.
Ama umudunu da yitirmek istemiyor, "Belki hala oralarda bir yerlerde birkaç tane kalmıştır" diyor.
Umutlanıveriyorum ben de...


Çok mu canım sıkkın, nedir?



16 Temmuz 2008 Çarşamba

Tv güncesi

*Bir kanalda Çocuklar Duymasın'ı gösteriyorlar yine. Benim bittiğim an ona denk geldiğim andır Sedat Abi. Hala ya...Hala...Üstelik geçmişimizde "Gülşen Abi", "Herşeye Karşı Show", "Bir Demet Tiyatro" gibi klasikler varken.

*Rachel Ray'e rastlarsam bakıyorum. Bu kadına biri düzgün el yıkamayı öğretsin n'olur.

*Rachel Ray deyip de Oktay Usta demesem olmaz. Lütfen beni yamak olarak yanına al Oktay Usta. 1 saatte o tablo gibi yemekleri, börekleri, pastaları nasıl pişiriyorsun? Yıldızlı ,10 puanlı ustasın sen benim gözümde.

*Martha Stewart bana çok ürkütücü geliyor. Uzaaaak, çok mesafeli, buz gibi, hele programda sadece kartondan yaptığı doğumgünü kartları yok mu? Ya da patates baskıları...Amerikan evkadınları kendilerini neden bu kadar "umutsuz" görüyor anlıyorum sayesinde.

*3 kelimeli diziler başladı yine. Bir dolu. Yapmacık mahalle tiplemeleri ile. İmdat. (Senaryo yazarı abilerim, ablalarım nerde yaşıyorsunuz siz? İstanbul'un Mars semtinde mi?)

*Haber kanalları var çok şükür. Yani bu hallerine bile çok şükür. Yok yok haklarını yemiyeyim, en çok onları seviyorum.

*Şu duvara sarı boyanın döküldüğü banka reklamı...Bir Willy Wonka tadı mı var müziğinde? Ben mi yanlış anladım? Varsa bankayla, fantastik bir çocuk filminin ne alakası var? Neden tüm Bankacılar dans ediyor? O bankaya gitsem bana çikolata verirler mi? Veririz derlerse giderim ben o Bankaya. Kasmaya gerek yok.

*Yine şu sevimli genç hanım oyuncumuzun oynadığı kredi kartı raklamları... Evlilik danışmanına anlatılan, kocanın bamya sevme olayıyla kredi kartının alakasını nasıl kurdunuz? Nasıl? Ben çok düşünüyorum. Elime çekilmiş bir film verdiğiniz halde ben alaka kuramıyorum.

*Recep İvedik'i seyretmedim, üzgünüm seyretmeyeceğim de. Ama reklamdaki halini sevdim. Bana neler oluyor?

*Ntv'de sanırım belgesel diyebileceğimiz bir program var ya...İnsanların yeme alışkanlıkları üzerine deneyler yapıyorlar. 3 grup işçi, her bir gurba farklı içecekler veriliyor. Aynı miktardaki şeker kamışı tarlalarına salıyorlar adamları. Hangi içeceği içen tarlayı daha çabuk biçecek diye. Birazcık subjektif bir deney değil mi bu? Yani sonucu sadece içecekle bağlantılandırmak. Anlamadım ben.

*Durumu mu nasıl görüyorsunuz? Hiç seyretmiyorum sandığım halde ben bu televizyonla fazla mı içli dışlı olmuşum nedir?

15 Temmuz 2008 Salı

:)



Bu resimdeki 2 yanlışı söyleyiniz...



Unuttum...konu neydi ?

Sıcak...
Yaz...
Rehavet...

Öğlen vakti uyanıp Bilge'yi aramak...
Geliyorum. Simit alayım mı?

Annemde koltuğa karşılıklı uzanıp, uyur-uyanık muhabbetler etmek.
(Annemle Bilge hala komşu.)

Anneme misafirliğe gelen Halamdan İlker'in hiç hoşlanmaması.
O kadar ki...
Ona "Yenge Hanım" diye hitap etmesi.

(Ne biçim çocuk bu, hala gülüyorum.)

Ev.
Eski evimin aksine, sakin bir sokağa bakan, çok uslu- hiç sesi çıkmayan komşularım.
Serin rüzgarlar alan balkonum.

Televizyon.
Korku-karmaşa-endişe...
Sorular:
"N'oluyoruz biz? N'oluyoruz biz?"

Sonra bir gece vakti, saat 3'mü ne? Bir film. Korkuyorum Anne...
İlaç oldu, ilaç.
Bu ne güzel şey?
Filmde insanlar hapşırıyor, tüm oyuncular, kollarını kaşıyorlar...
Ben de kahkahalar eşliğinde onlarla beraber kolumu kaşıyorum.
Çok sevdim, tamamlayamadım ama.
Derhal cd'si bulunup en değerli köşeye konacak...:)

Ne yazı yazmak istiyor canım ne de birşey.
İstediklerimi, içimden taşanları yazamıyorum ki.
Sorular soramıyorum ki.

Hımmm...
Ay şunu yazayım, kendime düştüğüm not olsun.
Onlarca yıllık geçmiş olan parkımızı iki sene evvel yıktılar.
Tamamlamışlar şimdi.
Mini bir gölet, minderli çay bahçeleri yapmışlar.

Çoğunluğu bu şehre dışarıdan gelmiş insanlar, elimizden çocukluk hatıralarımızı aldılar.
Eski parkı özlüyorum.
Ayyy negüzel olmuşşş diyor kimileri yenisini görünce...
Hay ben senin zevkiye s....Hay ben seni tarih bilincine s.... diyorum, gülümseyerek.

Annem gençliğinde şehrin ileri gidenlerinin akşamları gidip dans ettiği lokali arıyor, özlüyor...
Ben parkın girişindeki bitkilerle yazılmış "Hoşgeldiniz" yazısını.
Çocukluğumdan beri oradaydı da...
Onu ne zaman görsem babamın elimden tutup o parka girdiğim ferah günleri anarım.
Yok artık.
Yerinde kale kapısı gibi zevksiz yuvarlak kapılar koymuşlar.

Tam 5000 ağaç kesilmiş.
5000
5000
Dımdızlak bir yer olmuş.
neyse, artık bir genç kızla erkek ağaçların altına girip öpüşemeyecek.
Büyük bir tehlikeden kurtulduk yani.

Hakikaten?
Bu şehirde yaşayan insanlara sormadan
nasıl değiştirirsiniz bu şehri?

Ettiğim lafa bak.
Tuhifim ben.






11 Temmuz 2008 Cuma

Mavi bilye

Yeterince uzağa gitsek...sonra dönüp dünyaya baksak.
Bir dolu gezegenin, göktaşının, yıldızın arasında mavi mavi parlayan, salına salına dönen dünyamızı bambaşka bir gözle izlesek.
Bütün bildiklerimizi unutsak.
Bize öğretilmiş olanları
başkalarının deneylerini, deneyimlerini
ve kendimizinkileri de.

Ne hissederdik?

O mavi top, ufacık minicik mavi bir canlı gibi mi görünürdü gözümüze?
Onun üstünde milyonlarca, milyarlarca, farklı canlı olduğunu farkedebilir miydik?
Yoksa sadece tek bir canlı "dünya" mı çarpardı gözümüze?

Bildiğimiz kadarıyla,
bize öğretilen kadarıyla
şu ana kadar edindiğimiz bilgiler kadarıyla

O Mavi gezegen
uzayın içinde biryerlerde,
atmosferle çevrili, 3/4'ü suyla kaplı, kendinden çok daha büyük bir ışık kaynağının çevresinde dönüyor.
Geceleri karanlıkta olmasın diye ona ışık tutan bir Ay'ı var.

Bu nasıl şey?
İnsan düşündükçe hayran oluyor.
Beraberinde müthiş bir yalnızlık duygusu yaşıyor.

Halbuki yalnız değiliz.
Uzaktan baktığımızda tek bir canlı sanacağımız o dünyada bizlerle birlikte yaşayan pek çok canlı var.
Bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar ve diğer insanlar.

Sen kendi çıkarına bak dedi dün akşam bir arkadaşım bana.
Sen kendi çıkarına bak.
Sen kendi çıkarına bak.
Gerisi seni ilgilendirmez.
Haksız mı?
değil

Haklı mı peki?
Asla değil.
Asla.

Dünyaya bir kerecik uzaktan bakabilse anlayacak:
Çıkarlarımız ortak.
Çıkarlarımız ortak.
Çıkarlarımız ortak...

10 Temmuz 2008 Perşembe

:)


Hep bahsedilir ya...arkadaş ve dost ayrımı...

Dostlar da başlangıçta sadece arkadaş...onları zamanla dosta çeviren şey yanlarında kendimiz olmamıza izin vermeleri.

Bizden, ta içimizde saklı olandan hoşlanmaları.
Bizi böylece olduğumuz gibi sevmeleri...


O yüzden bir dostum onu kızdıracak bir şey yaptığımda "Eşek" diyebilir bana.
Ben de ona dönüp "hakkaten eşeğim ben yaaa..." diye mızırdanabilirim.

Temkine gerek yok...
Kendimi savunmama...
Siper kazmama ya da gardımı almama...

Böyle birkaç dostum var...
Tuhaf...
hepsi birbirinden farklı insanlar...

Tanışsalar büyük ihtimal birbirinden çok da hoşlanmayacaklar...
Belki başka bir arkadaşımla asla yapamayacakları birşeyi yapabilirler sadece:
Beni çekiştirmek...
Ortak sevgiden dolayı ve rahatça...:)

Bugün bu dostlardan birisini aradım telefonla.
Evde temizlik yapıyordum, düşünüyordum bir yandan. Sonra aklımda onunla konuştuğumu farkettim.
telefon açtım.

Önce güldüm. Alışık O bana, O da güldü...

"şimdi" dedim. "İş yapıyordum ben ve de seninle konuşuyordum aklımdan. Dedim ki ne saçma? Seninle konuşuyorum senin haberin yok. Olurrr mu? Olmazzz..."

Dedi ki:
"Eşek...Ne konuşuyordun bakiim benimle?"

"Sana ne?" dedim.
"Seni çok seviyom ben, onu bil yeter."

"Tamam tamam" dedi çok mutlu bir sesle. "Telman'ı dolaşacağım yine merak etme, gayet iyi."

Hımmm konu değiştiriyor. O benim gibi kedigillerden değil çünkü. Ben severim, sevdiğimi de söylerim. sık sık, bayıltana kadar...
Ve...

Telman annem...Adının kısaltması. sakın saygısızlık olarak almayın, sadece annemi en çok sevenler ona böyle seslenir...

Bahsettiğim dostum Bilge'm. Eski blogu bilenler hatırlar belki, İlker'in annesi...Ve de eski komşum...

Ben bugün Onu çok sevdiğimi buraya da yazmak istedim...

Umarım sizi de bayıltmamışımdır...:)

Bilgecim,
arkadaşımsın, dostumsun eyvallah...
Ama biliyur musun? Kardeşimsin de...






8 Temmuz 2008 Salı

Çok tuhif...




Hava sıcak...
Benceyizin aklı zaten karışık...
Sabah da annem aradı tansiyonu çıkmış, gel dedi.
Gittim, Almanya'dan Halam gelmiş, Bilgecim orda...
Akşamı edip eve geldim.
Halim turşu.

Yemek sofrasında sorular, muhabbetler uçuşuyor.
Çok şükür.
Bir soruya cevap verdim:

Tuhif...

dedim...


Sessizlik oldu.
Epey sürdü.

Sonra yine kendi kendime gülüp
anlamadı bunlar sanırsam diyerek açıkladım:
"Tuhaf yani..."
Suratıma baktılar.
"Tuhif dedim ya demin...Tuhaf demek o." dedim...

Çok güldüler, anlamadım nedenini.
Ne demek diye düşünüyorlarmış.
to heaf filan mı acaba diyorlarmış akıllarından.

:))))))

Sonra akşam bizi unutup giden Lethe'ye anlattım durumu.
Yenilerini türettik:
dili
minyik
...
gibi...

Çözmüşsünüzdür siz de...
Çözemeyene söylerim Valla...



6 Temmuz 2008 Pazar

Pazar rehaveti

Hayret birşey...
Sadece blogcunun değil, blogspotun da bana garezi var...
Yazdım yazdım...
Bu program geçersiz bir işlem yürüttü...ve kapatılacak...
kapat ülen...
Hayret birşey...

Ne diyordum...
ne yazmıştım...
Hatırlamıyorum
ve de
zaten yeniden aynı şekilde yazamam...

E ozaman?

Nasılsınız?
Ne var ne yok mu diyeyim...
O da olmaz ki...:)

Yukarıdaki diz çökmüş yakışıklı yalvarırcasına lütfen konuşşş diyor ya...
Bunu bana Ep-met söylese kesin hatunla aynı cevabı verirdim...:)

Elele tutuşup her yürüdüğümüzde
veya balkonda,
ya da gecenin 3'ünde uykum kaçtıysa
"Bak şimdi..." diye başlayan konuşmalarım var benim.
Mini Kozmos, siyasi gündem, Fransız Devrimi ya da Şahinde Teyze hala Özge'de kalmaktan sıkılmadı mı....şeklindeki geniş bir yelpazeden konu seçip konuşuyorum...
O da aralarda "Hı hı...I-ıh...Aslında...Tabi canım..." şeklinde görüş bildiriyor.

Yok yok...Onun haline üzülmeyin...Kadın dayanışması reca ediyorum.
Cidden...

(Bu seferlik böyle olsun yazı...
Beynime mayonez sıkmıştım.
Ondandır...)

1 Temmuz 2008 Salı

Ortaya karışık




Ne yazacağım ne yazacağım diye düşünmek istemiyorum. İçimden gelenleri kısacık yazıp gideyim...

Latife Tekin'in Karabük'te yaşadıklarına üzüldüm. Sinirlendim. Kendimi yine çaresiz hissettim.

Londra ve Newyork arasında köprü kurmuş olan dev teleskoba hayret ettim. İnsanlar teleskoba bakıp canlı olarak okyanus ötesine el sallıyorlardı. Özendim. Bizde de böyle şeyler düşünülse, bunlar konuşulsa ya dedim. Yine sinirlendim.

İsviçre'de yapılacak olan şu Bing Bang deneyinden haberdar olduğumdan beri ödüm kopuyor. Yapmasınlar diliyorum.

Lösev org.tr'de Tarım ilaçları kırmızı reçeteyle satılsın kampanyası var. En fazla 1-2 dakikanızı alır. Rica etsem bir okusanız?

Bugün 17 yıllık evliliğim içinde sanırım ikinci defa olarak bamya pişirmiş bulunuyorum. Güzel oldu, afiyetle yedim. Ben buna da sevindim.:)

Misafir ağırlamak hayatımın en önemli kısmını oluşturmaya başladı. Sevindim.- idim. -miştim. Yani sevinmiştim ilk zamanlar. Şimdi biraz yoruldum...:)

Okuyacak kitap bulamıyorum. Her zaman kitapçı vitrininde kalbimde ve beynimde yer ayırtmış bir kitap olurdu. Şimdi yok. Neden? Merak ettim...